Lütfü Dağdaş-1960'lar ile 70'lerdeki çocukluğuma gittiğimde; Körfez'de; Karşıyaka sahili, mahalle arkadaşım Ömer ile birlikte rahatlıkla denize girdiğim, kumsalında ateş yakıp teneke üzerinde siyah midye ile kaba lidaki, isparoz (küçük boyutta yakaladıklarımızı, büyü de gel, diyerek hemen denize geri gönderirdik) balıklarını boklu kebap olarak pişirip yediğimiz yerdir. Bir şey daha yapmışızdır Ömer ile. Soğukkuyu'ya değin yaya yürür, oradaki marangozlardan çıta satın alır, mahalle bakkalının parasız verdiği şeker çuvalını bu çıtaları çatarak oluşturduğumuz omurgaya gerer, su geçirmezliğini sağlamak adına iki kat boyar, böylelikle yaptığımız botun içine girer, gün batımlarına değin Körfez'de kürek çeker, keyif sürerdik. Öyle çoğu kimsenin bugün olduğu gibi uzak sahillerde yazlığı yoktu o yıllarda. Bizim de yoktu. Olsa bile yazlıklara gitmek için kilometrelerce yol gitmemize de gerek yoktu. Sahil; yeşil, mavi, lacivert tertemiz suyuyla yüzmemiz için evlerimize hemen on adım uzaklıktaydı. Bu keyif değil midir sizce?
        
Şimdi de, batıda Karaburun Yarımadası, doğuda Yamanlar Dağı arasına girmiş hayli geniş Büyük Körfez ve iç körfezin Kadifekale tepesine yaslanmış İzmir'in ünlü Kordon'u ile karşısına denk düşen Karşıyaka ve Bostanlı sahillerinin tadını çıkarmaya elimden geldiğince çaba gösteriyorum. Ama günümüzde hayli yaygın olan kıyı avcılarından birisi artık değilim çünkü özellikle 1970'lerden itibaren hızla kirlenen Körfez'den çıkan balıkların hiç de sağlıklı olmadığına inanıyorum. O açıdan her iki sahil boyu benim yürüme güzergahım. Bir de Karşıyaka Yelken Kulübü'nün minik optimistçilerinin cumartesi pazar günleri  gezmelerine rastlarsam, bayılıyor, onları seyrediyor, fotoğraflarını çekiyorum.
        
Karşıyaka'dan karşıya ya da karşıdan Karşıyaka'ya geçişlerimde en çok kullandığım Körfez ulaşımında mevsim ne olursa olsun beni hep güvertede görebilirsiniz. Çünkü güverteden Körfez'i çeviren Büyük Yamanlar Dağı ile Çatalkayalar'ın ya da Körfez'in ağzındaki Karaburun siluetinin doyumsuzluğu hiç de öyle ıskalanası bir görüntü değildir.
        
Körfez'den unutamadığım bir başka tat; yine gençlik yıllarımda, Demokrat İzmir Gazetesi'ndeki işime giderken beraber yolculuk ettiğim Genel Yayın Yönetmenim Attila İlhan (15 Haziran 1925-  Ekim 2005) ile olan birlikteliğimdir. Romancılığı, söyleşi, sinema film senaryosu, deneme ve anı yazarlığı ile tv proğramları dışında "Sisler Bulvarı", "Ben Sana Mecburum", "Yasak Sevişmek", "Tutuklunun Günlüğü" gibi şiir kitaplarıyla, "Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular", "Ayrılık sevdaya dahil" gibi unutulmaz dizelerin şairiyle aynı vapurda işe gidip gelmek ne varsıllıktır, bir bilseniz. İşte, sözünü ettiğim, o varsıllığın tadıdır. Şimdi Karşıyaka sahilindeki büstünü her selamlayışımda o yıllara gitmenin hüznüyle mutluluğu sarmalında eh azıcık ta sarhoş olurum... O vapurlardan birinin adı Sur, diğeri Efes, bir diğeri de Selçuk'tu. Bugün üçü de yok artık! Yine değerli Şairimiz gibi söyleyelim: Elde var hüzün!
        
Bu arada özellikle belirtmeliyim ki, çocukluğuyla ilk gençliğinin bir bölümünü İzmir'de geçiren, yine edebiyatımızda iz bırakmış romancılarımızdan  Halid  Ziya Uşaklıgil'in (1866-27 Mart 1945), "İzmir Hikayeleri" adlı anısal öykü kitabında anlattığı İzmir, bendeki İzmir tadının öncelikli kaynaklarından birisidir. Bu kitabında, ömrünün son dinlenme yıllarını İstanbul Yeşilköy'deki köşkünde geçirirken, yaşlılık döneminde son bir kez olarak geldiği İzmir'de,  Kordon'dan söz eden satırları şöyledir Uşaklıgil'in: "Ah bu deniz!.. Günün her saatinde başka tablolar gösteren, özellikle akşamüzeri, gecenin ilk karartıları daha yayılmadan önce, batmak üzere olan güneşin kızıl parıltıları suları çalkantıları üzerinde oynaşırken, birer birer silinip yerlerini gölgelere terk ederken, ben bu denizin karşısında ne hayallere dalmış, gençliğimin nasıl düşlemeleri içinde yüzerek ömrümün gelecek yılları için ne zengin emellerle uyuşmuştum."
        
Yazar bu satırları kaleme aldığı sırada, Birinci Kordon'da, uzun yıllar NATO binası olarak kullanılan, sonrasında orduevine dönüştürülen yerde var olan Şehir Gazinosu'nda sahnede bulunan caz orkestrası tatlı ezgilerini Karşıyaka'ya değin duyurmaktadır. Evet Karşıyaka'ya değin. Öyle ki, Telefunken firmasının 1936 yılında ses düzeni kurduğu gece, orkestranın üçüncü parçayı çalmasının ardından gazino müdüriyetine gelecek telefonda, "sizi Karşıyaka'dan arıyoruz" denilecek ve "Orkestra üçüncü parçayı pek güzel icra eyledi, rica etsek bir daha çalarlar mı?" şeklinde istekte bulunulacaktır.  
    
    

        
İzmir Körfezi'nden söz ederken madem Halit Ziya Uşaklıgil'e değin gittik, biraz daha eskiye, Osmanlı'nın son yıllarına inip işi renkli kılalım isterim:
        
Bugün Kabotaj Bayramlarında Türk Deniz Donanmasına ait gemilerin ışıklarla süslenerek Körfez'de demir atmaları geleneğinin biraz eskilerine gittiğimizde, Padişah Abdülhamit döneminde bir başka gelenek karşımıza çıkar. Bu Padişah döneminde, yabancı bandıralı donanma gemilerinin Çanakkale Boğazı'ndan geçerek İstanbul'u ziyaret etmeleri, "evham-ı şâhâneye" dokunduğundan, yasaktır. Bundan dolayı, yabancı donanmaları, Padişahın tahta çıkışı (cülus) ile doğuş (velâdet) günlerinde memleketin dört bir tarafında yaptırılan şenlik günlerinde İstanbul yerine İzmir'e gelirler, Körfez'de demirledikten sonra, vilâyet makamına tebriklerini sunarlardı. O yıllar İzmir'in bağlı olduğu Aydın ilinin valisi de, kumandan ve zabitana, hükümet konağında mükellef balo ve eşliğinde ziyafetler verirdi.
        
Bu ziyaretlerin gerçekleştiği yıllardan birinde, Vali Abdurrahman Paşa zamanına ait bir olay Vilâyet Mektupçusu Mustafa Kâmil (Dursun) (1878-1951) tarafından şöyle anlatılır:
        
İngiliz Donanması İzmir Limanı'na gelmiştir. Vali Paşa, onurlarına balo düzenler. Baloda İmparator şerefine şampanyalar içilmektedir. Ancak Vali Abdurrahman Paşa, şampanya kadehi içinde, önceden hazırlanmış olan şampanya rengindeki şerbeti içecektir.
        
Söz Vilayetten açılmışken, Körfez'i en güzel gören konuma sahip Konak'taki Valilik binasının bahçesindeki ağaçlar neden kesildi, bunu da buraya not olarak koymakta yarar var:
        
Yine Padişah Abdülhamit döneminde İzmir Valiliğine Kamil Paşa atanır. O güne değin birkaç kez sadrazamlık yapmış olan Paşa, istemeyerek geldiği İzmir Vilayeti valilik makamını "sürgün" olarak nitelendirmiş, valilik fermanının okunması bitmeden töreni terk etmiş, böylelikle öfkesini ortaya koymuştur. Az konuşan, hiç gülmeyen, giyim kuşamına hayli dikkat eden, dahili ve siyasi işlerde çok titiz davranan, İstanbul'dan gönderilen jurnalcilerle, hafiyelere yüz vermemenin ötesinde sırasını düşürdükçe bu gibileri ezerek vilâyetten uzaklaştıran Kâmil Paşa'nın önde gelen bir özelliği de, Abdülhamid'in gadrine uğrayarak İzmir'e sürgün edilmiş değerli bilgi ve görgü sahiplerini koruyup kollamasıdır. Öyle ki, bunun sonucu olarak zamanında, İzmir'de, matbuat yaşamı gelişme göstermiştir.
        
Kâmil Paşa'nın valiliği döneminde İzmir Limanı'na gelen yabancı ziyaret gemilerinin sayısında da artış söz konusudur. Avusturya, İngiltere, hatta Yunan donanmaları bu ziyaretlerde önde gelir, komutanları Vali Beyi ziyaret ederlerdi.
        
Sonuçta, İzmir'e gelmiş olan İngiliz donanması kumandan ve zabitlerinin ziyaretleri dolayısıyla ziyafet ve balo düzenlenir. Mevsim yaz, hava da hayli sıcaktır. Balonun, hükümet binası önündeki, Saat Kulesi'ne bakan çifte havuzlu bahçede yapılması uygun bulunur ve hazırlıklara girişilir. Kimin öngörmesi ve oluruyla bilinmez, bahçenin sık ve yetişkin ağaçları sırf bu balonun düzenlemesi için kesilir. Ağaçların kesildiği boşluklara eğreti localar kondurulur.
        
Sık ve yetişkin ağaçların kesilmesinden dolayı en fazla üzülen kişi bahçenin emektar bahçıvanı Mehmed Ağadır. Kesim sırasında bir yandan sövüp sayarken, bir yandan da duyduğu derin üzüntü nedeniyle uzun uzun ağlar.
        
Valiliği dönemini bilenler; Kâmil Paşa'nın, pasif bir yönetici olduğunu aktarırlar, üstüne üstlük oğlu Sait Paşanın, Çakırcalı ile çıkar ilişkisi içersinde şımarık bir insan olduğunu da söylemeden geçmezler!
         *
        
Evet, böyle işte!
         *
        
Neyse...
         *
        
Ama bugün Körfezimiz, Cumhuriyet'in kuruluş yıldönümlerinde coşkunun en yoğun yaşandığı yerlerdendir. Sandalından motorlusuna, yelkenlisine herkes, Körfez'in dingin mavi sularında Cumhuriyet'in kurucularını sevgi, saygı ve özlemle anar.
         *
        
Şimdi mayıs aylarında Karşıyaka Sahilindeki iğde çiçeği kokusu ile Narlıdere yamaçlarından rüzgarla taşınıp yayılan kekik kokusunu sizler de duyuyor iseniz, Körfez'in güzelliği yüreğinize nakışlanmaya başlamış demektir. Ne mutlu sizlere!