Ey okurlar; belki çok da uzatmış olabilirim. Ama her defasında açıkladığım üzere Kürt sorunu ülkemiz için her zaman ciddi bir sorun olmuştur. Üstelik günümüz Türkiye'sinde de ciddi sorun olma özelliğini korumaktadır.

Geçen haftaki yazımızda geçmişte yaşanan Kürt isyanlarını bir ölçüde dile getirmiş, sonraki yazımızın konusunun Dersim İsyanı olacağını belirtmiştik. Buna neden gerek vardır? Onu da yazma durumundayız. Ne kadar acıdır ki bu Dersim İsyanı'nın yaşandığı günlerin koşulları yeterince değerlendirilmeksizin olaylar günümüz siyasetçileri tarafından polemik konusu yapılabilmektedir.

Baksanıza Sayın Cumhurbaşkanımız R.T. Erdoğan, 2011 yılında Başbakanlık görevini yürütürken yaptığı bir konuşmada "Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa, ben özür diliyorum" diyebilmektedir. Açıkçası geçmişte yaşananları tam olarak değerlendirme gibi bir çaba olmaksızın sırf bir partiyi geçmişin günahlarıyla suçlayarak kendi partileri için bir pay çıkarma gayreti; ülkenin hangi sorununa çözüm getirebilecektir? Sizce böyle davranmanın bir yararı olacak mıdır? Ne dersiniz?
Üstelik geçmişe ait bu tür suçlamalar hele günümüzdeki başkanlık yarışında sık sık dile getirilebilmektedir. Öyle değil mi? İşte bakınız, şu andaki referandum meydanları, "Tek adam arıyorsanız kendi partinizde arayın" diye inletilmiyor mu? O halde biraz ironi yapalım mı? Öyle ya, Atatürk ve İsmet İnönü, cumhuriyetin ilk yıllarında İngiliz, Norveç, İsveç ya da benzer ülkelerdeki demokrasi uygulamalarını yapmamışlardır, o halde onlar "Tek Adam"dır, onlar suçludurlar. Buna karşın; günümüz Türkiye'si için düşünülen sistem "Tek Adamlık" sistemi değildir (!) Kaba kaçacak ama buna ne denir? Yerseniz.

***
Bakın işte; söylemek, yazmak istediklerimden nasıl da uzaklaşmış oldum. Oysa ben ülkenin Kürt gerçeğinden ve özellikle Dersim İsyanı'ndan söz etmeyi düşünmekteydim.
Geçen hafta yaptığımız tanımlamalarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Dicle bölümünün topografik yapısına bağlı olarak farklı birtakım özellikler taşıdığını söylemiştik. Genel nüfus ağırlığını Kürtlerin oluşturduğunu söylememiz kehanet sayılmaz herhalde. Bir başka gerçek de anılan bu bölgede hangisi olursa olsun gerçek anlamda bir devlet etkinliğinden, devletin hizmet götürmesinden bahsedilemeyeceğidir. Bunu yazmakla neleri anlatmak istediğimizi kısaca yineleyelim. Bölgenin doğal koşullarına dayanan etnik, demografik, sosyal ve ekonomik koşulları basit bir yönetim davası olarak algılayamayız. Dolayısıyla Doğu, her zaman kanayan bir yara olarak kalmıştır.
Bakınız. O günlerin başbakanı İsmet Paşa, 22 Eylül 1930 tarihli Meclis nutkunda neler söylemiş (aynen), "Bunlar -yani ağalar ve beyler- bulundukları yerlerde derebeylik ve hatta ufak birer hükümet şeklinde idiler. Devlete karşı vergi ve bittabi askerlik mükellefiyetleri de yoktu. İdare ve kanun nazarında kendileri için husisi ve mümtaz bir vaziyet iddia ediyorlardı."
Taa eskilerden bu yana devlet yetkililerinin temel yapılara eğilecek, oralarda yenileme yapacakları yerde, "Kürt yoktur, Türk vardır" gibi temel yapıya inmeyen tanımlamalar ve raporlar düzenleyerek hem kendilerini hem de hükümetleri oyaladıklarını unutmamak gerekir.
Unutmamamız gerekir: Doğu Anadolu'da Osmanlı'nın toprak mülkiyet sistemi uygulanamıyordu. Yani has, tımar ve zeamet gibi bilinen toprak dağıtımı görülmüyordu. Tam tersine kötü bir toprak beyliği, ilkel ve zalim "ağalık ve şeyhlik" düzeni bulunmaktaydı.

***
Şimdi bakın nerelerden nerelere geldik. Oysa amacımız Dersim İsyanı'ndan söz etmekti. Ama siz de takdir edersiniz ki Doğu Anadolu'nun düzenini tam olarak yansıtmadan Dersim'den bahsedebilir miydik? İşte bu üst bölümde anlattıklarımıza bağlı olarak Cumhuriyet Hükümeti 1935 yılında Dersim'le ilgili olarak özel bir kanun çıkarmıştır. Devlet bölgede gerçek anlamda bir egemenlik sağlayamamıştır. Asker toplamada bile zorluklarla karşılaşılmakta, ağalık ve şeyhlik düzeni hükmünü sürdürmektedir. Çıkarılan özel kanun bu ortamda bir değişiklik getirme amacı taşımaktadır. Öncelikle Dersim ismi yerine Tunceli ismi gündemdedir. Yapılan ve yapılması düşünülen değişiklikler ağalık, şeyhlik düzenini sürdürmek isteyenleri rahatsız etmiş 1937 yılında isyanın ilk ışıkları görünür olmuştur. Önceleri  hafiften başlayan çatışmalar o güne kadar görülmemiş boyutlara ulaşmış, devletin üç kolordusunu bölgeye yönlendirmesini gerektirmiştir. 1938 yılı başında operasyonlar, hava kuvvetlerinin katılımı ile sürdürülmüş, aynı yılın kasım ve aralık aylarında sonlandırılmıştır.
Kurulan özel mahkemeler idamlara ve uzun süreli mahkumiyetlere karar vermiş, ayrıca bir kısım halk da göçe zorlanmıştır. Yapılan operasyonlar sırasında arazi yapısının gereklerine bağlı olarak insanlık dışı bazı girişimlerde bulunulduğu söyleminin  günümüze kadar gelmiş olması bir ölçüde ülkemizin utancı sayılmalıdır. Hal böyle iken günümüz siyasetçilerinin Dersim'de olanları konu etmeleri ne kadar doğrudur bunu iyi değerlendirmemiz gerekir.
Esenlikle kalınız...

TÜRKÇE İÇİN NOT

İddaa değil İDDİA


Not: Bu yazının hazırlanmasında Şevket Süreyya Aydemir'in "Tek Adam" ve "İkinci Adam" kitapları ile "Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları" kitaplarından yararlanılmıştır.