Sosyal sorumluluk projelerine katkılarıyla tanınan ünlü Modacı Ertan Kayıtken ile çok keyifli bir söyleşi yaptık. Açık, dürüst ve cesur... Aynı pantolondan 15 tane alıp, kendi giyimine zaman ve para harcamadığını söyleyen Kayıtken, Einstein gibi tek tip giyinmeyi sevdiğini söylüyor. Giyimini bir forma olarak gören Kayıtken, benim işim giydirmek, diyor. İlk ürettiği şeyin babasının dükkanından verdiği nikah şekerleri olduğunu aktaran Kayıtken, ilk kazandığı paranın da buradan olduğunu anlatıyor. Köpeği Gino'yu yanından ayırmayan Kayıtken, şu an çok mutlu olduğunu ve İzmirli kadını giydirmekten çok zevk aldığını söylüyor.

- Modaya nasıl merak sardınız, ilk ürettiğiniz şey neydi?

Babam gelinlik işlerini yapardı. Hisarönü'nde dükkanı vardı. Benim çocukken oyuncaklarım yoktu. Babam bana nikah şekeri verir, 500 tane sar, sana şu kadar para vereceğim derdi ve ben çocukluğumda nikah şekerlerini sararak para kazanırdım. Estetiğe merakım ilk böyle başladı. İlk para kazanmam elbiseden değil yani.

- Eğitim için nasıl bir yol izlediniz?

Babamlara söylemeden, iç mimari okuyacağım, dedim ve yurtdışına gittim. İç mimari yerine moda okudum orada, iç mimari yan dersti. Ben, insanların dünyaya bir geliş nedeninin olduğuna inanıyorum. Benim dünyaya geliş nedenim de bu. Artistik platformda dürtükleyen, iten, neden olan, zemin hazırlayan bir kişiliğim ve yapım var. Sanatı çok seviyorum, moda olmasaydı, tiyatro olacaktı. Sahne sanatlarını, estetiği seviyorum. Sanatla yaşamı ifade etmek, çok önemli bir şey. Yaşamı öğretmek, çok önemli bir şey. Rahmetli annem çok iyi giyinen bir kadındı. Çok güzel bir kadındı. Tahmin ediyorum 11'li, 12'li yaşlara kadar ailesinden gördükleriyle yetişiyor. Şimdiki çocuklar sosyal medyadan, çevresinden fazlasıyla etkileniyor. Biz daha muhafazakar büyüdük, bu doğrudan annemin bana yüklediği bir estetik anlayıştı. Daha sonra ben, Şahika Tekant diye bir arkadaşım var, İstanbul'da tiyatro okulu var. 'Su da Yanar' diye bir film yapmış ve çok beğenilmişti. Sinemayı bıraktı ancak çok güzel sinemacı yetiştiriyor. Onunla çok güzel tiyatro oyunlarımız oldu, sahnede ikimiz beraber görev yaptık.



- Diksiyonunuz çok güzel...

Sesimin rengi, hitap şeklim iyidir. Aslında ben peltek ve kekemeydim. Çok büyük bir kekemelik değil ama diksiyonda hissedilen bir kekemeliğim vardı. Biraz daha var aslında. Ben her zaman hatalarımın ve yanlışlarımın üzerine gidip onları düzeltmekle yaşadım. Çok kitap okudum ve 93 yılında televizyon programı bile yaptım. Esin Moralıoğlu diye bir manken vardı, onunla birlikte Pazar Şenliği isimli programı yaptık. Bir TRT vardı, bir İnter Star vardı. İnter Star da ilk defa inler outları Esinle beraber biz çıkarttık. O zaman salaş eşofmanlar çok modaydı, insanlar artık cılkını çıkarıyorlardı, çarşıya pazara bile eşofmanla gidiyorlardı. Ben programda bunun out olduğunu vurguladığım zaman hakikaten o eşofmanların önü kesilmişti. Eşofmanın evde rahatlamak ve spor yapılırken giyilmesi gereken bir giysi olduğunu savunuyorum. Çarşıya, pazara, kahveye giyilmesi bana itici geliyor. Programıma Türkiye'nin en ünlü modacılarını konuk ettim. İşte o dönem diksiyonumu düzeltmeye gayret ettim. Ufacık, kısacık bir programdı, ama onun için bir hafta çalışırdık. Bir eğlence programının içindeki 20 dakikalık zaman için bütün hafta çalışırdık. Ve sonra erken yaşta, 39 yaşında annemi kaybettim. Ben 20 yaşındaydım, annem çok genç evlenmiş. O yaşlarda rahmetli Barış Manço ile tanıştım...

- Yüzük merakı oradan mı?

Birbirimize etkimiz. Ben de kullanıyordum, o da kullanıyordu. İmaj maker'lık yoktu o zamanlar. Sevgili Barış, çok donanımlı, alt yapısı çok kuvvetli bir insandı. Meslek hayatımda ve özel yaşantımda ondan bahsetmeden geçemiyorum. Benden imaj maker'ı olmamı istedi. Sonra bir gün onun hayatıyla ilgili TRT'de bir program yapılıyordu. Tek televizyon olduğu için bir gece televizyona çıkıyorsunuz, ertesi gün meşhur oluyorsunuz. İşte o programa imaj maker'ı olarak çıktım, ertesi gün yolda yürüyemiyordum zaten ve birden yıldızım parladı. Tek bir makineyle bu işi yapmaya başladım.

- Nasıl oldu da sizi İstanbul'a kaptırmadık?

Teşvikiye'de bir home ofisim vardı, sanatçılara elbiseler dikiyordum; Seda Sayan, Barış Manço, Nükhet Duru... O dönem onları hazırlıyordum ama İzmir'den hiçbir zaman kopmadım. Yukarıda yüce yaratan size yüklüyor, siz istediğiniz kadar tiyatrocu olacağım deyin, yüce yaratan size ne yüklüyorsa o oluyor. Bazen hayatı çok zorlamamak gerektiğini düşünüyorum. İpin ucunu bırakıp nereden ne vurursa, balık avlar gibi oraya yüklenmekte fayda var. Modaya yönelmem gerektiğini hissettim ve 35 senedir bu işi yapıyorum. İzmir'de moda yapmak, çok çok çok zor bir şeydir. İzmir kadını hem şık hem çok seçicidir. Her şeyi giymez. İstanbul'da her şey var, her kesimden her tür insan var ve her türlü malzeme var. Ben tabii ki doku ve malzemelerimi farklı olsun diye İstanbul'dan alıyorum ve İstanbul'a çok sık gidiyorum.

- Bir kadın bir ortamda nasıl yıldızlaşır?

Çok çalıştım ben, senelerdir hiç tatil yapmamışımdır, hiç tatil kültürüm yok ve çalışmaktan beslendiğimi düşünüyorum. Derseniz ki bu elbiseyi nasıl tasarladınız, ilham nasıl geldi, böyle bir şeyler gelmiyor, bende anten devamlı çalışıyor. Ders çalışıyorum ve sürekli kendimi yeniliyorum. Benim artık çok büyük bir birikimim var. Eskiden sadece çalışırdım, yapmam gerekenleri yapardım. Şimdi istediklerimi yapıyorum ve doğru olanı yapıyorum. İzmir kadını ne severse onu tasarlıyorum. Doğru zamanda, doğru kişide, doğru kıyafet diye benim bir sloganım var ve bu sayede başarılı olduğuma inanıyorum. Ben istiyorum diye değil, insanı bu düşünceyle giydiriyorum: Doğru yerde, doğru kişide, doğru zamanda, doğdu kıyafet... Şıklık ya da tarz olmak bence bu demek. Modanın esiri olmak, şıklık demek değil. Vücudunuzu çok iyi tanıyarak, ortam neyse ona göre doğru giyinmek ve biraz da cesaretli olmak, her zaman sizi o gecenin yıldızı yapar.

- Kadınlar size çıldırıyordur; ne yapayım, nasıl yapayım diye...

Ben son beş senedir kreatörlük yapıyorum. Modacı değilim, stilist değilim, designer değilim. Ben kreatörüm; kreatörlük dediğim şeyleri yapan kişidir. Saçından, makyajından, kaşından, çorabından, ayakkabısından tarz yaratan kişidir. Bu da bilgi ve donanım gerektirir. Kendimi bir anka kuşu gibi görüyorum; küllerimden hep doğarım. Biterim, zayıflarım, pes etme noktasına geldiğim anlar olsa da tekrar ayağa kalkmayı çok seviyorum. Pes etmiyorum ve nefes nefese bir hayat yaşadığımı biliyorum.

- Giyimle ilgili yarışmalara yoğun ilgi oluştu. İvana Sert'in de kostümlerini siz dikiyorsunuz, neden İvana Sert?

İvana benim için vitrin. Farkındaysanız benim bir vitrinim yok. Randevulu çalışıyorum. Benim vitrinim yaptıklarım. İvana Sert de benim kostümlerimi taşıyabilecek çok güzel bir kadın. O kadar modacı arasından İzmir'den beni seçmesi de çok güzel bir ayrıcalık. İzmir'i İstanbul piyasasında temsil ediyorum.

- Sosyal sorumluluk projelerinde de yer alıyorsunuz...

En son Nefes projem vardı. Ceyda Ateş ile birlikte Behçet Uz Hastanesi'ne hayat kurtaran bir cihazı, defileden kazanılan parayla alarak hediye ettik. Bu projenin oluşumu yine çok enteresan; ben yukarıdan yönetildiğimi düşünüyorum, hep aynı şeyi söylüyorum ama yönetildim. Yani beynime düşüyor. Çok ihtiyaç olan bir şey yapmam gerekiyor, bu ne olabilir diye düşünüyorken iki gün sonra karşıma Behçet Uz Çocuk Hastanesi'nin vakfından bir kadınla karşı karşıya geldik. Çağırıyorum herhalde; bu kadın geldi ve 'Ertan Bey ah sormayın o kadar çok şeye ihtiyacımız var ki bizim için bir şeyler yapar mısınız' dedi. Neler var deyince önüme koca dosyalar geldi. Ben de param kadar ama en çok işe yarayacak ne olabilir diye düşünürken ciğeri olmayan, çalışmayan, ölüme mahkum olan bebeklere bir cihaz gerekiyormuş; bu cihaz bizim rakama o kadar uygun oldu ki böylece bu projenin ismi 'nefes' oldu. Çocuklara nefesti çünkü bu. Koleksiyonun ismi 'Nefes' oldu.

- Sizi hep siyahlar içinde görüyoruz, neden?

Bana mesela kırmızı da çok yakışır, beyaz da, taba tonları da yakışır ama mesaj farklı. Ben net olmayı seviyorum ve aynı formda görünmeyi seviyorum. Benim fotoğraflarıma bakın, beş sene önceki fotoğrafım da aynı, şimdiki fotoğrafım da aynı. Tek tip giyinmeyi seviyorum. Giyimime mesai ve para harcamıyorum. Şu pantolondan 15 tane var, her gün birini giyiyorum.

- Einstein gibi öyle mi?

Evet. Bunlar benim için forma, benim işim giydirmek, karşıma gelen kişiye o eforu veriyorum ama kendim için zaman ve enerji harcamıyorum. Üzerimi değiştirdiğimde başka bir ceketle podyuma da çıkıyorum, televizyon programına da çıkıyorum. Ben evde de siyahlar içindeyim, böyle yaşıyorum. Yüzüklerim ön planda, bunlar benim nazarlıklarım. Yaşım ilerledikçe onların da sayısını arttırıyorum. Gençken özenti görünüyor, az kaldı serçe parmaklarıma da takacağım... Bununla dikkat çektiğimi biliyorum, tarz olduğumu biliyorum.