Yıl 1970'ler. Tüm ülkede olduğu gibi "68 Kuşağı Rüzgârı", İzmir'de de egemen. Devrimci sanatçılar; tiyatrocusundan müzisyenine kente gelmeye görsün, hepimiz koşar adım gidiyor, sanatın geliştirici, umut aşılayıcı yanına kendimizi teslim ediyoruz.
           
O ara, "Büyük usta Ruhi Su İzmir'e, Elhamra Sineması'na gelip konser verecek", haberi bizleri heyecanlandırıyor, coşturuyor. Bu davudi sesi, elinde sazıyla tarihi bir mekanda dinleyip izlemek adeta ibadet gibi. Ancak bu sırada bir de kulaktan kulağa şu dolaşıyor:                  
"Aman, Ruhi Bey, konserinde çıt çıksın istemez. Gürültü olması halinde sazının tellerine dokunmaz, türküsünü söylemez, sahneden çıkar gider!" Elbet gençliğimizin heyecanını bu uyarı da katlıyor. Elhamra'nın koltukları o sıra ahşap ve müthiş gıcırtı yapıyor. Oturdun mu çakılıp kalacaksın. Biraz kıpırdasan, o bile gıcırtıya neden oluyor.
          
Konser boyunca put gibiyiz. Ne öksüren, ne konuşan, ne kıpırdayıp da ahşap gıcırtıya neden olan var. Mükemmel. Ruhi Beyin sesine, sazına, yorumuna doyamıyoruz...
          
Cep telefonu yaygınlaştı yaygınlaşalı özellikle konserlere gitmek içimden gelmiyor! Gidince, "daha dakka bir, gol bir!" Önümdeki, sağımdaki, solumdaki, daha önümdeki hemen cep telefonlarına davranıyor; sahnede olan biteni ya fotoğrafa ya da videoya kaydediyorlar. Yetinmiyor bir de WhatsApp üzerinden dostlarına gönderiyorlar. Epostalarına bakanları da bunlara eklersek sahnedeki sanatçılara, biz izleyenlere saygısızlık, genelde düzeysizlik alıp başını gidiyor.
           
Hep böyle miydi?
           
Değildi elbet. Bunu tanığı olduğum Ruhi Su üstadın konserlerinden örnekle aktarmaya çalıştım. Ya daha önceleri?
           
Uzun yıllar İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda aktörlük, rejisörlük, yöneticilik yapan, Türk Tiyatrosu denildiğinde ilk akla gelen ad olan Muhsin Ertuğrul Bey (28 Şubat 1892, İstanbul - 29 Nisan 1979, İzmir), 1947 yılında dönemin hükümetinin çağrısıyla İstanbul'dan Ankara'ya gelir. Çağrılmasının nedeni devlet Tiyatrosu Tatbikat Sahnesi'nin yönetimini, ilk yönetici olan Carl Ebert'den devralmak, Tatbikat Sahnesi'nin Devlet Tiyatrosu ve Operası olarak kurumsallaşmasını sağlamaktır. Yine döneminin ünlü Küçük Tiyatrosu ile Büyük Tiyatrosu Muhsin Beyin çalışkanlığıyla o yıllarda kurulur.
             
Muhsin Ertuğrul Beyin çabaları, bu kurumsallaşma çalışmaları içerisinde oyuncu ve personelden seyirciye değin uzanır. Örneğin, temsillerin başlama saatleri kesin dakiklik içerir. Kim olursanız olun, bir dakika bile geç kalırsanız kapılar kapanır ve ilk perde oyunu izleyemezsiniz!
             
Vestiyer parasızdır. Bu da kesin bir kuraldır. Görevliye bahşiş vermeye kalktığınızda, nazik bir redle karşılaşır, pardesü ya da paltonuzu alır çıkar gidersiniz.
             
Bir de yazılı olmayan kurallar vardır. Daha doğrusu; daha önceleri yazılıyken süreç içerisinde yeniden yazılmasına gerek kalmayan kurallar. Muhsin Ertuğrul, bu kuralları, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nu yönettiği yıllarda bir kılavuz haline getirmiş, uzun süre bu kılavuz İstanbul'daki tiyatro seyircisine dağıtılmıştır. Ama artık kılavuzun içeriği herkesçe öğrenilip bilinir olduğu için Ankara'da basılmasına gerek yoktur.
             
Muhsin Ertuğrul Beyin İstanbul dönemine, 1940 yılına giderek o kılavuza ne yazılmış bir bakalım:
"Mabedler, tiyatrolar, balolar ve ziyafetler... İnsan bunlara giderken mevcudunun en temizini, en güzelini giymelidir.

Memleketimiz Demokrat bir memlekettir. Bize süs, lüks lazım değil, temiz ve dürüst olması (olmak) kâfi... Elbisemiz eski olsun, fakat fırçalanmış olsun... Kravatımız olmasın, fakat yakası kapalı olsun... Şapkamız kasketimiz başımızda değil, elimizde olsun...
             
Bazı görgüsüz ve ukalaların, "Paramla girdim, ne istersem yaparım" düşünceleri yanlıştır. Parayla girerken bir tiyatronun umumi kaidelerine ve halkın huzur ve istirahatine riayeti zımnen kabul etmişsinizdir...
              
Bazı kaba ve görgüsüz insanların tiyatroda (temsil esnasında) fındık, fıstık, çekirdek gibi şeyleri gürültü çıkararak yedikleri vardır. Fakat böyleleri bu hareketlerde bulunacaklarına göğüslerine, "Biz bir tiyatro nasıl seyredilir, bilmiyoruz" diye levha yazsalar daha iyi olur." (*)
              *
Sözün özü:
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!

(*) Bu değerli bilgi için Gazeteci Ağabeyimiz Sayın Altan Öymen'e teşekkürlerimle.