Aslında Polonyalı Papa'yla başladı denir. Ama Glasnost ve Perestroyka'dan sonra, iki kutuplu dünya sona erdi. Nükleer yarış yavaşladı, ve antitez kalmadı.
Bütün dünyada liberal demokratik devlet model
leri benimsendi. "Liberal demokrasi antitezsiz kalır mı, yoksa alternatifler çıkar mı?" diye çok tartışıldı. Ve bir gün, küreselleşme kavramı hepsinin önüne geçti.
Küreselleşme gümrüksüz ticaret yoluyla vahşi bir kapitalizm öngörüyordu. Özellikle ucuz işgücüne dayanan üretimler gelişmekte olan ülkelere, oradan da daha da ucuz işgücüne göçtüler. Batıda bir çok insan işsiz kaldı, ve küreselleşmeye tepki duydular.
Serbest ticareti en çok isteyen uluslararası şirketler, bu tepkiyi görünce, yerel davranmaya başladılar. Coca Cola ramazana odaklandı, Mc Donalds Mc Turco'yu, Domino's kayseri ateşi pizzayı üretti. Yine de, başta tarım ve gıda olmak üzere, büyük sermaye öyle güçlü bir işgale başladı ki, tarım kesiminde yavaş mutfak, organik ve yerel gıdalarla bir direnç başladı.

Eğer küreselleşme siyaseten başarılı olsaydı, bunlar aşılabilirdi. Ama ne Birleşmiş Milletler, ne G-20, ne de diğer uluslararası topluluklar, insanlığa somut bir siyasi hedef göstermeden, eski çıkar çatışmaları üzerinden eyyamcılık yaptılar. Yavaş yavaş devletler de, siyasi partiler de küreselleşmeden uzaklaştılar.
Obama ABD'nin askeri tehditle süren dünya liderliği iddiasından vazgeçti. Çünkü 2007'deki finansal kriz nedeniyle ülkesine odaklanması gerekiyordu. Başarılı oldu, olamadı, o ayrı. Ama dünyada iki kutupluluktan sonraki geçici ABD hegemonyası bitti. Ve bütün dünya bir tür fetret devrinde, güç mücadelelerine hazırlandı. Küreselleşmeyi savunmak Çin'e kalmıştı.

2007 ekonomik krizi bütün dünyada sosyolojiyi de değiştirdi. Özellikle beyaz yakalılar, bütün hayatlarını emanet ettikleri fonların batışıyla büyük bir boşluğa düştüler. Hep servet biriktirmek için çalışmışlardı, başka bir şey bilmiyorlardı. Ama krizle birikimleri yok olduğunda aynaya baktılar. Sadece kendileri vardı, ve asıl yatırımı kendilerine yapmaları gerektiğini fark ettiler.

Bu sadece batıda değil, dünyanın her yerinde birden başladı. İnsanlar içlerine dönüp, ihmal ettikleri kendileriyle yeniden ilişki kurarken, bireyselleşmeye de başladılar. İşlerinden ayrılıp yoga öğretmeni oldular, büyükşehirden kaçtılar, ya da resim yapmaya başladılar. Ama asıl mutluluğun satın alma gücünde olmadığını, manevi değerlerin daha önemli olduğunu anladılar.

Bu nedenle, sosyal konulara hassasiyetleri de arttı. Eskiden önemsemedikleri azınlık hakları, çevre kirliliği, kadın-erkek eşitliği, hatta LGBT meselelerinde taraf olmaya başladılar.

Aslında, paradoks gibi, ama bu manevi bireyselleşme bile küresel bir gelişme. Evet bireyler ve küresel güçler gittikçe birbirlerinden uzaklaşıyor, evet bu konuda bir sentez oluşamadı, ama bu dünyanın her yerinde de aynı.

Ve yine dünyanın her yerinde bir de sosyal medya sorunu var. Bu sorunun iki boyutu çok önemli. Birincisi yalan haberler çok hızlı yayılıyor, yalanlanmaları ise çok yavaş kalıyor. Özellikle son siyasi kampanyalarda bunun bir alet olarak kullanıldığı da çok tartışıldı. Çamur atıyorsunuz, ve kimse iz kalıp kalmadığını bile merak etmiyor. İkinci boyutta ise, klavye şehvetiyle insanların birbirlerini ötekileştirmeyi de aşarak, düşmanlaştırma, şeytanlaştırma eğilimleri.  Bu yüzden, bertaraf olmayacağımızı bile bile, kendimizi taraf olmak zorunda zannediyoruz.

Son olarak, yine aynı dönemde, sosyal medyadaki bu taraflılık baskısına rağmen, insanlarda bir ideal ve amaç eksikliği var. Kimse "dünya gelecekte nasıl daha iyi bir dünya olur?" konusunda düşünmüyor. Haydi bizim ülkemizde özgürlüklerdeki kısıtlamaların kalkmasını istiyoruz filan. Ama biz de daha iyi bir gelecek konusunda düşünmediğimiz gibi, dünyada da bunu düşünenlerin sayısı gitgide azalıyor.

Eğer hepsini toparlarsak, küreselleşmeye büyük bir tepki vardı. İnsanlar bireyselleşmeye başladılar, ama bu sosyal medyanın da etkisiyle kamplaşmalara da yol açtı. Herkes şikayet ediyor, ve kimse daha iyisinin nasıl yapılabileceğine kafa yormuyor.

Bu yüzden, bütün dünyada otoriter yönetimlere bir eğilim var. Belki ben değil, siz değil, ama sokaktaki adam belirsizlik istemiyor. Ve maalesef, ortada tutunabileceği yeni bir siyasi tez de yok. Ya içi boş demagoglara, ya aşırı sağ partilere, ya da başarı şansı az olsa da, tamamen siyasi sistem dışından hareketlere oy veriyorlar.
Yeni sosyoloji henüz evrimini tamamlamadı, ama fetret devri otoriterleşmesinde, bir devrim de zor görünüyor. Küreselleşme ve bireyselleşme arasında bir sentez kurulduğu gün, sanırım, yeni bir çağ başlayacak. Hem bu sentez için, hem de o gün için, düşünmeye devam...