Ulus olarak ve elbette ona bağlı olarak yönetim açısından ciddi bir planlama noksanlığı yaşadığımızı kabullenmemiz gerekir.
Ne demektir bu söylediklerim? Elbette; onu da açıklamak benim görevim olmalı. Yukarılardan yani yönetim birimlerinden aşağılara yani bizlere doğru alınan her kararda bir yetersizlik, bir hata birikiminin olduğunu görüp yaşamaktayız.
Sistemsizlikten kaynaklanan bu hata doğurucu kararlar için daha önceki bir iki yazımda ufaktan değinmelerim olmuştu.

Sanırım taşıtlara verilen plakaların iller bazında düzenlenmesi bu düşüncelerime örnek olacaktır. Taşıtlara yeni düzende plaka verilmesi 1963 yılında başlamıştı. O zamanlar aklımda kaldığı kadarıyla ülkemizde 67 il bulunmakta idi. Plakalar da il bazında verildiği için sağ olsunlar o günkü yöneticilerimiz örneğin Düzce'nin Bolu'dan ayrılıp il olacağını, Zonguldak'tan Karabük ve Bartın olmak üzere iki ayrı il oluşturulacağını hiç aklına getirmemişler ki Bolu'ya plaka olarak 14'ü, Zonguldak'a da 67'yi verelim iş olsun bitsin demiş olmalılar. Ama aradan seneler geçince bu kere kim bilir kaç araç sahibi plakalarını değiştirmek zorunda kalmıştır. Olanlar kimin umurunda!

Posta işlemlerinde kullanılan posta kodu konusu da aynı çerçeve içinde değerlendirilmelidir. İl bazında verilen posta kodları, yeni iller oluşturulunca hop aynı plakalarda olduğu gibi aynı değişiklikler. İşte; İstanbul örneği: önceleri merkez için 34, kuzey bölümü için 80 ve Anadolu bölümü için 81 ile başlayan posta kod numaraları verilmişti. Bu kere Osmaniye il olunca 80'lerin, Düzce il olunca 81'lerin yeni sahibi oldu.

Demem o ki, bu sistemsizlik sürdükçe kim bilir ne gibi düzensizliklerle karşılaşacağız? İlginçtir; kimseler, hiçbir devlet yetkilisi yaptığı bu plansızlıktan bu sistemsizlikten kaynaklanan gereksiz israf ortamında kendisini sorumlu olarak görmüyor.

***
Hasbelkader; daha önceki birkaç yazımızda İzmir'deki sokaklarımızın numaralandırılması konularındaki düzensizliği dile getirmişizdir. Üstelik İzmir'imizde sorun katmerli; sokaklarımızın bir bölümü numaralı, bazıları da isimli. Kimselerin de bu düzensizliğe aldırdığı yok.
***
Şimdi asıl konuma geliyorum, benim aklıma takılan ve giderek sorun olmaya dönüşen şu meşhur "kentsel dönüşüm" olayından söz etmek istiyorum.
Ülkemizin deprem kuşağının en riskli bölümünde bulunduğunu yazmama gerek yok sanıyorum. Geçmiş günlerimizi şöyle bir gözden geçirecek olursak gerek ölü sayısı açısından gerekse yıkıma uğrayan yapılar açısından ciddi sorunlarla iç içe olduğumuzu kabullenmek zorundayız.

Cumhuriyet kurulduğu günlerde 13,5 milyon olduğu sanılan ülke nüfusunun çoğunluğunun tarım ile uğraştığı, ülkemizin bir tarım ülkesi olduğu düşünülmekteydi. Yerleşim büyük ölçüde kırsal kesimde yoğunlaşmıştı. Bu yapısal özelliğin 1950'lerden sonra hızla değiştiği köylerden kente doğru denetlenemeyen bir nüfus akımının olduğu bilgilerimiz içindedir. Bu denetlenemeyen nüfus akımının kentlerde ciddi bir takım sıkıntılara yol açacağı kehanet sayılmamalıdır. Kısaca gecekondulaşma olarak bilinen bu yeni yaşam türünün yol açtığı en büyük sorunun niteliksiz yapılaşma olduğunu da bilmekteyiz.

Bu kadarla mı kalınmıştır? Ülkemizin deprem haritalarının bilimsellikten uzak oluşu yanında belediyelerimizin onay ve denetim kadrolarının tam olarak örgütlenememesi nedeniyle ruhsatlı yapılarda da sorunlar bulunmaktadır. Dolayısıyla yapıların bulunulan yörelere uygun olup olmadıkları her zaman tartışma konusudur. 1999 yılında yaşanan Marmara ve Düzce, sonrasında 2011 yılındaki Van depremlerinde yıkılanların çoğunluğu ruhsatlı yapılardı.

İşte; bu yaşanan felaketlerden bir ölçüde ders alınarak 2012 yılında kabul edilip kısaca "Kentsel Dönüşüm Kanunu" olarak bilinen 6306 Sayılı "Afet Riskli Yapıların Yenilenmesi Hakkındaki Kanun" adlı düzenleme 2013 yılında yürürlüğe sokuldu.
Doğrusu bu ya belki de kanunun amacından ve adından etkilenmiş, ülke için ciddi ve olumlu sonuçlar doğurabileceğini düşünmüştüm. Öyle ya, bu kanunun uygulanmasıyla kentlerimiz uygarlık yolunda adımlar atacak, alt yapılar farklılaştırılacak, sokaklar genişletilecek, otopark sorunu çözülecek velhasıl Batı dünyasının özenilen ortamına kavuşacaktık. Bekle ki, olsun (!)

Bizim Karşıyaka'mızda dar sokaklara dar cepheli yeni apartmanlar yapılmaya başlanınca donup kalıyorum. Allah için bu kere temeller sağlam atılıyor, beton demirleri farklılaşıyor. Görüneni yadsıyacak halimiz yok. Neylersiniz bina aynı bina, yenilik diye bir şey yok, otopark filan da yapılmıyor. Komşumuz olan beş katlı bir inşaat için 51.000 lira otopark parasını belediyemize ödemişler, sorun bitmiş. Eski binanın yıkımı ertesinde temel etütleri ve kazıları için yolumuz neredeyse bir ay belki de daha fazla süreyle kapalı kaldı sayılır. Bu nasıl iştir? Anlayan beri gelsin. Sonuçta kazanan belki yıkımcı ve ardından müteahhit olmalı.

Benim bildiğim kentsel dönüşümde bulunulan imar adası bütün olarak ele alınır, yol genişleyecek şekilde yapılar geriye alınır, kat fazlası verilerek yeni bir imar adası oluşturulur. Bu arada otopark sorunu da çözülecektir. Evsel atıkların sokaktaki çöp konteynırlarına atılması önlenecek şekilde bir düzenleme yapılarak ilkel yaşamdan kurtulma çabalarını unutmamak gerekir.

Şimdi; belki de kentteki belirli yaştaki tüm binalar teker teker yıkılacak, yerine teker teker yeni binalar yapılacaktır. Sonuçta değişen bir şeyler olacağını sanmıyorum. Bizim kentsel dönüşümümüz de aynen başka alanlardaki dönüşümler gibi olacaktır. Belirli bir zaman sonra haydi yeni dönüşüm (!)
Esenlikle kalınız...
TÜRKÇE İÇİN NOT
Yanlız değil YALNIZ