İstanbul’da yaşayanlar, bu günlerde hangi kültür-sanat etkinliğine gideceğini şaşırmış durumda. Şehir, geçtiğimiz hafta bir açılış bombardımanı yaşadı.

İstanbul Bienali’nin “İyi Bir Komşu” temasıyla düzenlenen on beşincisi ile Contemporary İstanbul’un on ikincisi, alınan karar doğrultusunda bu kez eşzamanlı olarak açıldı.

Çin’de yetişen en önemli çağdaş sanatçılardan biri olan Ai Weiwei, Türkiye’deki ilk sergisini Sakıp Sabancı Müzesi’nde açarken, yeniden inşa edilen, Beyoğlu’ndaki Yapı Kredi Kültür Sanat binası, “Sarmal” başlıklı sergiyle açılışını yaptı.

Bu nitelikli yoğunluğu kıskanaduralım, gerek Bienal’in rüzgarıyla, gerekse şehrin kendi dinamikleriyle, İzmir’de kültür-sanat gündemi de önümüzdeki günlerde hareketli.

İstanbul Bienali bünyesindeki “Komşu Etkinlikler” kapsamında, Sanatçı Gözde İlkin’in “Yer Düşü” adlı sergisi, PORTIZMIR4 (4. Uluslararası İzmir Güncel Sanat Trienali) dahilinde, İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde izleyiciyle buluşacak. Böylelikle ilk kez, İstanbul dışında düzenlenen bir sergi, Bienal programında yer almış oluyor. Sanatçının odaklandığı sınır, aidiyet, hafıza ve mekan gibi konuları, doğa ve toplumsal süreçler üzerinden kurguladığı üç eserden oluşan sergi, 22 Eylül’den 12 Kasım’a kadar görülebilecek.

Yine PORTIZMIR4 çerçevesinde, İtalyan Mimar Marco Paolo Servalli, İzmir İtalyan Konsolosluğu’nun davetlisi olarak, kentsel yenileme ve peyzaj odaklı bir konferans ile mimarlık-tarım-kent konularının tartışılacağı bir yuvarlak masa toplantısı için İzmir’e geliyor. Etkinlik, İtalyan Gazeteci-Fotoğrafçı Piero Castellano’nun, iki ülke arasındaki benzerlikleri ortaya koyan “Aynanın İçinden – İtalya ve Türkiye” başlıklı fotoğraf sergisiyle birlikte 18 Eylül’de Mimarlık Merkezi’nde gerçekleşecek.

Arkas Sanat Merkezi, sezonu Arkas Koleksiyonu’na ait “Su Manzaraları Seçkisi” ile 19 Eylül’de açıyor. Batı resim geleneğinin önemli bir kısmını oluşturan peyzaj resimlerini içeren sergi, 29 Aralık’a kadar gezilebilecek.

Ayrıca, bağımsız filmleri sinema perdesinde izlememize imkan veren “Başka Sinema” festivali, sekiz şehirle birlikte, 28 Eylül’e kadar İzmir’de düzenleniyor. Festival dahilinde, “Son Portre” ve “Manifesto” filmlerini Karaca Sineması’nda izledim.

Son Portre, Yirminci Yüzyıl’ın en büyük sanatçılarından Alberto Giacometti’nin, Amerikalı yazar James Lord’un portresini yapma sürecini konu alıyor. Sanatçının kapsamlı bir biyografisini de yazmış olan Lord’un “Bir Giacometti Portresi” adlı kitabından yola çıkmış.

Sanatçının Paris’te sürdürdüğü bohem yaşam tarzına, parayla ve kadınlarla olan ilişkisine dair unsurlar gördüğümüz filmin esas vurgusu, Giacometti’nin mükemmeliyetçiliği. Sanatçının birkaç saat, belki yarım gün süreceğini söylediği portre yapımı, fırça darbelerinden asla tatmin olmaması sonucu, haftalara yayılıyor. Lord, bitmek tükenmek bilmeyen bir yapma-bozma döngüsü içinde, sürekli ülkesine dönüşünü erteleyip poz vermeyi sürdürüyor. Bir yandan onur duyarken, bir taraftan ümitsizliğe kapılıyor.

Sanatçıların yaratım süreci, benim gibi birçok kişi için merak konusudur. Başroldeki Geoffrey Rush’ın yine harikulade olduğu film, büyük bir sanatçının çalışma biçimine, yazarın gözünden samimi ve nükteli bir dille ışık tutuyor.

Cate Blanchett’ın her zamanki kuvvetli oyunculuğuyla on üç farklı karakteri canlandırarak sırtladığı Manifesto ise, bugüne kadar izlediğim en ilginç ve çarpıcı yapımlardan biri. Alman Sanatçı Julian Rosefeldt’in yazıp yönettiği, karakterlerin eş zamanlı olarak on üç farklı ekranda gösterilen monologlarından oluşan video enstalasyonunun (yerleştirme), filme dönüştürülmüş hali.

Karakterlerin çok güçlü, derin, sofistike ve genellikle öfkeli, sert bir dille aktardığı manifestolar, onlarca sanatsal, politik ve kültürel bildiriden alıntılar içeriyor; Dadaizm, Fütürizm, Pop Sanat gibi birçok sanat akımına gönderme yapıyor. Sahneler ve mekanlar son derece şaşırtıcı, hatta absürt. Sanat tarihine, sanat teorisine ve felsefeye meraklı olanlar filmi soluksuz ve zaman zaman gülümseyerek izleyecekken, film bu konulara ilgi duymayanlar için zorlayıcı olabilir.