Bu yılın bol ödüllü, bol tartışmalı filmlerinden Toz Ruhu, İzmir'de Karaca Sineması'nda gösterime girdi. Toz Ruhu 21. Adana Altın Koza Film Festivali'nde en iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi sanat yönetmeni ödüllerini; 5. Malatya Film Festivali'nde de en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu ödüllerini aldı. Filmin yönetmeni Nesimi Yetik ve senaristi-yapımcısı Betül Esener'le gösterim öncesi bir söyleşi yaptık. Filmlerini, filmin kahramanı Metin'i ve sinema sevdalarını konuştuk.

*Biz sizi ilk olarak, çok sevilen kısa filmleriniz Annem Sinema Öğreniyor ve Yatağımda Ölürken ile tanıdık. Şimdi de ilk uzun metrajlı filminizi çektiniz ve ödüller aldınız. Toz Ruhu gösterildiğinden bu yana sinema camiası içinde karışık duygular uyandırdı. Filminiz, Metin Tosyalı karakteri üzerine kurulu. Metin Tosyalı kim?

Nesimi: Metin Tosyalı bizim komşumuz. Biz 2008'de sinema yapmak için İstanbul'a taşındık. Taşındığımız apartmanda da Metin ile karşılaştık. Betül fark etti ilk önce onu, tam karşı dairemizde oturan, evlere temizliğe giden erkek bir gündelikçiydi.

Betül: Metin'i ilk kapı gözleme deliğinden gördüm. Kapıdan girip çıkarken sürekli bir müzik çalıyordu. Nesimi'ye "Adam herhalde kapısına müzik taktırmış" dedim. Işık hızıyla gelip geçen bir adamdı. Sonra fark ettim ki müzik sesi, beline taktığı radyosundan geliyor. Ne kadar ilginç bir adam, diye düşündüm. Evde sürekli şarkılar söylüyordu, çok mutluydu. Tek başına yaşıyordu, evine kimse gelip gitmiyordu. Biz de o sıra bir senaryo üzerine çalışıyorduk ve film yapma koşullarını gerçekleştirmeye çalışıyorduk. Oldukça depresif bir dönemimizdi. Aslında hikâye Metin'in mutluluğunu kıskanarak başladı. Bu adam niye bu kadar mutlu, diye sorduk. Bize öğretilen alt sınıftan insanların mutsuz olması gerektiğidir. Kapitalizmin dayattığı şey budur, para mutluluk getirir. O küçük dünyadaki mutluluğu merak ederek, onun üzerine bir hikâye yazmaya başladık.
Hikâye tamamen kurmaca. Metin'in karakterinden esinlenildi ama onun hayatına giren bütün karakterler, başına gelen olaylar kurmaca olarak kaleme alındı.

*Karakter üzerine konuşuluyor daha çok, edebiyattan başka karakterleri akla getiriyor. Bu sizin edebiyatla çokça ilişkili olmanızdan mı kaynaklı, karakteri iyi işlemenizden mi kaynaklı ya da her ikisi de mi?

Nesimi: Her ikisi de bence. İkimiz de edebiyata çok meraklıyız. Türk edebiyatından söylersek Tanpınar'ı, Vüs'at O. Bener'i, Sevim Burak'ı seviyoruz. Bir karakter yaratan ve bir karakteri anlatan, bir karakterin en ince ayrıntılarını, onu yaratan küçük meselelerini ele alan her şeyi çok merak ediyoruz ve bunların üzerine eğiliyoruz. Bir başka şey de tanıdığımız, tanıştığımız, gördüğümüz, bir şekilde ilişkiye geçtiğimiz insanlar üzerine de çok konuşuyoruz kendi aramızda. İnsanların karakterleri, tavırları, davranışları, ruh halleri üstüne konuşuyoruz ve bu aslında bir tür karakter yaratma şansı veriyor bize.


*Metin nevi şahsına münhasır bir karakter mi yoksa onun edebiyatta akrabaları var mı? Siz yazarken bunları düşünmüş müydünüz?


Betül: Edebiyat dünyasından akrabalıklar kuruluyor. Zebercet ile akrabalık kuruluyor ya da tutunamayan karakter olarak Oğuz Atay ile bağlantı kuruluyor ama ben Metin'in onlardan farklı olduğunu düşünüyorum. Kendine has bir tarafı var; çünkü genel algının tersine, Metin tutunamayan biri değil bence. Hayata çok sıkı tutunan, mutlu bir adam. O yüzden o karakterlerle arasında öyle bir fark olduğunu düşünüyorum.

Nesimi: Birtakım akrabalıkları var elbette. Belki daha naif bir Zebercet karakteri. Kendi dünyasına odaklı yaşayan ama Zebercet'in daha naif bir hali olduğu söylendi bazı yorumlarda. Biz fark etmiş olsak da fark etmemiş olsak da mutlaka okuduklarımızdan bir şeyler taşıyoruzdur.

Bir de bir gerçekliği olduğu gibi taşımayı sevmiyoruz. Bir şeyden etkileniyoruz ama onu başka bir şeye de çevirmeye çalışıyoruz. O yüzden belgesel değil kurmaca. Diğer taraftan gördüğümüz, tanıdığımız insanlardan da izler taşıyordur. Yazma sürecinde bunları unutmaya çalışıyoruz, etkileri direkt hissedersek onu başka bir yere götüremeyiz.
Betül: Yazarken ona da özellikle dikkat ettik. Bildiğimiz bir şeye benzemeye doğru yol aldığında, bir klişeye doğru gitme duygusuyla oradan geri adım atıp başka hikâyeler kurma yoluna gittik. Filmi izleyenlerin söylediği "Bu filmde bir hikâye yok." Klişe anlamında evet bir hikâye yok filmde. Anlar, duygular, durumlar üzerine kurulu film. Metin filmi izlese, "Bu ben değilim" diyebilir. Gerçekten de bambaşka detaylar kata kata ondan da uzaklaştık hikâyede.



*Aslında birçoğumuzun hayatı sizin yarattığınız Metin'in hayatı gibi durağan, "hiçbir şey olmuyor". Bizim ondan farkımız, o boşluğu huzursuzluğumuz ile doldurmamız. Nasıl Metin olunur ben bilmiyorum. Siz bu süreçte öğrendiniz mi!?


Betül: Aslında biz de öğrenemedik! Hâlâ sorularla doluyuz. Bu adam neden mutlu sorusunun cevabını biz de bilmiyoruz. Anlamaya çalışmakla geçti bu süreç, film bitti hâlâ anlamaya çalışıyoruz. İlham verici olan da bence o. Anladığın bir şey üzerine bir film yapmak, serüven duygusu vermiyor insana. İzleyen insanların da kafasında soru işaretleri kalması; bu adam niye böyle, onunla karşılaştırdığımda ben nasıl bir insanım diye sorması, izleyene de bir şey katar diye düşünüyoruz.
Nesimi: O gizem ve merak bizim için de devam ediyor. Amerikalı yazar Flannery O'Connor'ın bir sözü var. "Edebiyat işini bitirdiğinde ortada bir gizem ve belirsizlik duygusu kalır" diyor. Biz de işimizi bitirdiğimiz anda ortada bir büyü, bir gizem ve merak kalsın istiyoruz. Film bittiğinde de öyle olsun istedik; bir yol, bir çözüm önermiyor. Birtakım duyguları yaşadıktan sonra ne hissedeceğiniz size kalıyor.
Betül: Filmde ahlakçı bir tavırla Metin'i idealize ederek, herkes böyle olmalı demiyoruz; böyle bir şeyi söylemekten de uzak durduk. Kamera dilinde de hep bir mesafe korunmaya çalışıldı film çekilirken. Hep uzaktan seyrettik, bizimle beraber seyirci de cevaplasın istedik.

*Barış Saydam, Vüs'at O. Bener'in edebiyatından yola çıkarak Toz Ruhu üzerine bir yazı yazmıştı. Bildiğim kadarıyla Vüs'at O. Bener senin en sevdiğin yazar.

Nesimi: Evet, o bir şekilde hissedilsin istiyorum filmlerde. Vüs'at O. Bener hep kendisinin içinde olduğu şeyler anlatır, aslında nerdeyse kendisinden yapıtlar kuran bir yazar bence. Kendisine bu kadar mesafeli bakabilen, ironiyle bakabilen, yücelik duygusunu anında alaşağı edebilen belki başka bir yazar yok. Ben de kendimle bu kadar uğraştığım için filmin karakterine de bu şekilde bakmaya çalışıyorum. O adam ne çok değerli, çok yüce, çok romantik ne de küçümsenecek, dalga geçilecek biri. Bir tür ironiyle, mesafeyle bakmaya çalışıyorum.

*Film bazıları tarafından sevildi, bazıları tarafından da neredeyse nefret edildi. Uç noktalarda duygular yarattı. Bunun nedenlerine yönelik tespitleriniz var mı?

Betül: Bu baştan beri tahmin ettiğimiz bir şeydi. Tam da beklediğimiz gibi oldu. Şöyle düşünüyorum: İnsanların okudukları kitaplarla, sinema zevkleri birbirine yakındır. Daha klasik anlatıyı sevenler, filmi sevmiyorlar. Biraz önce adını andığımız yazarlar gibi, Leyla Erbil'i, Sevim Burak'ı, Vüs'at O. Bener'i seven insanlar, bizim filmimizi de seviyorlar. Klasik giriş, gelişme, sonuç, çatışmalar bekleyen insanlar, bizim filmimizi sevmiyorlar. Türkiye'de zaten bizim tarz filmler çok az seyirciye ulaşıyor. Onların içinde de çok daha arthouse bir yerde duruyor film.

Nesimi: Herkese hitap edecek bir film, vasat bir filmdir. Benim kafamda herkes diye bir şey yok. Herkes kim? Gişesi iyi olan filmleri ben sevmeyebiliyorum mesela. Demek ki ben herkesin içinde başka biriyim. Kendimizi oda müziği yapan bir grup gibi görüyoruz. Oranın küçük, sadık bir dinleyicisi var ve onlar geliyor sürekli oraya. Stadyum dolduracak bir konser, pop bir şey de yok ortada. Dolayısıyla o memnuniyetsizlik bir taraftan hoşuma da gidiyor. Eli yüzü düzgün bir film yapmak, en kötü kalıplardan bir tanesi bence bir film için. Herkesin seveceği vasat bir film. Çapakları olsun, aksayan yönleri olsun, yapan kişilerin imzası olsun.

*Bu ikilik bana karşımızda kendi sinema dilleri, dünyaları olan sinemacılar var diye düşündürdü. Yaptığınız ve yapmak istediğiniz sinemayı nasıl tanımlarsınız?

Nesimi: Toz Ruhu'nun dilini bir daha tekrarlamak istemem mesela. Bu yaptığım ve keşfettiğim bir şey oldu. Bulduğum dediğin şey ayağının altından kayan bir şey zaten. Buldum ve aynısını yapacağım demek, benim kendimi taklit etmem olacaktır. Aramak, başka bir yoldan gitmek demek.
Ama bir taraftan da dünyaya, insana bir bakışımız var. Onun da her filmde bir şekilde tekrarlanması normal bir şey. İnsanın en iç dünyasındaki kötücül tarafı ile tam da onun karşıtı olan şeyler, iyiliği, vicdanı, merhameti arasında ikilikleri yaşayan insanların filmini yapacağız herhalde.

Betül: Karakter anlatmayı sevdiğimiz için, karakterler üzerine yoğunlaşan hikâyeler yapmak ve yine o ironi duygusunu taşıyan filmler yapmak bizi çeken. Bu bizim sinemada da, edebiyatta da çok sevdiğimiz bir şey.

*Betül sen filmin hem senaristi hem yapımcısısın. Birbiriyle çelişen iki süreç. Nasıl başa çıktın?


Betül: Gerçekten çok zor bir süreçti benim için. Yazarken hayal gücünün sınırı yok, her şeyi yazmak istiyorsun ama iş, gerçeklikle karşılaştığında başlıyor. Çok düşük bir bütçemiz vardı, Bakanlıktan aldığımız destekle o hayali örtüştürmeye çalışmakla geçti bütün zaman. Bazen yazdığım bir şey için, bunu bulamadık, dediklerinde, tamam o zaman öyle değil de bulduğumuz kadarıyla yapalım, demek gerçekten zordu. Yazarken tek başınasınız, yapımcı olduğunuz zaman 20-30 kişilik bir settesiniz ve patron konumundasınız. Bu da sevdiğim bir şey değil. Bir yandan da keyifli yönleri var. O darlıkta, küçücük imkânlarla başka başka yaratıcı süreçlere giriyorsunuz. Sette senarist olarak da bulunduğunuz için bir şey eksik kaldığında, bir de şöyle yapalım, senaryoyu şu şekilde değiştirelim, böyle kuralım sahneyi, diyebilmek de mümkün oldu. Hem keyifli hem zor bir süreçti.

*Filmdeki fantezi şarkıların sözleri de sana ait. Bazı parçalar hit olabilir!


Betül: Filmde kullanmayı istediğimiz şarkıların telifleri çok yüksek olunca ben de oturdum, kendim yazıp besteledim! Benim besteler biraz daha pop fanteziydi. O tarz Tansu Biçer'e gitmeyince, cast direktörü de olan Ezgi Baltaş yeniden besteledi. Son parçanın bestesi de yine bana ait olarak kaldı.

*Yeni projeleriniz var tabii.


Nesimi: Yine gerçek karakterlerden yola çıktığımız bir projemiz var. Çevremizde tanıdığımız, etkilendiğimiz karakterler üzerine film yapmayı seviyoruz. Çanakkale'de geçmesini öngördüğümüz üç kadının hikâyesi var. Bir anne ve iki kızı üzerine yazıyoruz. Annem, ablam, Betül oynayacak. Toz Ruhu profesyonel oyuncularla yapıldı, bu kez başka bir şey deneyeceğiz. Ayrı bir heyecanı olacak.

*Metin izlemedi değil mi filmi?

Nesimi: İzlemedi. Merak da etmiyor. Festival gösterimlerine davet ettik ama yoğun çalıştığı için, o saatlerde çalıştığı için gelemedi. Vizyonda falan da gidip izlemez.
Betül: Film onun hayatında bir yer kaplamıyor. Başka birinin hayatından bir film yapılsa duygusu, tavrı başka türlü olur oysa. Metin filmde anlatıldığı gibi kendi dünyasında yaşayan bir insan. Onu oradan çıkarmak çok zor.

*Sizin Metin Tosyalı'dan da ilginç bir insan gibi görünüyor!

Betül: Evet, evet. Filmi yaparken gerçek Metin'den de uzaklaştık. Çünkü gerçek Metin gibi bir karakter yapsaydık, filme aktarılırken karikatüre düşme tehlikesi vardı. Metin bizim için çok değerli bir insan. Onun özel hayatını da korumak istedik.

*Filminizin gösterime girdiği bu süreçte sinema camiası da sansürlerle bir hayli karışmış durumda. Siz bu süreci nasıl yaşadınız, geleceğe dair öngörüleriniz, kaygılarınız neler? Muhtemelen bundan sonra sadece bütçeyle değil başka şeylerle de boğuşacaksınız.

Betül: Umutlu olmaya çalışıyoruz ama gerçekten bütün sinema piyasası ile beraber biz de tedirginiz. Her geçen gün akıl almaz engellemelerle karşılaşıyoruz. Sinema destekleri devam edecek mi bilmiyoruz. Birtakım genel ahlak kriterleri, aile filmleri gibi şeyler konuşuluyor. Bunlar hayata geçirilecek mi yoksa sinemacılarla konuşulup iyi bir sinema yasası çıkarılacak mı, senelerdir çıkarılması planlanıyor ama bir türlü çıkartılmıyor. Bunlar için meslek birlikleri ile beraber biz de çalışmalara katılıyoruz. Umutlu olmaya çalışıyoruz ama şu an ortada olan tablo çok da iç açıcı değil. Ama her koşulda sinema yapmanın, filmleri göstermenin, insanlarla buluşturmanın yolunun da bulunacağına inanmak istiyoruz. Adımız bağımsız sinema olsa da devletten alınan desteklerle yapılan sinema bağımsız olamıyor maalesef. Yurtdışında fonlardan destek almaya kalktığınızda da başka şeylerle karşılaşıyorsunuz. Bağımsız sinema çok zor bir şey. Belki en sonunda elimize kameraları alıp üç kişilik, beş kişilik ekiplerle film yapma yoluna gideceğiz ama yapmaya devam edeceğiz. O konuda en azından kendimize inanmak ve umut beslemek istiyoruz.