Doğaldır; böyle bir başlıktan sonra ne diyebilirdim ki? Elbette başlığın sonrasında "silindi" diyecektim. O halde yineleyeyim "Kulağımızın pası silindi".
İstanbul'daki üniversite eğitimini ve askerliğimi bitirdikten sonra (1967) geldiğim İzmir'de ciddi bir boşluğa düşmüş gibi hissetmiştim kendimi.
Üniversite eğitimim sırasında (1959-1963) ve ardından bilerek uzattığım İstanbul'daki yaşamımda tiyatro ve opera benim için oldukça ilgi çekici bir yer kaplamıştı. Aynı fakültede birlikte okuduğumuz can ciğer arkadaşım kulakları çınlasın Mete Çıngay'la hemen hemen hiçbir tiyatro oyununu sektirmezdik. O günler; gerek devlet tiyatroları gerekse özel tiyatroları için en şaşaalı günler olarak değerlendirilmeli. Hani derler ya "Yıldızın Parladığı Anlar"; gerçekten o günlerin tiyatro alemi için bu deyimi rahatlıkla kullanabilirdiniz.

Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosu, Haldun Dormen'in Küçük Sahnesi, Muammer Karaca'yı saymıyorum bile. Üstelik ben bir ölçüde şanslıydım da neden mi; söyleyeyim, Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosu'nun figüran değil ama alt kadrosunda oynayan bir kız arkadaşım vardı. Onu nasıl unuturum? Dünya tatlısı Aylin Çobanoğlu'nu unutmak geçmişe haksızlık olmaz mı? Keşanlı Ali Destanı adlı oyunu kim bilir kaç kez izlemişimdir, hem de en torpilli yerlerden.
Ankara'dan sonra İstanbul'da opera çalışmaları başlamıştı. Sanırım "Madam Butterfly" İstanbul'da ilk kez sahneleniyordu. Vallahi inanın o iki bileti nerelerden bulduk da Mete ile birlikte Tepebaşı'ndaki opera sahnesine hem de galaya gittiydik, geçmiş zaman hatırlamıyorum.

İstanbul'larda işte böyle yaşayın da gelin İzmir'e boşluğa düşmeyin. Neyse o günleri bir kenara bırakalım da günümüz İzmir'ine gelelim. Şimdilerde Güzel İzmir belki de daha özgür düşünce ortamı yaratabildiği için tiyatro ve opera konusunda  bana kalırsa İstanbul'a fark atar konuma dönüşmüştür. İstanbul'da tiyatrolara yapılan saldırıları unutmayın. Üstüne üstlük yanlış bilmiyorsam şu anda opera çalışmasının da olmaması lazım. Sebep mi? Her şeyden önce sanata önem veren  belediyelerden yoksun bu mega kentimiz. Varsa yoksa cami de cami hem de en büyük olacak.

Neyse ben bu yazımın temel sebeplerine döneyim. Evvelki gün Karşıyaka Belediyesi'nin "Hikmet Şimşek Sanat Merkezi"ndeki muhteşem bir etkinliğin izleyicisi olabilme şansını yaşadık.
Yiğit Günsoy adlı genç bir yönetmenin düzenleyip bizlere sunduğu etkinliğin adını söyleyeyim: "Operadaki Türk Karakterleri". Bakar mısınız, doğrudan opera değil de özellikle Türkler üzerine yazılmış operalardan seçmeler. Bundan iyisi bilmem ki derler hani "Şam'da Kayisi" işte o hesap.
Sevgili Yiğit Günsoy; hiç üşenmemiş ve sanırım uzunca süren bir araştırma döneminden sonra Türkler üzerine yazılmış operaları didiklemiş, sonuçta harikulade bir etkinliği bizlere sunmuş. Keşke yerimiz olsaydı da kendisinin ağzından etkinliğin tanıtım yazısını birebir sizlere aktarabilseydim.
Ama kendimi tutamayıp bir bölümünü aktaracağım sizlere, bakalım neler yazmış çalışması için Yiğit Günsoy: "Örneğin Türkler, 1600'lü yıllarda yaşamış olan Vivaldi ve Hendel'den 1700'lü yıllarda yaşamış olan Mozart ve Weber'e, 1800'lü yıllarda yaşamış olan Rossini, Bizet ve Donizetti'den, 1901 yılında hayata veda eden Giuseppi Verdi'ye kadar çok değişik ülkelerde yaşamış, değişik dillerde eser vermiş ve değişik yüzyıllarda aktif olarak beste üretmiş sanatçıların eserlerine konu olmuştur.   ...   Belirtmek isterim ki bu gece dinleyeceğiniz bazı parçalar Türkiye'de ilk defa Karşıyaka'da seslendirilecektir"    
Peki; dekor, kostüm ve  tasarımı yükümlenen Gülden Sayıl'dan söz etmezsek haksızlık olmaz mı? Tüm müzik parçaları ile bu denli özdeşleşen hadi yinelemiş olayım; dekor, kostüm ve tasarım olabilir mi? O güzelim opera aryalarını çok enstrümanlı  gibi seslendirebilme becerisini gösteren Piyanist Tuğçe Özaytekin için bilemem ne türlü metihkar bir ifade kullanabilirim ki?
Elbette İzmir Devlet Opera ve Balesi'nin değerli sanatçıları için de bir şeyler yazmamız gerekir. Opera sanatçılığı zordur. Hem rol yapacaksınız hem de müzik eşliğinde aryanızı gerçekleştireceksiniz. Doğrusu bu ya sopranolar Birgül Su Ariç ve Filiz Güneş; Mezzosoprano Evrim Özülgen; Tenor  Ayhan Uşluk; Bariton Serhat Konukman ve Bas Tuncay Kurtoğlu  tüm salonun tüm izleyicilerin belki de en mutlu anlarını yaşamalarına vesile oldular.
Etkinlik bittiğinde; Hikmet Şimşek Sanat Merkezi'ni belki de o güne kadar görülmemiş bir alkış dalgası sardı. Tüm izlerin alkışları dakikalarca susmadı. Doğrusu bu ya etkinlik bu alkış tufanını çok çok hak etmişti.
Bu arada, 500 kişilik Hikmet Şimşek Sanat Merkezi tamamen doluydu. Üstelik, seyircilerin bir bölümü merdivenlere sıralanmak durumunda kalmışlardı. Ama kimse halinden de şikayetçi değildi.
Hepsine, katkıda bulunan herkese tebrikler. Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar'a teşekkürler.
Esenlikle kalınız...
TÜRKÇE İÇİN NOT
Taşaron değil TAŞERON.