TSK, günlerdir süren çarpışmalar sonucu Suriye'nin Efrin kentine girdi. Suriye'de konuşlanmış, Türkiye'ye yıllardır kan kusturan terör kaynaklarını kurutmak gerekçesiyle sınır ötesine geçildiği başından itibaren aktarılıyor.
       
Doğal olarak şimdi sorulan şu: Türk Ordusu Suriye'de kalıcı mı?
Bunu süreç gösterecek. Başka şeyleri de süreç gösterecek...
       
Bu pazar yine Türkiye dışında bir başka topraklardan bir yaşanmışlığı öykü tadında aktarmak istiyorum, Libya'ya Başbakan olan Türk kaymakamın öyküsünü.
       
Kaymakamın adı Sadullah Koloğlu. Ünlü spor yazarlarımızdan Doğan Koloğlu ile Basın Yayın eski genel müdürlerinden, Bülent Ecevit'in basın danışmanı Orhan Koloğlu'nun babaları. Bulutsuzluk Özlemi'nin klavyecisi, müzisyen, aynı zamanda Milliyet gazetesi yazarı Sina Koloğlu'nun dedesi.
        
Libya'nın Bingazi ile Mısır sınırı arasında, deniz kenarı kasaba olan Derne'de doğar Sadullah Bey. Kalabalık bir ailenin, aşiretin bireylerindendir. Dört eşi olan babası Hacı Mebruk'un, on bir kız, yedi oğlan çocuğundan birisidir. Peki, bu geniş Türk ailesinin Libya'da ne işi vardır? Osmanlı, bilindiği gibi Asya, Avrupa ve Afrika'da 600 yılı aşkın süre imparatorluk olarak varlığını sürdürdüğü için nüfusun böyle dağılması da kaçınılmazdır.            
         
Sadullah Bey Aşiret Mektebi öğrencisi oluyor

Osmanlı'nın bu geniş dağılması içersinde hareketlilik de beraberinde gelir. Bu hareketlilikte devşirmeler önemli yer tutar. Balkanlar, Anadolu, hatta Mısır için Yeniçeriler Hıristiyanlardan devşirilirken, Kuzey Afrika'nın batı bölümü için devşirme sadece Anadolu'dan, dolayısıyla Türklerden gerçekleşmiştir. Osmanlı ülkesinin, dolayısıyla Akdeniz'in güvenliğini sağlamak adına yapılan bu devşirme işlemi için iki, üç yılda bir İzmir'de toplanan ve özel incelemeyle seçilen birkaç bin genç Afrika'ya gönderilmektedir.       
         
Sadullah Bey, ticaretle uğraşan babasıyla birlikte on yaşlarındayken bir İstanbul seyahatinde padişah Abdülhamit'in huzuruna çıkartılınca, yine bu padişah tarafından kurulmuş olan, 15-16 yaşındaki çocukların kabul edildikleri, Esma Sultan Sarayı'ndaki Aşiret Mektebi'ne öğrenci kaydedilir. Aşiret Mektebi'nin amacı; buradan mezun öğrencilerin Osmanlı kültürüyle donanımlı bürokratların yetiştirilmesidir. Ancak okul projesinin tutmadığı kısa sürede görülecek ve kapatılması da yine Abdülhamit tarafından yapılacaktır.
            
Sadulah Bey, Aşiret Mektebi'ni bitirmesinin ardından Mektebi Mülkiye'ye kayıt olur ve 1902'de, henüz 18 yaşındayken, Mülkiye'yi, pekiyi derecesiyle bitirir. Bitirir bitirmez de hemen Bingazi Mutasarrıflığında maiyet memurluğuna, sonra da doğum yeri Derne'nin Nahiye Müdürlüğüne atanır. 1909 yılında ise kaymakamlığa terfi eder. 29 Ocak 1910 tarihine geldiğimizde; Sadullah Beyi, ne bir gazetenin ne de kitabın geldiği, devlete ait yazışmaların bile ulaşmak için haftalar, hatta aylar aldığı Derne'den Denizli'nin Buldan ilçesine kaymakam olarak atandığını görürüz. Kaymakam Sadullah Bey, Buldan'da artık daha sık gazete görebilmekte, Osmanlı meclislerinde Trablusgarp, Bingazi, Fizan ile ilgili görüşmeleri izleyebilmektedir.
             
O yıllar Kuzey Afrika'yı kuraklık dolayısıyla kıtlık kasıp kavurmaktadır. İtalyanların, ülkeye el koyma planları söz konusudur. Sadrazam, gelişmeler karşısında boynu bükük biçimde, "Avrupa devletlerinin İtalyan işgaline izin vermemeleri dışında başka umutları olmadığını" söylemektedir. Nitekim 1911 Eylülü'nde İtalyan işgali gerçekleşir. Osmanlı yenilgiyi kabullenmiştir. Dolayısıyla Libya'daki Osmanlı mensupları artık ikinci sınıftırlar.
             
Kaymakam Sadullah Bey, 1913'teki Balkan Savaşı ertesinde İttihatçılar tarafından Kırklareli'nin ilçesi Pınarhisar'a atanır. Pınarhisar'ın ardından Vize ve Saray kaymakamlıkları gelecektir. Düpedüz beyaz tenli olan Sadullah Beye, Afrika'dan geldiği bilindiği için, Pınarhisarlılar tarafından, "Arap Kaymakam" adı takılır. Adını bile bilmedikleri "Arap Kaymakam aşağı, Arap Kaymakam yukarı..."
             
Pınarhisar'daki ilk günlerini, o günlerin manzarasını şöyle anlatır Sadullah Bey:   
"Bulgar işgalinin arkasından ilçenin geri alınmasıyla birlikte nüfusun kökten değiştiği görülmüştü. Yerlisinden çok Balkanların dört bir tarafından kovulmuş Türkler çoğunluktaydı. Açıkçası asıl önemli olan, bu insanların yerleşik hale getirilmesi ve hızla üretici olmalarının sağlanmasıydı. Sabah namazıyla birlikte tabancamı kuşanıyor, kırbacımı elime alıyor, atıma binip arkamda jandarmalarla birlikte teftişe çıkıyor, düzeni kurmaya çalışıyordum.
              
Balkan Savaşı felaketinin ortasında, yüz binlerce göçmenin sersefil, yollarda ölüler bırakarak -gömerek demiyorum- kaçtığı ortamda insanları bir yere yerleşmeye ve sanki bir şey olmamış gibi çalışmaya zorlamak hiç de kolay değildi. Her an yeni bir bozgunla düşmanın gelip kendilerini keseceği korkusu içindeydiler. Yenmesi çok güç bir korkuydu bu. Haksız da değillerdi. Edirne hâlâ düşmanın elindeydi. Ancak 22 Temmuz'da kurtarılabildi. Kesin barış ise Yunanlılarla 29 Eylül'de, Bulgarlarla ise 14 Kasım'da imzalandı.
               
Umutsuzluk içinde bekleştikleri o dönemde halkı canlandırabilmek için zorbalığa başvurduğum, kırbacımı kullandığım doğrudur. Tarlaya girmektense -gelecek bir habere göre kaçmak üzere- kahvede toplanıp oturanları sık sık kırbaçlayarak tarlalarına gönderdiğim olurdu."
               
Kaymakam Sadullah Bey, ilçede bu tür baskınlarıyla korkulan bir yönetici olmuştur. Rumeli şivesiyle, "Kaymakamis geliyor!" feryadı işitilince hepsi bir anda çil yavrusu gibi dağılmaktadır. Bu kaçmalardan birinde pencereden atlarken ayağını kırarak sakat kalan birisi, 35 yıl sonra karşılaştıklarında elini öpecek, "Sağ ol Kaymakam Bey, bizim için yaptın sen her şeyi" diyecektir. Halkı nelere mi zorlamaktadır Sadullah Kaymakam? Sıralayalım: Yol, köprü, okul yapımı, bataklık kurutma başta olmak üzere pek çok işe. Elinde kırbacı ortalıkta aylak dolaşan tek insan bırakmamacasına bir mesaidir verdiği. Aslında tüm bunlar devlet işidir ama devlet var mıdır? Varsa bile para var mıdır? Çökmekte olan bir devletin bireyleri olarak kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiği tek çözümdür.
               
Ödünsüz kararlı bir didinme kısa sürede meyvesini verir. İlçede yaşayan yapı ustalarıyla, başta ilkokul olmak üzere bir dizi binanın yapımı gerçekleştirilir. Sonraki yıllarda Kaymakam Sadullah Beyin yapımına giriştiği okulla ilgili değerlendirmesini kendi ağzından aktaralım:
"Okul, Haydarpaşa Lisesi'nin küçük bir modeli gibiydi. Öğretmeni, okula giden öğrencisi bulunmayan bir yere okul yaptırmak, hem de o dönemde doldurulması imkânsız bir büyüklükte tasarlamak gerçekten hayalcilikti. Ama çok sonraları o okula adımı verdiklerinde, neden daha büyük tasarlamadığım için serzenişte bulunanlar da çıkacaktı."
                 
Pınarhisarlılar, kendileri için didinen bu aydın kaymakamı bir süre sonra benimserler ve onu hemşehrileri ilan ederler. Sadullah Bey de tüm ailesiyle nüfusunu Pınarhisar'a kaydettirir.
                 
TV ekranlarımızda soluk soluğa izlediğimiz nice diziyi yolda bırakacak bu yaşam öyküsü ve Libya Başbakanlığı konusunu gelecek yazıya bırakıyorum.

S ü r e c e k