17 Aralık sürecine kadar el ele verip, ülkeye büyük hizmetler vermiş İlker Başbuğ gibi eski Genelkurmay Başkanını terör örgütü lideri olmakla, ülkenin aydınlık yüzü olmuş Mustafa Balbay gibi bir gazeteciyi, kendi gazetesine bomba attırmakla, gelecekte güçlenebilecek siyasi bir oluşumun lideri konumunda olan Tuncay Özkan gibi liderlik vasıfları belirgin birini casus olmakla ve birçok topluma değerler katmış önemli kişileri ipe sapa gelmez iddialarla suçlayıp yıllarca cezaevlerinde beraber tutmuşlardı. 17 Aralıkta kendi ipliklerini kendileri pazara çıkarmalarıyla başlayan kavga hala tüm hızıyla sürüyor. Düne kadar ülkeyi paralel beraber yönetip, tüm aydın muhalifleri vatana ihanetle suçlayıp mahkum edenler şimdi birbirlerini örgüt olmakla suçluyorlar.
   
Bu karmaşık süreci biraz derinlemesine anlayabilmek için mesleki gelişimimde çok büyük katkıları olan değerli hocam Celal Odağ'ın ders notlarına yeniden bakıp, onun bize öğrettiklerini yeniden anımsama ihtiyacı duydum.

Ülkemiz birbirleriyle bütünleşememiş, birbirleriyle sentez yapamamış sevgi ve saldırganlığın, ilerleten ve gerileten güçlerin bir etki alanında görünüyor. Toplumumuzdaki inişler ve çıkışlar, dalgalanmalar bu ruhsal güçlerin birbirleriyle birleşemediklerinin işaretlerini veriyor. Çelişki, zıtlık, karışıklık, dağınıklık gibi toplumumuzun yıllardır göze batan özellikleri bütünleşmemiş dinamik güçlerin kanıtlarıdır. Bu bütünleşmemişlikte tarihin izlerini, göçebelikten yerleşime geçişin, Müslümanlığı kabulün, Osmanlı İmparatorluğunun, Sevr'in, Cumhuriyet devrimlerinin etkilerini aramak zorundayız. Çünkü işlenmemiş bu köklü değişimler bin yıllardır bizim toparlanmamızın güçlü engelleridir.
   
Aslında var olan çelişki, zıtlık, dağınıklık çok yaygındır. Birçok kurum ve kuruluşu kapsamış, birçok toplum kesiminde dışa vuruyor. Bugün kurum ve kuruluşlar arasında bir ilişki yok, güçlerini aynı amaçta toplayamamışlardır. İlke, amaç, ülkülerin bütünleştirici, ülkemizi ileriye götürücü etkileri yetersiz kalıyor. Çevre temizliği, okulların bakımı, insana yardım edinmiş örgütlerle, ormanların yıkımı, çete etkinlikleri yan yanalar. Gecekondularla görkemli oteller birlikteler, en yeni yollarda en ilkel trafik kuralları uygulanıyor. En uygar sanat etkinliklerinin yanı sıra 'tetikçilik' gibi gittikçe de yaygınlaşan bir meslek gelişiyor. Rüşvet, hortumlama, içini boşaltma, aldatma, fesat karıştırma, malı yürütme sözcük ve deyimleri gazete sayfalarından düşmüyor, sanki birbirleriyle yıllardır yarışıyorlar.
   
Sayılarını arttırmakta zorlanmayacağımız bu çelişki dolu örnekler ilke ve değerlerdeki karşıtlığın, karışıklığın kanıtları görüntüsündedir. Çelişki, zıtlık, dağınıklık, ortak değer ve doğrularda birleşme eksikliği, kararsızlık, zamanın akıp gittiği duygusu, verimsizlik, kişinin kendisinin ve gerçeğin değiştiği duygusu yapılanmamış toplumsal bir kimliğin 'kimlik dağılmasının' baskın özellikleridir. Psikanalistlere göre bu özellikleri gösteren toplumların özgüvenleri istenen boyutlara ulaşamıyor, güçlerini bir yönde birleştiremiyor, üretken ve verimli olamıyor, çağı yakalayamıyor, uluslar arası saygınlık uyandırmıyorlar.
   
Psikanalistler toplumumuzda güncelleşen dağınıklık, başıbozukluk, yönsüzlük gibi özelliklerden olumlu sonuçlar da çıkabileceğini öğretmektedir. Örneğin biz, ruhsal sağaltıma başlamadan önce hastaya iyi olabilmenin kişisel bir değişime bağlı olduğunu söyler ve ona bu hastalığı yaratan bazı tutum ya da davranışları değiştirmeye hazır olup olmadığını sorarız. Sormamızın başka bir amacı ruhsal değişmelerin sancılı olabileceğini, hatta sağaltımın belli bir döneminde durumlarının daha da kötüleşebileceğini hastalara bildirmektir. Bunun ardından iyileşmenin geldiğini de ekleriz. Biliriz ki değişimden kaynaklanan kötüleşmeler uzun sürmez, ardından dinginlik ve erinç gelir. O nedenle böylesi kötüleşmeler bizi korkutmaz, karamsarlaştırmaz, tam tersine memnun bile eder, umutlarımızı arttırır. Bu bağlamda toplumumuzda gözlenen dalgalanmaları, var olan çelişki ve dağınıklığı toplumsal köklü bir değişimin dışavurumu olarak anlamak istiyoruz. Ulusça çektiğimiz acıları, bir kabuk değiştirmenin sonucu olarak değerlendirmek istiyoruz. Biliyoruz ki ruhsal yapıların sorgulandığı dönemlerde saldırganlık eğilimleriyle geriletici güçler, toplumu ve bireylerin durumlarını kötüleştiren bir etkinlik kazanıyorlar. Toplumsal her değişim, aynı nedenlerle acılar yaşatıyor, sancılar değişimin sürati ve derinliği oranında şiddetleniyor. Değişim, olgunlaşma, yeniden yapılanma, yerleşmiş kalıplar sorgulanmadan, eski birimler çözülmeden sağlanamıyor.
   
30 Mart seçimleri değişimi başlatabilmek için bir başlangıç olabilir. Toplumdaki sıkıntının buhranın yeni bir umuda dönüşebilmesi için bir fırsat olabilir. Bu değişimi başlatmak isteyenler 30 Martta sandık başında olmalıdırlar. Aralıktaki kavgaya kadar el ele ülkeyi kıskaca almaya çalışanlara, ülkenin itibarını dünyada yerle bir edenlere, kendi halkını düşman gibi görüp acımasız davrananlara, dünyanın en yasakçı zihniyetiyle yönetilen parmakla sayılır ülkelerden biri olmaya dur demelidirler.