İtiraf edeyim, bir önceki yazımda değindiğim, Miloš Forman’ın 1984 yapımı filmi Amadeus’u izleyinceye kadar, Don Giovanni operasındaki birkaç bölüm dışında Mozart’ın eserleri, en sevdiğim müzikler arasında değildi. Mozart’ın kişiliğini ve dehasını daha iyi anlamamı sağlayan Amadeus filmini izlediğimden beri ise, özellikle Requiem’i ve 25. Senfonisi, üzerimde güçlü, hatta bağımlılık yaratan bir etkiye sahip.

Peter Shaffer’ın bir oyununun uyarlaması olan film, Mozart’ın müziklerini sevimli ve naif, cici-bicili olarak gören birçok kişinin, bu eserlerdeki büyük derinliği fark etmesini, hissetmesini sağladı.

Filmde, Habsburg Hanedanı’nın İtalyan saray bestecisi Antonio Salieri, Mozart’ın müziğine duyduğu büyük hayranlığın getirdiği şiddetli kıskançlıkla, yaşamı Mozart için zorlaştırmaya çalışıyor ve hatta onu ölüm yoluna sokuyor. Müzisyenler ve müzik uzmanları böyle bir Salieri betimlemesinin gerçeği yansıtmadığını, Salieri’ye haksızlık edildiğini belirtse de, Fazıl Say’ın “Uçak Notları” kitabında söylediği gibi, bu tipleme “bir karşıtlık, bir gerilim öğesidir, ‘film icabı’ sayılmalıdır.”

Amadeus’ta, Mozart’ın müziklerindeki ilahiliği ve kusursuzluğu görme kapasitesine sahip olan Salieri, tüm hayatını Tanrı’nın sesini aktaran eserler vermeye adamışken O’nun neden enstrüman olarak kendisini değil de “kibirli, şehvetli, ahlaksız ve çocuksu bir oğlanı,” Mozart’ı seçtiğini ızdırap içinde sorguluyor. Film, Salieri üzerinden vasatlığa isyan ediyor ve yine onun ağzından tüm vasatlıkları “bağışlayarak” sona eriyor.

Peki Mozart gerçekten vasatlığı çileden çıkaran bir dahi miydi yoksa çok çalışkan bir büyük yetenek mi?

“In Search of Mozart” (Mozart’ın Peşinde) adlı belgeselin Yönetmeni Phil Grabsk gibi bazı kimselere göre “dahi” gereksiz bir terim. Grabsky, dahi olarak değerlendirdiğimiz pek çok karakterin ortak noktasının; dürtü ve azim, sıklıkla iyi ebeveynlik olduğunu; aynı zamanda bu karakterlerin, dönemlerinin sosyal koşullarının ürünü olduğunu söylüyor. Tüm bunların Mozart için geçerli olduğunu, onun yeteneğinin sadece Tanrı’nın bahşettiği bir armağan değil, olağanüstü çalışmanın da sonucu olduğunu savunuyor.

Günümüze ulaşıncaya dek Mozart’ın yaşamıyla ilgili bilgiler bulanmış olsa da, saygın bir teorisyen, besteci ve keman sanatçısı olan babası Leopold tarafından eğitildiğini biliyoruz. Bildiğimiz başka bir şey ise, Mozart’ın çocukken tüm Avrupa’yı kapsayan yorucu konser turnelerine çıkarıldığı ve İtalya, Almanya, Fransa ve İngiltere’deki deneyimlerinden besteci olarak yararlandığı.

Gelelim müzisyenlerin görüşlerine... Grammy ödüllü Piyanist Mitsuko Uchida, Mozart’ın dahi olarak tanımlanmasını destekliyor. Müziğini gizemli bir biçimde güzel bulduğunu ve bir dahi olarak doğduğunun açık olduğunu söylüyor. Soprano Barbara Bonney de aynı fikirde. Taşıdığı mükemmellik nedeniyle Mozart’ın kompozisyonlarının, IQ’larını yükseltmek için bebeklere dinletildiğini belirtiyor. Notalarının adeta “başka bir yerden” dikte edilmişçesine bir kusursuzluk barındırdığını, bir insanın nasıl bu kadar yetenekli olabileceğinin akla sığmadığını vurguluyor.

Deha, “insan zekâsının, insan kişiliğinin erişebileceği en yüksek düzey” olarak tanımlanıyorsa, 5 yaşında beste yapmaya başlayan ve 35 yıllık ömründe tam 623 eser vermiş olan Mozart’ın dehası bence su götürmez.

Yine Fazıl Say’ın kitabına göre, eğer bir nota yazımcı, haftanın beş günü ve günde sekiz saat Mozart’ın eserlerini yazmaya kalkacak olsa 25 yıl gerekirmiş! Peki Mozart bu zamanı nasıl buluyordu? Filmde de gördüğümüz gibi, eserlerini kafasında tamamlıyor, sonra sadece kağıda geçiriyordu.

Çok sıkı bir eğitimden geçmiş ve çok çalışkan bir yetenek olsa da Mozart’ın, aklın açıklamakta zorlandığı mükemmellik, etki ve nicelikte verdiği eserler, müziğin sayılı insana ilahi bir kaynaktan “gönderildiğini” düşündürüyor.

Son sözü, Nobel Ödüllü doktor, filozof, müzisyen, teolog Albert Schweitzer’e bırakıyorum: “Bütün dahiler göklere uzanır. Mozart ise gökten inmiştir.”

Not: İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, 14 Nisan’da Mozart’ın Flüt ve Arp Konçertosu’nu,  26 Mayıs’ta ise Efes’te gerçekleştireceği kapanış konserinde Requiem’ini seslendirecek.