Dönemin Başbakanı Ecevit'in işaret ettiği ben değilim, sinema tarihimizin 100 yıllık tarihine damgasını vurmuş, yaratıcılığıyla öne çıkmış Sinema Yönetmenimiz Lütfi Akad.
2004 yılının ağustos ayı. Yeşilçam ile ilişkisi olan bir iki tanıdığı devreye sokarsam Lütfi Akad ile karşılıklı söyleşir, fotoğraflarını çekerim, düşüncem; o birkaç kişinin, "Lütfi Bey çok huysuz birisidir, buna yanaşmaz. Vazgeç" demesiyle suya düşer gibi olduysa da iki nokta arasındaki en kısa mesafe düz çizgiden geçer kuralından hareketle ev numarasını bulup doğrudan aradım. Karşımdaki ses gayet kibar ve anlayış doluydu. Levent'teki evine, çaya buyur etti, "Evde bekliyorum sizi" diyerek adresini verdi. Son derece mutlu olmuştum. Lütfi Beyin Levent'teki evini kolaylıkla buldum. Bahçe içerisinde, iki katlı bir evdi. Bahçe kapısına bakan salon geniş camlı olduğundan koltuğuna oturmuş, sinekkaydısını olmuş, kareli ceketini giymiş Lütfi Beyi beni beklerken buldum. Kapıyı hemen açtı, büyük bir içtenlikle buyur etti. Derken hemen ardı sıra beliren eşi Şükran Hanım da aynı içtenliği göstermekte geri kalmadı. Bana evin arka bahçesindeki gölgelikte çay ve çörek ikram ettiler. Koyu bir söyleşinin içindeydik artık. Oradan buradan, kendimi tanıtma faslı filân... Derken gözüm bahçenin köşesindeki hayli boylu karadut ağacına ilişti: Emin olmak için sordum:
- Bu karadut ağacı, değil mi Lütfi Bey?
- Evet.
- Çok değişik bir formu var, heykel adeta.
- Sormayın, şu ilerimizde yükselen İş Bankası'na ait iki gökdeleni görüyor musunuz? (o zamanlar cânım İstanbul bu denli gökdelenle boğulmamıştı ama bu ikisi ardı ardına abanarak gelecek olan yenilerinin habercisiydi)
- Evet, görüyorum.
- Onlar yapıldı, bahçeye giren hava değişti, daha doğrusu havamız kalmadı, şimdi bu güzelim karadutumuz ölüyor!


1970'li yılların ikinci yarısı. Başbakanlık koltuğunda Bülent Ecevit oturuyor. Bir gün Yönetmen dostu Halit Refiğ, Akad'a, Ecevit'in kendisini görmek istediğini söylüyor. Akad da bu isteğe olumlu karşılık verince ver elini Ankara. Burasını Lütfi Beyden dinleyelim:
- Bir ara biri yaklaştı yanıma, sayın Başbakanı niçin görmek istiyorsunuz? diye sordu. Ne diyeceğimi şaşırdım. Sonra toparlandım. Kendileri beni görmek istemişler! Adam iki kaşını kaldırdı, "Ya!" diyerek gitti. Derken bir başkası geldi, aldı beni, bileğimden tuttu, bir süre böyle yürüdük, derken bir odaya soktu, "Bekleyin, birazdan gelecek" dedi ve gitti. Odada tek ben varım, bekliyorum. Az geçmeden içeriye Ecevit girdi. O, bir derdi ya da isteği var, onun için görüşmek isteyen biri; bense, bana söyleyecek bir şeyleri var, beklentisi içindeyiz. Saygılarımı sundum, kabul ettiği için teşekkür ettim.
Biraz Lütfi Beyin filmlerinden konuşulur. Ardından Başbakan Ecevit, Yunanlı Yazar Sotiriyu'nun Benden Selam Söyle Anadolu'ya romanını Amerikalı yönetmen Elia Kazan'a yaptırmak istediğini, bunun için kendisini Türkiye'ye davet ettiğini aktarır. Akad'ın o sıra Av. Faruk Erem'in, Bir Ceza Avukatının Anıları'nın filmlerini yapmakta olduğunu öğrenince de, "Sizden beklediğim şiddete karşı filmler yapmanız" der. Oysa 1970'ler toplumun cephelere bölündüğü, mahallelerin basıldığı, ölümlerin peşpeşe sıralandığı günlerdir. Akad'ın bir istekte bulunmadığı anlaşılınca görüşme sona erer.
Aradan bir süre geçer, Başbakanlıktan Akad'a yeni bir telefon gelir:
- Sayın Başbakan, şu tarihte İstanbul'dan Bolu'ya gidecekler. O gün durumunuz uygunsa sizin de gelmenizi arzu ediyorlar... Verilen tarihte bu kez Yeşilköy Askeri Havaalanı. Başbakan Ecevit, yanında kalabalıkla alanda belirir, Akad'ı görerek yanına yaklaşır:
- Geldiğinize iyi ettiniz Lütfi Bey, dedi. Helikoptere binmeden önce de ekledi: "Mudurnu'da bir genç var, kendi başına kısa bir Kurtuluş Savaşı filmi yapmış, çok beğendim, sizi onunla tanıştırmak istiyorum."
Helikopter Mudurnu'da kalabalık köylü topluluğu tarafından karşılanır ama bu gelişten haberi olmayan genç ortalarda yoktur. Başbakan sorup soruşturduktan sonra Akad'a şu açıklamayı yapar:
- Lütfi Bey, ne yazık ki o genç İstanbul'a gitmiş, sizi tanıştıramayacağım, üzgünüm.
Başbakanlı heyet, o sıra moda olan Köy Kent Projesini anlatmak için Mudurnu'dadır. Akad, "Zararı yok efendim" diyerek Başbakan'ın üzüntüsünü hafifletmeye çalışır ve Köy Kent Projesiyle ilgili açıklamaları sonuna değin dinlemek durumunda kalır.
Program bitmiş, dönüş saati gelmiştir. Başbakan hemen yanlarında duran iki iri yarı pilota Akad'ı işaret ederek sorar:
- Siz Lütfi Bey'i İstanbul'a bırakabilirsiniz, değil mi?
- Evet efendim.
Akad, uçuş ekibiyle helikoptere biner, havalanırlar. Yolda Lütfi Beyi tanımayan pilotların sorguları başlamıştır:
- Siz kimsiniz, necisiniz?.."
Akad'ın kim olduğu üzerine söyleşi epey sürer. Derken İstanbul'a yaklaşılır. Pilotlardan birisi, "Başbakan, İstanbul, dedi ama bizim üssümüz Samandra." açıklamasında bulunur.  
- Olsun, bir taksiye biner giderim.
- Bizim orası memnu mıntıka, taksi bulunmaz!
- Yürürüm!
- Vahşi köpekler var.
- Sizin niyetiniz, beni, safra diye atmak!
Pilotlar iri iri gülerler.
- Nerede oturuyorsunuz?
- Levent'te.
"O sıra Levent'in üstündeyiz. Ev görünüyor, gösteriyorum. Hemen yanımızda bir park var."
- Şu ağaç olmasa o parka inerdik!
Levent'in yakınında Harp Akademileri Komutanlığı, bahçesinde de helikopter pisti vardır. Helikopter, Lütfi Beyin atlayabileceği kadar yere yanaşır, usta yönetmenimiz, pilotların, "Atla!" komutuyla başarıyla atlar ve helikopter Samandıra'ya doğru havalanır.
Harp Akademileri Komutanlığının bahçesi öyle yol geçen hanı değil elbet, bir subayın karşısına çıkartılır Lütfi Akad ve olanı biteni özetler, sonra da evine gider.
Ülkemiz aydınlarının sosyal demokratlarımızla yaşadıkları bu olayla sınırlı değil elbet, ah bir de Yazar-Çevirmen-Gazeteci Yüksel Pazarkaya Ağabeyimiz, yaşadıklarını anlatsa da, onları da not etsek.
Şimdi Yönetmenimiz Lütfi Akad'ı sevgi ve özlemle anarken sorum şudur ey değerli okur: Sosyal demokratlardan iktidar olur mu?