Genelde spor yazıları yazan biri için; oynanmamış bir maç öncesinde yazı yazmak riskli bir durumdur. Hele ki; genelde yazılar yazdığınız takımın yöneticilerinden biri olmuşsanız. Bu sebeple bu haftaki köşe yazımı; daha çok mesleki alanım olan insan duygu ve davranışları alanı üzerine ayırdım.

Ülkenin bugüne kadar en çok oy alarak tek başına iktidar olan partisinin bakanı yakın zamanda önemli bir açıklama yaptı. "Aydın, eğitimli kişilerden aldığımız oy oranları çok az. Bizim amacımız o kesimlerde de oy oranımızı yükseltmek." Gezi olayları sırasında hükümete tepki gösterenlerin birçoğunun eğitim seviyesi ve yaşam kalitesi, hükümetin siyasi ve ekonomik politikalarından memnun olarak oy atan kişilerden çok daha yüksekti. Peki, birçok kişinin merak ettiği gibi; bu durum nasıl açıklanabilir? Amerikalı düşünür Eric Hoffer'in saptamalarının bugün yaşanılan paradoksu anlamamızı kolaylaştıracağını düşünüyorum.
Çevreleri tarafından korkutulmuş kişiler durumları ne kadar kötü olursa olsun; değişiklik düşünmezler. Çevresinde egemenlik kurmasının imkansızlığı iyice belli olan; hassas dengeli bir hayat yaşıyorsa kişi, mevcut dengeye ve kendini kanıtlamış güçlere sıkı sıkıya tutunma eğilimi gösterir. Yaşam biçimini değişmez bir olağanlık haline getirerek, içine yerleşen güvensizlik duygusunu bastırmış olur. Bu yüzden, kendini korkutan çevreye egemen olduğu sanısıyla yaşar.

Düşkün yoksullar; çevrelerindeki dünyanın ürküntüsü içinde yaşarlar ve değişikliği sevmezler. Açlık ve soğuk kapıya dayandığında hayat tehlikededir. Bu yüzden yoksul kişiler de zengin ve imtiyazlı kişiler gibi muhafazakar olurlar ve sosyal düzenin değişmeksizin devam etmesinde aynı önemde rol alırlar.

Sosyolojik gözlemler göstermiş ki; köle hayatı yaşayanlar yoksul olduğu halde; köleliğin yaygın olduğu ve uzun süre devam ettiği yerlerde bir kitle hareketinin doğması zayıf bir ihtimaldir. Köleler arasında mutlak eşitlik ve köle mahallerindeki samimi ilişkiler, bireyin hayal kırıklığını önler. Köleliğin yerleştiği bir toplumda başkaldıranlar; yeni köle olanlarla kölelikten özgür bırakılanlardır. Bu ikincilerin hoşnutsuzluğunun kökü; özgür hayatın onlar üzerinde yüklediği kişisel sorumluluktan gelir.

Özgürlük hayal kırklığını azalttığı gibi; aynı oranda çoğaltır da. Seçme özgürlüğü; başarısızlığın suçunu bireyin omuzlarına yükler. Ve özgürlük; birçok işe teşebbüs etme cesaretini sağlayacağından; başarısızlık ve hayal kırıklığı miktarı da böylece artmış olacaktır. Diğer yandan hareket, değişiklik ve protesto imkanı sağlamakla özgürlük, hayal kırıklığını azaltıcı niteliktedir. Bir insan kendisine bir mevki sağlayacak yeteneğe sahip değilse; özgürlük onun için sıkıcı bir yüktür. Yeteneksiz olan biri için seçme özgürlüğünün faydası ne olabilir?

O halde bir kitle hareketinin yayılması için en elverişli ortam; nispeten bir özgürlüğün bulunduğu, fakat hayal kırıklığı azaltıcı özelliklerin bulunmadığı toplumdur. Fransız devrimine köylülerin katılmalarının gerçek nedeni; bu köylülerin Alman ve Avusturya köylülerinin aksine, bir tür kölelik olan serflikten tamamen kurtulup birer toprak sahibi olmalarıdır. Aynı şekilde, Rus köylüleri bir nesil veya daha fazla süreyle özgürlüklerine kavuşmamış ve özel toprak sahibi olmanın tadını tatmamış bulunsalardı belki de bir Bolşevik devrimi olmazdı.

Büyük değişiklik hamlelerine katılmakta gönüllü olan kişiler, genellikle kendilerinin büyük güce sahip olduklarına inanırlar. Fransız devrimini yapanlar; insan mantığının ve sınırsız zekasının yüceliğine aşırı derecede inanmıştı. Atatürk devrimlerine inanan kişiler de; önderlerini ve ilkelerini yücelterek cumhuriyetin payidar olmasını sağlamışlardı.

Bugün yaşanılanları hangi tarafta olursanız olun, bir de bu bilimsel pencerenin ışığında değerlendirmenizi öneriyorum. Hareket; değişiklik ve protesto imkanı tanımayan bir özgürlük anlayışının ne kadar hayal kırıcı olduğunu hep beraber yaşamıyor muyuz?