Lütfü Dağtaş-Bu yılki aksiyonun başrolünde Lütfü Dağtaş var.
Lütfü Dağtaş, 'Yamanlar domatımız konusunda bilgi sahibi olanımız ve hala yetiştiğini bilen varsa bizleri aydınlatırsa çok sevineceğim' dedi ve ilk yanıt, şu son günlerde siyaset suskunluğunu sürdüren Recai Acar'dan geldi.
Acar, 'Konu Yamanlar domatı ise konuşurum' dedi ve ekledi:
Birçoğumuzun anımsayacağı Yamanlar domatı, derin tahta kasalar içinde Karşıyaka pazarı ile çarşıdaki manavlara getirilirdi.
Mis gibi kokusu yayılırdı.
Günlerce evlerimizde bozulmadan durabilirdi.
Şimdiki domatesler ve diğer sebze ve meyveler, buzdolabında bile 1-2 günde tüketilemezse bozuluyor.
Meşhur Yamanlar domatı, Yamanlar köyünde yetiştiriliyor. Burası Yamanlar dağı eteklerinde bir köy.
Şu günlerde ara sıra da olsa Bostanlı, Çeşme durağındaki Manav Ahmet'e, yine bildiğimiz derin tahta kasalar içinde geliyor. Meraklısının bilgisine sunulur.
(Gazeteci Erkin Usman'ın 09.10.2009 tarihli köşesinden)

Babam Nevzat Dağtaş, emekliliğine iki üç yıl kalıncaya değin Devlet Demiryolları'nda hareket memuru olarak çalıştı. Emekli olduğunda Alsancak Garı'ndaki trenleri yönetme merkezinde dispeyçerdi.

İzmir'de hareket memuru olarak görev yaptığı İstasyon Şemikler İstasyonu idi. Buraya Adana'ya bağlı Yenice'den 1959'da tayinle gelmiştik. O yıllar Şemikler'in iki istasyonu vardı. Birincisi Yalı olarak anılırdı. Diğeri sonradan yapılan istasyondu. Babam, sonradan yapılan betonarme istasyonda görevliydi. Gündüzcü ve gececi olarak çalışırdı. Gececi olduğu akşamlar annem günlük ev işlerini derler toplar, yarınki yemeğini kotarır, hava güzelse, gidecek yer de olmadığından, kardeşimle beni alır, istasyona götürürdü. O yıllar sanırım gecenin bir saatinde salt İzmir - Ankara Ekspresi, ardından da Kurtalan- Diyarbakır yolcu treni geçerdi. Onun dışında yine gecenin ileri saatinde yük vagonlarından oluşan uzun uzadıya bir marşandiz, tekerleklerinin çelik sesini raylarda şaklata şaklata Basmane Garı'na yollanır, sonra banliyö trenleri yine Basmane-Çiğli arası ara ara sefer yapardı. Banliyö hattında Şemikler'den sonra Nergiz gelirdi. Çiğli son istasyondu. Yalı İstasyonu'nda salt banliyö treni dururdu. Babamın görev yaptığı büyük istasyon ise kentler arası gidip gelen uzun yol yolcu trenleri ile marşandizin durduğu yerdi.

Babamın odasında bir maniple makinesi vardı. Sağ elin ilk üç parmağıyla makinenin tuşuna belli vurgularla dokunur; treni hareket ettirdiğini bir sonraki istasyonun hareket memuruna mors alfabesiyle yazışarak haber verirdi. Maniple makinesinden çıkan ince uzun şeritten kağıt üzerindeki tümüyle deliklerden oluşan bu yazışma türünü anlayamaz, babama sorular sorar, yanıtını alır ama işi yine de çözemezdim.

İstasyona gelen treni hareket ettiren babam maniplenin tuşlarına basarak haberleştikten sonra istasyon peronundaki yolcu bekleme kanepesine yanımıza gelir, annemle günlük konuları konuşur, böylelikle gece nöbetinin bir bölümünü bizlerle rahat biçimde geçirmiş olurdu. Onların konuşmasına kendimi veremez, gökteki çakır yıldızlara baka baka uykum gelir, kanepenin bir köşesine kıvrılır uyuklamaya başlardım. Gece on on buçuk gibi eve yollanırdık. Babamsa sabahın ilk ışıklarıyla nöbetini kendisinden sonra gelen memur arkadaşına teslim eder, eve gelir, yatar öğleye değin uyurdu. O uyurken evde gürültü yapmamak ana kuralımızdı.

Babamın gece nöbetlerinde, özellikle ağustos sıcaklarında gelen şişman, yaşlı bir konuğu hep ilgimi çekerdi. Biz istasyona vardığımızda onu orada bulurduk ya da bizden hemen sonra gelirdi. Elinde bir file olurdu. Filenin içinden iri iri kırmızı domatesler çıkartır, istasyon çeşmesinde yıkar, sonra çakısıyla her birini özenle gayet muntazam dilimlere ayırır, hafif tuzlar, bize ikram ederdi. Birlikte yerdik. Babamın da o amcanın getirdiği domateslerden büyük tat aldığını bugün gibi anımsıyorum. Yemeden önce kesilmemiş olanını şöyle bir burnuna götürür, kokusunu içine çeker, 'Yamanlar domatı çıktı ha. Ne kokuyor mübarek!' diyerek aldığı bu tadı sesli biçimde ifade ederdi.  

Evet, İzmir'in Karşıyaka'sının, adını eteklerinde kurulduğu Yamanlar Dağı'ndan alan bir domatesi vardı ki yerliler domatese domat dediklerinden Yamanlar domatı olarak adlandırılırdı.

Bir kere irice bir domattı Yamanlar domatı. Şekil olarak yamru yumru görüntüsü vardı. Tamamen şekilsiz olana istavroz denildiğinin bilgisini sonradan edindim.

İnce kabuklu, kıpkırmızı ve sert olurdu. Yamanlar Dağı yayla sayıldığından geç çıkar, ancak ağustos ayında olgunlaşıp manava, pazara inerdi. Gerçekten mis gibi kokardı. Ününü bilenin bildiği, kokulu mu kokulu, yemesine doyulmayan, üzerine azıcık tuz serpildiğinde bal tadını alan, yamru yumru biçimiyle ise bilmeyenlerin ilgisini çekmeyen bir domat türüydü.

Kokusunun eline sindiğini anlatır bazı Karşıyakalılar, bu abartı değildir... Bazı Karşıyakalılar ise evlerindeki domatın kokusunun üç ev sonraki evden duyulduğunu anlatırlar ki bu da abartı değildir... Meyve niyetine yerdi bilenler Yamanlar domatını. O yıllar öyle düzgün şose yol olmadığından dağdan aşağıya at ve katır sırtında indirilirdi. İnce uzun dar derin kasalara konur, kasalar yük hayvanlarının iki yanından bağlanır, o yıllar Alaybey'deki alan ile sokak aralarında açılan pazar yerine ezilmeden getirilirdi. Eh, fiyatı diğer domateslere gör birazcık yüksek olurdu ki bu da olağandı.

İthal tohum, yeni cinsler, artan nüfus derken Yamanlar domatını göremez olduk. Duydum ki ara ara yine ağustos aylarında pazar ve manavlara getirilir, varlığını bilen o dönemin kuşaklarınca hemen satın alınırmış.

Yamanlar domatının kokusunu öylesine özledim ki... Bu domatı pek seven babamı da...