70'LER
Her dönemin her ülkenin kendine ait bir 'spor' ruhu var. Futbol ülkemizin en çok takip edilen sporu ama öyle dönemler, öyle yıldız sporcular geliyor ki, ilgimizi başka sporlara da çeviriyoruz. Peki, gözümüzü bir an olsun futboldan ayırmamıza sebep olanlar kimlerdi?
Önce 70'li yılları hatırlayalım; televizyonun evlerimize yeni yeni girmeye başladığı dönemleri... Birçok insan sabaha karşı 04.00'te kalkıp çayını demledikten sonra, Muhammed Ali'nin maçlarını izlemeye koyulmamış mıydı? Neydi bunun sebebi? Sonny Liston'ı yenip şampiyon olmasına dakikalar kala, başının ucunda "Söyle Liston, ben kimim?" diye bağıran adam artık İslam'ı seçmiş ve tüm Müslüman ülkelerde ilgiyle takip edilen, gurur duyabilecekleri bir figür olmuştu. Vietnam Savaşı'na gitmeyi reddettiği için boks lisansı iptal edilen, üstüne hapse atılan bir şampiyondu bu adam. Her maçı bir şovdu... Rakibi her kim olursa olsun; George Foreman, Ken Norton, Joe Fraizer; hiç fark etmiyordu... Ve belki de 90'lara geldiğimizde aynı hırsla saatimizi kurup Mike Tyson'ı bize izlettiren de, işte Ali'ye duyulan bu özlemdi.
İLK OLİMPİYATIMIZ
İlk kez Mark Spitz'ı gördüklerinde "Türk mü bu adam?" diye birbirine sorduğu söylenir 'kahve milletinin insanları'nın. Pos bıyıkları, kulaklarının üstüne düşmüş 'Hababam Sınıfı' saçlarıyla pek de benzer bir Türk'e. Yıl 1972... Olimpiyatları ilk kez izliyor Türkiye... Yüzmeye merak salıyorlar çünkü 1968'de 'altı dalda madalya alacağını' iddia ettiği için alay konusu olan Spitz rekorları alt üst ediyor. ABD'li yüzücü 7 altın madalyayla Münih Olimpiyatları'nı kapadığında kahvehanelerden alkış seslerinin yükseldiği anlatılır, Spitz'in bahsi geçtiğinde. O günden bu yana yüzme hiç bu kadar popüler olmadı ülkede.
Montreal'daki 1976 Olimpiyatları ise bambaşka bir yıldız parlıyordu. Bu sefer mini mini bir genç kız vardı ekranlarda. 6 yaşından beri cimnastikle uğraşan bu minyon Romen, yaptığı şık ve seri hareketlerle "vay be" dedirtiyordu herkese. Adı Nadia Comaneci'ydi, daha 15 yaşındaydı... Ünü öyle yayılmıştı ki ülkeye, 'Neşeli Günler' filminde Şener Şen'in canlandırdığı 'bol keseden sallayan' Ziya karakteri, 'gibicibicis' marka tıraş bıçağını Nadia'nın da kullandığını iddia ediyordu. Romenlerin bir cimnastik ekolünün olduğu kanısı hala yaygınsa bunun yüzde kaçı Comaneci'ye aittir?
80'LER
1984 Olimpiyat-ları'ndaysa yeni bir furyamız vardı artık. Çünkü güzel Katarina Witt, buz pateninde izleyenleri büyülüyordu. İlk defa gözlerimiz buz patenine çevrilmişti. Alman yıldızın tek mahareti güzelliği değildi; 2 Olimpiyat, 4 Dünya, 6 da Avrupa şampiyonluğu elde etmişti, 83 ve 88 yılları arasında...
1984'te yeni başlayan Boris Becker ve Stefan Edberg rekabeti gözlerimizi tenise çevirmişti. Önce Edberg çıktı ortaya. Sonra Alman disipliniyle karşısında duran Boris Becker. Sapsarı kirpikleri vardı bu Alman'ın, kısık ve bir kovboyu anımsatan bakışları... Ekran başına kilitlenmek için bir sebep daha... O popülarite ancak yıllar sonra Rafael Nadal-Roger Federer eşleşmesiyle tekerrür edecekti, Türkiye nezdinde...
90'LAR
90'ların başında gazetelerin arka sayfalarında sık sık birini görmeye başlamıştık. Basketbolla ilgilenmeyen bünyeler bile artık Michael Jordan diye bir adamdan bahsediyordu... O günlerde başlamıştı NBA furyası. Her iki-üç günde bir kalkıp, 'yarın iş güç var', 'okul var' diye düşünmeden Jordan'ın sayılarını, Rodman'ın yeşil saçlarını, Pippen'ın asistlerini seyrederdi Türkiye... Dilimize dolanmıştı devre arasındaki tanıtımda 'Showtime' diye bağıran spikerin sesi. E tabi bir de işin karşı tarafı vardı; 'Postacı' Karl Malone ve 'Bay Asist' John Stockton ciddi rakiplerdi. Gary Payton'lı, Shawn Kemp'li Seattle Supersonics de yabana atılmazdı hani... Ya Reggie Miller'lı Indiana?