Sevgili okuyucularım, Orhun TV web sayfasında yer alan Serap Yeşiltuna'nın makalesini internet ortamında okudum. Durmadan sosyal medyada paylaşıyoruz. Atatürksüz müfredat istemiyoruz. Buyurun ne bir eksik ne bir fazla yazmış Serap Yeşiltuna (Ulusal Parti genel sekreteri, yazar). Bundan daha güzel yazılamaz dedim kendimce, yüreğine kalemine sağlık. Daha çok okuyucuya ulaşması dileğiyle köşemde misafir ediyorum.

***

Müfredattan Atatürk'ün kaldırılması üzerine politik ya da ideolojik bir eleştiri yapmayacağım. O konu çok işlendi. Müfredatın kelime anlamı üzerinden bir tarih tartışması açmak istiyorum.
"Müfredat" Arapça kökenli bir kelime:
Bir bütünü meydana getiren şeylerden biri.
Bir şeyin içindekiler.
Toptan malum olan şeylerin tafsilatı- yani ayrıntıları-anlamlarına geliyor.
Eğitim sistemimizde ise genel olarak eğitim programını kastediyoruz.
"Bir bütünü meydana getiren şeylerden biri"nde Atatürk olmazsa ne olur?
Yani eğitim programının içinde Atatürk olmazsa?
Ya da toptan malum olan şeylerin tafsilatında Atatürk olmazsa?
Geriye pek bir şey kalmaz. Çünkü:
Eğitim, çocuklarımıza matematik, fizik, kimya bilgisi vermenin, Türkçe ya da tarih öğretmenin çok ötesinde bir olgudur. Eğitim daha okul kapısından içeri girdiğiniz anda başlar.
Atatürk resmini, Türk bayrağını, Andımızı, İstiklal Marşı'nı aynı anda görmektir. Atatürk'ün özlü sözlerinden birkaçını daha ilk anda okumaktır. Atatürk'ü sevmektir, hem de çok sevmektir.

Onu sevmek ise başlı başına bir tarih eğitimidir. Onsuz Çanakkale olamayacağını anlatmakla başlar örneğin. Bütün akvam-ı Beşer'e karşı bir "beşer"in bir ulusun kaderini değiştirdiği andır. Sadece bir yer değil bir zaman dilimidir Çanakkale. Bir devir batar bir ruh doğar. Bunu Atatürksüz anlatmak mümkün müdür? Toplama işareti olmadan matematik eğitimi verebilir misiniz? Elementleri bilmeden kimya, kaldırma kuvvetini bilmeden fizik olabilir mi?

Atatürk'ün kendi hayatı başlı başına bir "ders"tir aslında.
"Ben size ölmeyi emrediyorum" demek o dersin ilk konusudur. O emirle bir destan yazıp tüm dünyaya diz çöktürttükten sonra düşman askerlerinin annelerine mektup yazıp ölmüş çocuklarını bağrına basmak da bir derstir.
Boynunda idam fermanıyla gemileri yakıp Samsun'a çıkmak da bir derstir örneğin.
Apoletlerini söküp sine-i millete dönmek de...
Samsun'dan Havza'ya geçmek için beş kuruş parası yokken yeni bir ordu kurmanın kararını almak da derstir.
Sivas'ta tüm manda tartışmalarını yırtıp atmak ve attırmak da öyle...
Misak-ı Milli en önemli, Büyük Taarruz ve İzmir'in kurtuluşu ise o dersin en güzel konusudur. Bir ulusun karanlıktan aydınlığa çıktığı an!
Ama dersler burada bitmediği gibi yeni başlayacaktır.

Lozan'ı kabul ettirmek, saltanatı ve hilafeti kaldırmak, milli ekonomiyi kurmak, devrimleri yapmak o okulun en başarılı öğrencilerinin bile aklından geçmeyen bir "ileri" noktadır. İşte bilenlerle bilmeyenlerin anlayanlarla anlamayanların ayrıştığı esas nokta, bir "olgunluk imtihanıdır" bu aynı zamanda.

Şimdi müfredata yeniden geri dönersek, yani "bir bütünü meydana getiren şeylerden biri"ne...

Bu bütün Türkiye Cumhuriyeti ise bunu meydana getiren en önemli "şey" Atatürk'tür. Bu nedenle Atatürksüz tarih ve hatta din eğitimi, Atatürksüz bir sosyal bilgiler dersi, Atatürksüz bir sınıf, Atatürksüz bir okul, Atatürksüz bir anlayış düşünülemez. Yapılan her şey eksik ve yarımdır, bilinçli yapıldığı için de ihanettir.