Hangisi geçerli? Önceki seçimde yasaya rağmen sayıma dahil edilen mühürsüz oylar mı? Yasa marifeti ile, ilk kurulacak sandıkta sayıma dahil edilecek mühürsüz oylar mı?
           
Yasa koyucu (Çoğunluğunu AKP vekillerinin oluşturduğu Meclis) marifeti ile çıkarılan yasa, hukukun temel ilkelerinden olan, "yasaların geriye yürütülemezliği" ilkesi gereğince önceki sandık sonucunu bağlamaz!.. Kaldı ki bu yasa önceki uygulamanın yasal olmadığının da ilanı aynı zamanda. Yasa marifeti ile hukuk dışına çıkmak, hukuku dolamak, hukuktan dolanmak da  diyebileceğimiz bu durumda her iki uygulama da hukuken geçersizdir.
            
Mühürlü olmayan evrakla devlet dairesinde iş görülemez ama hepimizin kaderinin belirleyicisi mühürsüz oylar geçerli kabul edilebilir. Korkunun en büyük baskı aracı olduğu, "Ben yaptım oldu" düzeninde bunu kabullenmenin dışında bir seçenek var mı?!..

"Oyunu kuran kazanır" kuralı ile gittiğimiz kaçıncı sandık bu? Dikkat edin "seçim" demiyorum, "sandık" diyorum.       
Seçim, tercih hakkının olduğu ve bu hakkın güvence altına alındığı özgür ortamda olur.
            
Kişiler gibi ülkelerin de kaderi var. Bazı toplumlar kendi kaderlerini çiziyorlar. Bazıları kendilerine çizilen kaderi yaşıyorlar.
           
Atatürk, bizim kendi kaderini çizen bir ulus olmamızı istedi. Belli kısıtlarla da olsa var edilen demokrasimizi hukukla sağlamlaştırarak ilerleme gayretlerimiz vardı. Şimdi bizim de dahil edildiğimiz sandık süreçleri ile demokrasinin askıya alınışına tanıklık ediyoruz.
           
2002'den itibaren derece derece tasfiye edilen anayasal demokratik düzenin yerine, anayasa dışına çıkmış otoriter bir yönetimin yasa marifeti ile kalıcılaştırılmasında sandık sonucuna kilitlenerek yönlendirilen algılarımızın katkısı yadsınamaz. Tıpkı şimdi olduğu gibi!...
            
Bir tarafta "cumhur" sıfatı ile cumhur iradesini giyinmiş gibi görünen, iki partinin tavanda gerçekleştirdiği "sandık ittifakı", diğer yanda; muhalefet edenleri ittifaka zorlayan iktidar medyası...
            
Neden özellikle CHP'nin ittifaka gitmesi telkin ve ısrarı var?!... Kabul edelim ki muhalefeti bir kez daha parçalamak için dahiyane bir taktik. CHP'yi HDP ile ittifaka zorlayıp, HDP'yi (açılımı) CHP'ye giydirmek... CHP ile umutlanan kitleleri sandık öncesinde hüsrana uğratarak dağıtmak.
           
AKP'nin başından bu yana kendi özgül ağırlığı olmadı. Dağıttığı, tasfiye ettiği muhalefeti zayıf tutarak ve muhalefette isim yapanları kendine katarak güç kazandı. Sıra CHP'nin kendi içinden tasfiyesine geldi.
           
CHP ittifak oyununa düşer mi? Dileyelim akıl galip gelsin.  

AKP'ye karşıymış gibi yapan, uydu muhalefetin kapsama alanı genişletilerek de CHP zorlanmakta. Örneğin medyada Saadet Partisi ve başkanına ön aldırılıp, "anahtar parti" yakıştırması yapılması gibi. Has Parti ve MHP örneklerinden ders alarak, Saadet'ten muhalefet yaratma çabalarını sorgulamak gerekmez mi?
          
Muhalefet alanı karışık... Buradan bir bütünlük çıkması mümkün değil. AKP'yi yaratan, sol ve sağdaki dağınıklıktı. Sisteme karşı AKP'nin iktidara taşınması ile, sistem partilerinin tasfiyesi girdi devreye. Şimdi türdeş parti yok. En başta AKP türdeş değil. İktidarda olmanın getirdiği güçle ayakta duran eklektik bir parti. Üstelik uzun soluklu iktidar sürecinde çok yıprandı. Kalıcılaşma gayretleri öne geçtikçe, kamusal alan ve bu alanda biriktirdiğimiz birliktelik adına tüm kazanımlar boşaltılır oldu. En başta hukuk ve adalet zarar gördü. Çünkü anayasanın yerini, tek kişiye indirgenen iktidarın, "ben yasayım" anlayışı aldı.
            
TEOG kalkacak, yardımcı doçentlik kalkacak... deniyor. Kollar sıvanıp, söylenen olduruluyor. Kalksın denileni kaldırıyorlar da, yerine neyin konulacağı kaosu yaşamları allak bullak ediyor. Şimdi sıra İstiklal Marşı'na geldi!.. Kolları sıvayanlar bilsinler ki, bu konu diğerlerine benzemez. Toplumu birleştirendir marş. Yeni bir marş, yeni bir ayrışma demektir.
          
Bu yaşadıklarımızın adı nedir? "Yasa yapma keyfiyeti!..."
           
Sandığa neden gideceğiz?!.. Yasa yapma keyfiyetini sandıkla sağlamlaştırmak ve artık, hiçbir şeyi sorgulayamaz olacağımız ortamı kalıcılaştırmak için.
          
Meşruluğun kaynağı artık hukuk değil!... Adalet çok büyük yara aldı. Öyleyse yetkiyi nereden alıyorlar? Korkutulan toplumun suskunluğundan yararlanılarak hazırladıkları kendi  yasalarından. Yasayı neye dayanarak yapıyorlar? Sandık sonucuna dayanarak. Tam bir kısır döngü!...
           
Oy kullanmak, iktidarın ve kaderimizin dönüşmesine değil de iktidarın sabitlenmesine yarıyorsa?!... İktidarın yetkilendirilmesinin tek yolu sandık sonucundan geçiyorsa, sandığa mecbur olan iktidardır.
           
"Çevresini çevreleyerek, iktidarın kendi istediği sonuca odaklı bir "sandık" kuruluyorsa, buna mecbur edilen seçmenlerin (!), karşı çıkma refleksini "boykot" ile ortaya koyma iradesine ipotek nasıl konulur" oyununu da izler buluyoruz kendimizi. Önceden iktidara açık destekçi olan ve uzunca süredir karşı role soyunan yazar tayfası bu "boykot" fikrine karşılar. Her (o)hal ve koşulda sandığa gidiniz, meydanı boş koymayınız, mühürsüz oylar kol gezse de siz sandık başlarında nöbet tutunuz, göz açtırmayınız telkinleri ile iktidara karşıymış gibi yaparak serviste bulunmak diye buna denir. Dağınık muhalefetin boykotta birleşmesinden korkuluyor.  
           
Bir atletizm müsabakasında, bir atlete beş yüz metre önden koş, diğerlerine siz de arkasından koşun denildiğinde yer yerinden oynar. Futbol maçında, takımlardan birine "sen gol at, bir sıfır galip başla, sonra maça devam edelim" diyemezsiniz... Buna önce taraftarlar izin vermez.
           
Parti bağları, spor kulüpleri ile bağlardan daha güçsüz. Üstelik, parti ile bağlarını parti kökleri ile kuran ve parti ilkelerini benimsemiş olanların sorgulama alanlarına da kısıtlar getiriliyor. Üyelikten atılma tehdidi altında siyaset yapılamaz. Parti kimliği yerini, çıkar temelli siyasete bırakır. İtaatle yer bulan partidekiler, sorgulayan partililerin önüne geçtikçe elde ettiklerinden hoşnut bireylerin çıkar çatışmasını örgütlemekten öteye gidemez siyasal partiler.
          
Siyasette tıkanma yanında, tükenmenin de yaşandığı bir süreçten geçerken, bu genel bozulma hali ile hepimiz için ortak iyiyi sandıktan çıkarmanın olanaksız olduğunu anlatacak olan kişi ve kurumlar bir şekilde suskunlaş(tırıl)ıyorsa; bize düşen sandıkla çizilen kaderi yaşamak oluyor.
           
Bu tür sorgulamalara "umut kırmak" etiketi yapıştırılıyor. Sanki oy verecek kitle çok (u)mutlu, sandıktan kim çıkacak kimse bilmiyor(!), herkes eşit koşullarda yarışıp, ana akım medyadan aynı koşullarda yararlanıyor, hatta muhalefetin adayı da belli... Ortalık güllük gülistanlık, birileri çıkıp da boykot edelim diyor ve huzuru kaçırıp umut kırıyor!..
            
Sandık güvenliği yerine, iktidar için sandık güvencesi arayışları öne çıkmışsa, sandığa tıpış tıpış giderek seçim mi yapmış olacağız? Ya sandıktan çıkan sonuç? Meşru mu sayacağız?!..
            
Kimin çıkacağını bildiğimiz bir sandık kuruluma hazırlanırken, birilerinin telkini ile sanki farklı bir sonuç alınacakmış gibi yapmamızı kimse artık beklemesin...
            
Boykot tartışmasının ortaya atılması bile sandıkla ilgili şaibe için karinedir. Muhalefet, bu fikri gözden geçirmeden eli ile itmemeli. "Sandık" (onaylama) değil, "seçim" (oylama) istiyoruz diyebileceğimiz son virajdayız.  
           
Türkiye'de hiçbir iktidar böylesine geniş bir keyfilik alanına sahip olmadı!... Sandık keyfiliğin sınırı olamaz, sebebi olur ancak!..
            
Muhalefetin gücü; kendi yasaları ile yerini sağlamlaştırmaya çalıştıkça hukukun dışına çıkan, meşruluk boşluğundaki  iktidarın sandığa mahkum olmasından geliyor. İş, bu gerçeği görüp/ gösterecek etkin muhalefeti örgütlemekte!... Çoğalmak yerine, disiplin adı altında üye ayıklamaya girişen bir anlayışa kilitlenmiş bir muhalefetle gideceğimiz tek ve son yer sandık olur ancak.