Bilir misiniz başlık olarak kullandığım "Kudüs, Ey Kudüs" bir kitabın ismidir. İkisi de gazeteci olan Amerikalı Larry Collins ve Fransız Dominique Lapierre 1947-1948'lerde yani İsrail'in bir devlet olarak oluşmaya başladığı yıllarda Filistin'de yaşanan trajediyi yansıtan bir kitap yazmışlar. "O Jerusalem" adıyla yayımı yapılan bu kitapta Kudüs için merak edilen her konuya değinildiğini söylememiz gerekir. Daha sonra; az önceki satırlarımızda yazdığımız üzere bu kitap, "Kudüs, Ey Kudüs" adıyla Türkçemize kazandırılmıştır.

Yahudilik hem bir dindir ve din esasına dayalı İsrail açısından önemlidir. Derler ki bir Yahudi Hz. İsa yeni din kurmuş, inançlarda değişiklik yapmıştır. Karl Marx 19. yy.'ın sonlarında bütün ekonomik teorileri altüst eden bir teori ortaya koydu; o da Yahudiydi. Bir diğer Yahudi Albert Einstein, bir teori üretmiş fizik kurallarının değişmesine neden olmuştur. Bir başka Yahudi Sigmund Freud, cinsellik alanında yepyeni düşünceler ileri sürerek o güne kadarki inançları bütünüyle yıkabilmiştir. Bu kısa açılımdan sonra şimdi asıl konumuza Kudüs'te olan bitenlere kısaca göz atmamıza ne dersiniz?  

Kudüs, özellikle dinler tarihinde tüm insanlık için önem taşıyan bir yerleşim noktası olmuştur. İbrahimi dinlerin doğuşunun Yahudilik ile başladığını biliyoruz. Tevrat'ta anlatılan belki de tüm olayların Filistin, Mısır ve Mezopotamya üçgeni içinde yaşandığı da bilgilerimiz içinde olmalıdır. Yahudi inanışına göre "Arz-ı Mevud/ Vaad Edilmiş Topraklar" olarak adlandırılan bu bölge daha sonra Kudüs'te Hz. İsa'nın doğumuyla daha farklı bir konuma dönüşmektedir. O kadarla da kalınmamış olmalı ki bu kere İslamiyet'in ilk yıllarında kıblenin Kudüs'e yönelik olduğunu bilgi dağarcığına eklememiz gerekir. Üstelik Hz. Muhammmed (S.A.S.), Müslümanlar için önemli bir inanç kavramı olan "Miraç" için "Burak" adlı mukaddes atla Mekke'de  Mescid-i Haram'dan Hz. Cebrail eşliğinde Kudüs'te Mescid-i Aksa'ya ulaşmış, oradan da Allah'ın huzuruna kabul edilmiştir. Dolayısıyla Kudüs; bu yönüyle de Müslümanlar için önemlidir.

Roma İmparatorluğu'nun hüküm sürdüğü dönemde günümüzdeki Filistin'de Yahudiler yerleşiktiler. Bir yandan Hristiyan dininin gelişmesi  öte yandan çok tanrılı Romalıların baskıları nedeniyle Yahudiler o günlerde dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Ancak bu dağılma, Yahudilik bilincinin kaybolmasına yol açmadı. Yahudiler, o günlerdeki devletlerin bünyelerinde baskılara karşılık kimliklerini kaybetmeksizin varlıklarını sürdürebildiler. Çoğunlukla ticaret alanında sürdürdükleri  yaşamlarını bankerlik, kimya ve tıp alanlarında genişlettiler. Kral ve padişah saraylarında hekimlerin çoğunun Yahudi olduklarını biliyoruz. Bununla birlikte gerek Hristiyan gerekse Müslüman görünümlü Yahudilerin her iki dinde de önemli mevkiler kazandıklarını görmekteyiz. Müslümanlığın ilk yıllarında yaşayan Abdullah Bin Sebe'yi örnek olarak verebiliriz.
Öte yandan Ortaçağ karanlığında Endülüs Emevi Devleti'nde yaşayan Yahudi kökenli  "İbn-i Meymun / Maimonides" (1135-1204) adlı felsefecinin Yunan felsefesinden yaptığı aktarmaların ve açıklamaların önemini belirtmemiz gerekecektir. Adı geçen düşünür, İslam dünyasında  İbn-i Haldun ve İbn-i Sina'yı doğrudan etkilemiştir.
***
Şimdi kendimizi Haçlı Seferleri diye anılan gelişmelere gelmiş sayabiliriz. Bilindiği kadarıyla 1096-1272 tarihleri arasında yapılmış sekiz tane Haçlı Seferi bulunmaktadır. Kudüs'ün Hz. İsa'nın doğum yeri olması nedeniyle Hristiyanlık dünyasında  ayrı bir yerinin olduğunu yinelememize gerek yoktur sanırım. Ancak Hristiyanlar, gelişen İslam egemenliği içinde hapis olarak gördükleri Kudüs için Papalık önderliğinde tüm Avrupa devletlerinin katılımıyla zaman zaman 500.000 kişiyi aşan bir ordu birliği oluşturdular. Haçlı Seferlerini oluşturan güçler Bizans İmparatorluğu'nun himayesi altında Anadolu'ya geçirilmiş orada da Anadolu Selçukluları Devleti'nin karşı koymasıyla yıpranmışlar fakat sonunda Kudüs'e ulaşmışlardır. Haçlıların Kudüs'te yaptıkları ya da yapamadıklarının öyküsü çok ayrı bir inceleme konusu olmalıdır. Ancak kısaca yazmak gerekirse Haçlıların oradaki yerleşimleri hiçbir zaman süreklilik göstermemiştir. Örneğin 3. Haçlı Seferini gerçekleştiren güçler Selahattin Eyyübi  tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Aslan Yürekli Richard olarak bilinen İngiltere Kralının yaşadıkları günümüze dek söylenegelmiştir.
***
1517'deki Ridaniye Savaşı'nda Yavuz Sultan Selim Mısır'ı ele geçirmiş, bu arada Filistin toprakları da Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Osmanlı yönetiminde Filistin'de tam anlamıyla bir barış dönemi yaşanmıştır.

Falih Rıfkı Atay, Birinci Dünya Savaşı'nda yedek subay olarak IV. Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın karargahında görevlidir. Yazarımız, anılarında, ordunun karargahının bulunduğu Kudüs ile çevresinde yaşananları Türkçemizin akıcı yazın örneklerini vererek anlatmaktadır. "Zeytindağı" adlı kısa sayılabilecek anılar kitabını o günlerin Filistin'ini tüm açıklığıyla anlatabilmesi açısından çok ilginç ve değerli bulmamız gerekir. Zira savaşta müttefikimiz olan Almanya'nın "Tavşana kaç, tazıya tut" dercesine Filistin'de Yahudi yerleşim bölgelerinin oluşmasına yol verdikleri öylesine açık ve örnekleriyle anlatılmaktadır ki şaşar kalırsınız. Hemen ertesinde Kudüs'ün savaşılmaksızın İngilizlere teslim edilmesi de Almanların önerisiyle gerçekleşmiştir.

Unutulmasın düşman tek yönlü değildir; savaş süresince öylesine yoğun bir propaganda çalışması vardır ki İngiliz birlikleri komutanı Gn. Allenby dindaşlarımız Araplar tarafından "El Nebi" olarak tanımlanabilmektedir. Varın ötesini siz düşününüz.

Öte yandan; İngiltere Dışişleri Bakanı "Balfour" 02.11.2017'deki bildirisiyle Majesteleri Hükümeti'nin Filistin'de bir Yahudi yurdu kurulabileceğini kabul etmiştir. Bu uygulamanın, bu oldu bittinin temelleri öneri olarak 20 sene önce İsviçre Basel'de Theodor Herzl başkanlığında toplanan I. Siyonist Kongresi'nde atılmıştı. Şimdi müttefik devletler uygulamaya geçmiş oluyorlardı.

Aradan çok zaman geçmiş sayılmamalı. II. Dünya savaşı boyunca ve ertesinde Filistin'e akıl almaz ölçüde Yahudi akımı olmuş, Araplarla, Filistinlilerle yapılan ve sonu gelmeyen savaşlara karşın orada bir devlet kurulması 1 Mayıs 1948'de gerçekleşmiştir.

Sonrası mı onu hiç sormayın. 1956'da, 1967'de ve 1973'te yapılan Arap-İsrail Savaşlarında ezilen hep Araplar olmuş, İsrail her seferinde topraklarını genişletmiştir. Ne büyük devletler dinlenilmiş ne de BM kararlarına uyulmuştur. İsrail ne uluslararası hukuk kurallarını ne de insan haklarını dinler olmuştur.

Şimdi bu üst bölümlerde İsrail'in oluşum serencamını bir ölçüde anlatır olduk. İnançsızlığıma vermeyin, yılgın olduğumu da kabul edemem ama ortada bir gerçek vardır. Ve bana kalırsa korkarım belki İsrail'in insanlığa karşı göstereceği başka sıkıntıları da yaşayabiliriz.

Dolayısıyla bizim AKP Genel Başkanımızın öyle "Ey Trump, ben de senin kararını tanımıyorum" demesinin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. "Atı alan çoktan Üsküdar'ı geçmiştir." Yazımızın başında söz konusu ettiğimiz "Arz-ı Mevud" gerçeğini hatırdan çıkarmayalım, bu da benim düşüncem.
Esenlikle kalınız...