Davos'a hiç gittiniz mi? Orada her yıl Ocak ayında yapılan Dünya Ekonomik Forumunu kastetmiyorum tabii. 1000 nüfuslu bu küçük dağ kasabasına her yıl dünyanın en güçlü ya da en önemli kişilerinden 2000 kişi davet edilir: Başkanlar, başbakanlar, maliye bakanları, generaller, filozoflar, mucitler, dünyanın en güçlü şirketlerinin yöneticileri. Örneğin bu yıl Fransa ve ABD başkanları katılmıştı. Erdoğan'ın 'Van Münüt'lü Davos katılımını da hatırlıyorsunuzdur. Bu kadar çok önemli kişi gelince tabii ki İsviçre buraya o günler için 4500 polis, asker ve jandarma yığar. 5 milyar doların altında satış geliri olan hiçbir şirketin yöneticisi katılamaz. Davetli dahi olsa herkesin temel ücreti 70 bin dolar civarındadır. Şirketler ise 3 gün için 250 000-500 000 dolar öderler. Ama bu sayede ABD başkanı ile ya da başka bir ülkenin bir bakanı ile yüz yüze görüşme imkânına bile sahip olurlar.

Benim Davos'um ise sadece bir kayak kasabasıdır. 70 kilometreye yakın kayak pistleri ile kayakçılar için harika bir yerdir. Üstelik 70 bin dolara değil günde 100 dolara bile kayak yapabilirsiniz.
Şimdi bu Alp Dağları'nın tepesine neden çıkıyoruz? Çünkü orası aynı zamanda 1929 Nobel ödülünü kazanan Thomas Mann'ın unutulmaz romanı Der Zauberberg- Magic Mountain- Büyülü Dağ'ın geçtiği yerdir. Kayak için gittiğim zaman okumamıştım. Ancak etkilenip birkaç yıl sonra okudum.

Thomas Mann daha sonra faşist Almanya'da yaşamak istememiş ve İsviçre'ye geçmişti. Daha sonra da Amerika'ya göç etti. Birçok muhteşem romanı var: Buddenbrooklar, Venedik'te Ölüm, Doktor Faustus, Yusuf ve Kardeşleri, Dinle Alman Ulusu! Ve daha birçok.

Hans Canstorp, Hamburg'un varlıklı bir ailesinden genç bir deniz mühendisidir. İsviçre Alpleri'nde Davos'ta 1900 metre yükseklikte, bir tüberküloz sanatoryumunda kuzeni yatmaktadır. Onu görmek için gider. Üç hafta kalmayı planlamaktadır. Ancak doktorlar belirtilerden kendisinin de tedaviye ihtiyacı olduğuna onu ikna ederler. Üç hafta için gittiği yerde yedi yıl kalır. Bu süre içinde doktorlar ve hastaların dünyasını, çeşitli felsefeler ve kutuplarını, platonik bir aşk serüveninin içine de girerek keşfetmeye çalışır.

Sanatoryumda sağlık hep umuttur. Gerçek ise hastalık ve ölümdür. Gözlemleri onu olgunlaştırmaktadır. Castrop'un ruhu köklü bir değişime uğrar. Orada insanlar iyileşmekten ziyade zamanı tüketmektedirler. Yemek masaları, hasta ve güneşlenme terasları derin tartışmalara ve felsefi arayışlara vesile olmaktadır.

Thomas Mann romanının geçtiği sanatoryum gerçektir. Bugün otel olan sanatoryum o zamanlarda Schatzalp Sanatoryumu olarak ün yapmıştı. Tüberküloz Avrupa'da çok yaygındı ve zengin hastalar buraya akın ediyordu.  
İşte size geçen hafta anlatmayı vadettiğim müslinin öyküsüne giriş yaparken nerelere daldım ama sizi bu bilgilerden de mahrum etmek istemedim.  
Aslında müsli İsviçre'de en az 100 yıllık bir gelenek. İlk 50 yılında her öğüne müsli ile başlanırdı. Bazı kültürlerin ekmeği diğerlerinin pirinci gibi idi.
Uyanık doktor Maximilain Oskar Bircher-Benner bu geleneksel besinde ufak değişiklikler yaptı ve adını ekledi. Tıp okurken çiğ meyve ve tahılların birçok hastalığın tedavi yöntemi olduğu tezini benimsemişti. Elma, yulaf, badem, fındık, gibi gıdaları su, limonsuyu ve süt ile karıştırmakta ve denemeler yapmakta idi.

O denemelerini yapa dursun hepimizin çocukken okuyup aşık olduğumuz Heidi'nin romanına gidelim mi? İsviçreli romancı Johanna Sypri'nin karakteri Heidi hastalanır. Onun çektiği ev özlemidir. Hastalığının tek çaresi dağlar ve Alpler'in yeşillikleridir. Kötürüm arkadaşı Clara Sesemann, Heidi ile dağlara çıkar ve yeniden yürümeye başlar. Bu da Alp Dağları'nın sağlıklı yaşamın merkezi olduğu imajının yayılmasına yardımcı olur.
Binlerce insan Avrupa'nın her yerinden İsviçre Alpleri'ne koşuşur. Bizim uyanık Doktor Bircher-Berner denemelerini bitirmiştir. 1904'de bir sanatoryum açar. Güneş, Alp Dağları havası ve Bircher'in elmalı mucizesi diye reklam ettiği sihirli bir diyet sunmaktadır. 'Erken kalk, erken yat, Alp havasını içine çek, Bircher müsli ye' formülü onu zengin eder tabii. Özellikle sabahları verilen Bircher müslinin gelenekselinden farkı eklediği elma rendesi, çeşitli tohumlar, tarçın ve yoğurttur.

İşte ünlü yazar Thomas Mann da onun sanatoryumunda 4 hafta kalır, daha sonra da Katia Mann ile birlikte Davos'ta ünlü Schatzalp Sanatoryumu'nda uzun süre dinlenir. Mann bu sanatoryumdaki hastalardan etkilenerek, orada geçen Büyülü Dağ romanını yazmaya başlar. Orada da formül 'Erken yat, erken kalk, Alp havasını içine çek, güneşe doy!'dur. Her öğünün başında mutlaka müsli yenmektedir.
1954 yılında Somalon adlı bir bebek maması şirketi Doktor Bircher-Benner'in varislerinden tescilli formülü ve doktorun adını satın alıp müsliyi kahvaltılık olarak piyasaya sunar ve dünya kahvaltılığı haline gelir.
Çok döndük, dolaştık ama yarın sabah değişik tatlardaki müslilerinizi yerken Thomas Mann, Davos, Heidi, Dr Bircher-Benner derken bambaşka bir kahvaltı yapacaksınız.
Bir de barış kahvaltısını anlatacaktım.

Orta Afrika'nın 5 ülkesine (Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas) yayılan Berberilerden İmzazığ kabileleri yılda bir gün barış kahvaltısı düzenler. Tarihlerinin başlangıcını Milattan Önce 950 yılı olarak gören bu savaşçı kabileler için şimdi yıl 2968'dir. 1200 yıl önce, birbirleri ile kanlı çatışmalardan sonra, bu savaşçı kabilelerin liderleri bir kahvaltıda barış anlaşması yaparlar. Anlaşmaların çeşitli maddeleri arasında yer alan bir madde her yılbaşında kutlanıyor.

1200 yıldan beri her yılbaşında, bir kabile başka bir kabilenin tüm halkına büyük bir kahvaltı düzenliyor. Ertesi yıl da tersi yapılıyor. Burada güne özel olarak tüm kadınlar birlikte 'afarnu' adı verilen pideleri, 'sfenj' adı verilen lokmaları hazırlıyor. Yer masaları, hurmalar, bademler, bal, argan yağı gibi gıdalarla donatılıyor. Bu kahvaltıda herkes lokmalarını hurma ezmesi-bal-argan yağı karışımı tatlılara bandırırken, barışın güzelliği, kavganın kötülüğü konuşuluyor ve kabileler arası kız alıp veriliyor. Bu kahvaltı 'savaşı bitiren kahvaltı' olarak sosyolojik ve antropolojik çalışmalara konu oluyor.
Babamın pankeklerini de anlatacaktım. Başarısını çok da abartmamak lazım. Sırrını söyleyeyim. Her şeyi hazır Original Aunt Jemima marka pankek kutusundaki unu derin bir kaba döküyor, süt ekleyip karıştırıyor, sıvı hamur haline getiriyor, teflon pankek tavasında az ama kızgın yağda pişiriyor. Ancak kabul etmeliyim ki asıl mahareti o pankeki bozmadan alt-üst etmekte. Tavadan havaya atıp, havada bir iki kez döndürüp yere düşürmeden tava içine indiriyor ya, bravo. Bir üzüldüğüm tarafı biz taze taze pankeklerin üzerine Kanada'nın akçaağaçlarından süzülen şurubu döker yerken, o bizim yeme hızımıza yetişmek için durmadan yenisini yapıyor, kendisi hiç yemiyordu. Ama yüzündeki gülümsemeyi hatırlıyorum da demek ki o da mutluydu.

Kardeşimden öğrenmiştim. ABD'nin dev ve obez vatandaşları sabahları bir pankekçiye gittiğinde garson soruyor: Short stack mi olsun full stack mi? Stack yığın, istif ya da pankeklerin üst üste konduğu kule demek. Yani alçak kule mi olsun, yüksek kule mi? Alçak kule 3 pankek, yüksek kule 6'dan başlıyor, 10'a kadar gidiyor.

Not: Bu arada, hep ben babamdan öğrenecek değilim ya, o da benden birçok şey öğreniyor. İstanbul'da geçenlerde Joan Baez konserine gitmiş. Joan Baez (77) ilk protest şarkılarını söylerken bizler doğmamıştık ama babama iyi gelmiş tabii. Bana şunu sordu: Hemen her şarkı bitiminde sahne arkasından genç bir hanım geliyor ve Joan Baez'in gitarını kapıp gidiyor ve başka bir gitarla dönüp fişini takıyordu.
Eh, bu da benim uzmanlık alanım. Şöyle anlattım: Genellikle gitaristler bir konsere birden fazla gitarla gelirler. Çünkü bazı şarkılar 6, bazı şarkılar 8 telli ya da daha farklı gitar gerektirir. Ayrıca çok uzun mesafelerden gelen bir gitar, yol stresi ve iklim değişikliğinden çok çabuk akort kaybeder. Özellikle Avrupa'dan, nispeten serin bir yerden Türkiye'nin aşırı sıcağına geliyorsa akort tümden bozulur. Üstelik müzisyen bir de açık havada çalacaksa bu işleri daha da zorlaştır (Joan Baez Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda çaldı). Çok zengin gruplar gittikleri ülkeye tüm uzmanlarını da götürür. Küçük ya da çok zengin olmayan bir grup maliyet sebebi ile her uzmanını getiremez ama solo gitar çalacak bir ünlü şarkıcı en azından gitar uzmanını getirecektir. Babamın gördüğü kadın gitar uzmanıdır. Hem şarkı gereği olan gitarı getirmekte, hem de star şarkısını söylerken, o bir sonraki şarkıda kullanılacak gitarın akordunu yapmaktadır.
İyi anlatmış mıyım? Görüşmek üzere...
(2. Not: 'Seyirci çok coşkulu değildi' dedi. Ben de Joan Baez artık güncel değil zamanı geçti' deyince babam bana çok kızdı.)