Mustafa. Mustafa Oğuz. İzmirli muhabir arkadaşımız. Semtlerin, sokakların; gözü, kulağı, dili. 1994 yılında yitirdiğimiz meslektaşımız Barış Selçuk'un anısını yaşatmak adına gerçekleştirilen ve bu yıl 18. kez yapılan "Barış Selçuk Gazetecilik Ödülleri" yarışmasında, "Ekmeğe Hücum" fotoğrafıyla Haber Fotoğrafı dalında birincilik ödülünü aldı. Kutluyorum. Ödülün sahibi olduğunu öğrenmezden birkaç gün önce de ekmeğinden oldu, yani gazetedeki işine son verildi. Tam ironi!
           
Mustafa, ödül törenindeki kısa konuşmasında, işten çıkarıldığının yüzüne söylendiği odayla ilgili olarak, "İnfaz odası" demiş. İnfaz odası!
           *
Yıl 1974.
Muhabir olarak çalıştığım Demokrat İzmir gazetesindeki son günümmüş.
Müessese Müdürü Atilla Bediz ile İstihbarat Şefi Akın Kıvanç, istihbarat salonunun kapısından seslendiler:
-Attilâ Beyin odasına gelir misin?
Odasına çağrıldığım Attila Bey, Başyazarımız, Genel Yayın Yönetmenimiz Attilâ İlhan. Gazetenin ana kapısından girişte çıkılan hayli dik merdivenleri karşılayan kapı Attilâ Ağabeyin odasının kapısı. Daha gazetede çalışmıyorken, lise yıllarımda şiir denemelerimi bacaklarım titreyerek kendisine gösterdiğim, muhabirliğimde de anlamadığım konularda akıl danışmak için sıklıkla eşiğini aşındırdığım kapı.
              
Masamdan kalkıp odaya yöneldim. İçeride ikisi var, Attilâ Ağabey o gün yok. Müessese Müdürü, nereden bulup getirdiyse, terzilerin kullandıkları o klasik tahta cetveli eline almış kendi kendine avucuna vuruyor. Sanki bir tehdit!
-İşine son verdik. Eşyalarını topla, bugünden itibaren gazeteden ayrılıyorsun.
Çiçeği burnunda, idealist, eğitimini görmüş bir gazeteci için bundan daha kötü ne olabilir?
              *
Yıl 1970'lerin sonları. Ankara'dayım. Ege Üni. Gazetecilik HİYO'dan Basın Hukuku hocam Av. Ramiz Sevinç beni telefonla arıyor. İşten atılmamla ilgili mahkeme lehime karar vermiş, hocam aynı zamanda avukatım Ramiz Beye 5 bin lira ödeme yapılmış, "Banka hesabını ver, göndereceğim" diyor.
              
Ankara'da, Küçük Esat Bağış Sokak'ta oturuyorum. Attilâ İlhan da hemen aşağıda, Tunalı Hilmi Caddesi'ndeki Bilgi Yayınevi'nin yayın danışmanı. İkimiz de artık Ankara'da yaşıyoruz. Ara ara uğrayıp çayını içiyorum.

Parayı şubeden çeker çekmez gidip bir kilo kuru baklavayı paket yaptırıp doğru Bilgi Yayınevi'ne yollanıyorum.
-Hoş geldin, diyor Attilâ Ağabey, elimdekini işaret ediyor.
-O ne, ne getirdin?
-İşten atıldığım gün siz yoktunuz ama odanız infaz odamdı. Gazeteyi mahkemeye verdim, tazminat kazanmışım. Ucundan kuru baklava aldım, birlikte yememizden daha doğru bir şey olmaz Attilâ Ağabey.
O sıra içeriye giren Ahmet Küflü de baklavamıza ortak oluyor.
                *
Kardeşim Mustafa. İnfaz odalarından geçenlerin en has yanları nedir, biliyor musun? Karşılarındakilerin gözlerinin içine içine bakarlar!  
Seni sevgiyle kucaklıyorum.