Bir yolculuğa çıkıldığı zaman elbette o yolculukla ilgili yazıya konu olacak nokta da başlangıç noktası olmalıdır, doğallıkla. Oysa ben; Hoca Nasrettin'in eşeğine ters binmesini anımsatırcasına Pazar günü yaptığım kısa Ege turunun son noktasını anlatmaktan yani sonundan başlayacağım yazıma.

Elbette bu davranışımın doğrulanabilir bir yanının olması gerekmez mi? İzmirli olup şunun şurasında 250 km ötemizdeki doğa harikası Ulubey Kanyonu'ndan söz etmek istiyorum sizlere. Uşak merkezden 22 km ilerideki Ulubey İlçesi'nden 10 km sonra muhteşem bir görüntü ile karşılaşıyorsunuz. Belki bu görüntü kelimesini kullanmam yanlış olacaktır. Öyle değil mi? Kanyon dediğiniz bir dağ, bir tepe, bir yükselti değil ki; sonunda Kanyon'u algılayabilmek için mutlaka yanına hatta tam üstündeki teknik becerinin göstergesi "Cam Teras'a" ulaşmanız gerekecektir.

Biz de öyle yaptık. 135 metrekarelik cam terasa adımımı attığımda içtenlikle yazacağım; içim ürpermedi diyemem. Nasıl ürpermesin ki; bulunduğumuz yerin teknik özelliklerini öğrenince çekinmemek elde değil. Tam 150 metre yüksekliktesiniz, 30 mm kalınlığındaki cam platformdan altınızdaki kanyonun derinliğini görebiliyorsunuz. Dolayısıyla acaba cam kırılır mı düşüncesini kafanızdan atabilmek, pek de kolay olmasa gerek. Sonuçta karadan uzanan 15 metrelik profillerin üzerindeki camdan platformun üstündesiniz.

İçiniz rahat olsun, metrekareye 800 kg'lık ağırlığı taşıyabilme gücüne sahip kurşun geçirmez ve yazdığım gibi kalınlığı 30 mm olan bir camın üstündesiniz.

Şimdi sıra, kanyondan söz etmemize gelmemiş midir, ne dersiniz? Ulubey-Banaz kanyonları 500-100 m genişliğe, 135-170 m derinliğe ve 40-45 km uzunluğa sahip olup Banaz, Ulubey akarsuları boyunca uzanmaktadır. Kollarıyla birlikte 75 km'lik uzunluğa erişmektedir. Banaz Kanyon'u bilindiği kadarıyla tüm özellikleri ayrı ayrı değerlendirilirse dünyamızda Birleşik Devletlerdeki "Grand Canyon"dan sonra ikinci sıraya yerleştirilmektedir.

Ancak; elbette her zaman olduğu gibi tanıtım konusunda çok çok gerilerde kaldığımızı söylememiz gerekecektir. Bakınız; bizler, Ege Bölge'nde olmamıza karşın şu burnumuzun dibindeki hazineden kaçımız yeterli bilgi sahibidir dersiniz? Bunun yanıtının araştırılması büyük ölçüde turizmcilere düşmekle birlikte bizlerin ilgisizliğinin de payı yok mudur?
Ben içtenlikle kendime düşen yanıtı vereyim; ancak bu bilgisizliğimden ötürü utanıyorum.
***
O halde yolculuğumuzun ilk durağından söz ederek yazmayı sürdüreyim. Aslında Salihli'deki Kurşunlu Şelalelerini tam olarak değerlendirememiş olmaktan ötürü de kendimi suçlu hissediyorum. Meğer yalnız da değilmişim. Şöyle ki kırk kişilik kafilemizde benim konumumda olanlar çoğunluktaydı. Evet Salihli'yi biliyoruz, Kurşunlu Kaplıcaları'nı da az ya da çok duymuşluğumuz vardır. Ama neylersiniz ki aynı kompleks içinde yer alan o güzellik denizinden haberdar olmamamız kişisel suçumuz değil midir? Kısacası söylenip açıklanacak çok kusurumuz var galiba. Sanırım hepsi ayrı bir yazı konusu olacak niteliktedir.
***
Salihli'den ayrıldık, Kula'ya doğru yolumuzu sürdürdük. Rehberimiz; bu güzel kentimize yaklaştığımızda Kula ve çevresinin "Yanık Ülke" olarak tanındığını, bu tanımın da coğrafya biliminin babası Amasyalı Strabon tarafından Eski Grekçede "Katakekaumene" şeklinde tanıtıldığını belirtmekteydi. Gerçekten çevremizde volkanik patlamaların izleri sayılabilecek kara taşlara rastlamaktaydık.

Sonunda geldik mi otantik şehir Kula'ya! Kısa sayılabilecek bir şehir turu yaparak dar sokakları ve özel yapılı evleri görebilme şansımız oldu. Bu arada, Kula'nın geçmişteki nüfus yapısı ve ticaret yaşamını öğrendiğimizi sözlerime ekleyeyim. Serbest saatten yararlanarak öğle yemeğimizi aradan çıkardık.
Yola çıktığımızda hedefimiz, artık "Kuladokya" olarak tanımlanan Kula'nın peri bacalarının bulunduğu bölgeye ulaşmaktı. Ülkemizin en eski peri bacaları yöresinin "Kapadokya" olduğunu hepimiz biliyoruz. İşte bu isimden esinlenerek Kula'nın peri bacalarına da "Kuladokya" denmekteymiş.

Öylesine ilginç bir noktadayız ki anlatılması oldukça zor. Ben senelerdir Ankara'ya gidip gelirken hemen yolumuzun üzerindeki bu peri bacaları oluşumunu fark ederdim. Ancak yol yok, iz yok açıkçası geçer giderdim. Allahtan artık bağlantı yolunu yapmışlar ve oluşumları tanıtan bir karayolları levhasını koymuşlar. Yalnızca tek arabanın geçebildiği dar yoldan korka korka ilerledik ve otobüslerin manevra yapabilmelerini sağlayan bir meydancığa ulaştık. İnanın baktıkça insanın inanası gelmiyor. Hem öyle Kapadokya'dakiler gibi aralıklı da değiller. Yüzlerce oluşum, belki de yalnızca görülüp anlatılabilecek küçüklü büyüklü peri bacaları.

Kısacası demem o ki gidin ve görün. 2012 yılında "Tabiat Anıtı" olarak uluslararası alanda tescili yapılan bu doğa güzelliği, bölgemizin ilginç noktalarından biri olmalı bence.
Esenlikle kalınız...