Geçen haftaki köşe yazımda 1999-2000 Türkiye Süper Ligi son hafta karşılaşmalarında yaşanılanları paylaşmıştım. Hatta saptamamı da yazımda şu şekilde ifade etmiştim: 'Avrupa Şampiyonluğu kutlamalarının ateşi düştüğünde, Galatasaray taraftarlığıyla ünlü, o dönemin en popüler spor yazarı Hıncal Uluç, Cem Uzan'ın fazladan verdiği bu paranın bir şike parası olduğunu ifade ediyordu. O günlerde neredeyse her sözüyle gündem oluşturan Hıncal Uluç'un bu ağır iddiası futbol kamuoyunda nedense pek dikkat çekmeyi başarmamıştı.'

Yazı sonrası aslında durumun yıllar geçse de pek de değişmediğini üzülerek gördüm. Ortada çok ciddi ve somutlandırılabilecek şike söylemleri ile ilgili değerlendirme ve yorum daha önceki köşe yazılarıma göre yok denilecek kadar az oldu. Konunun muhataplarından olan dönemin Telsim şirketi sahibi ve İstanbulspor A.Ş. başkanı Cem Uzan'a attığım tweet de sosyal medyayı aktif kullanan Sayın Uzan'ın dikkatini çekmediği gibi konunun mağduru durumundaki Altaylıların da sessiz kabullenişi sürdü. Sosyal medyada birbirleri ile ilgili en ufak bir etkileşimde büyük tepkiler gösteren Fenerbahçeli dostlarımız da sanırım ipin ucu sadece Altay'a dokunduğu için 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' benzetmesiyle sadece yazıya pasif destek vermeyi tercih ettiler.

Oysa 99-2000 sezonuna Altay çok moralli ve büyük hedeflerle başlamıştı. Bir önceki sezon İnter-Toto Kupasında önce İrlanda ekibi Shamrock Rovers'ı sonrasında Macar rakibi Diosgyor'u eleyerek Fransız temsilcisi Bastia'nın rakibi olmuştu. Turu geçecek takım UEFA Kupasına katılım hakkı kazanacaktı. Fransa'da oynanan ilk maçta rakibine 2-0 kaybeden Altay rövanşta Alsancak Stadı'nı rakibine dar ediyor ve karşılaşmanın normal süresini 2-0 kazanarak turu uzatmaya götürüyordu. Bu arada rakip iki kırmızı kart gördüğü için uzatmalarda maça 9 kişi devam etme durumu söz konusuydu. Alsancak Stadı'nı hınca hınç doldurmuş onbinlerce kişi Altay'ın zaferinden emindi. Ama Altay, adeta Altaylığını yapıyordu. Belki Avrupa Kupası deneyiminin fazla olmaması, belki aşırı motivasyon, belki de o günkü teknik direktörü Sakıp Özberk'in inanılmaz taktik hatalarıyla 9 kişilik rakibine önce penaltı yaptırıyor sonrasında yediği ikinci golle turu imkansıza sokuyordu. 3-2 galibiyet sadece skorun istatistiklere bir Avrupa galibiyeti olarak geçmesine yarıyordu. Maçın son dakikalarında forvette Türk futbolunda yıllarca stoper mevkiinde isim sahibi olmuş Orhan Üstündağ ve Kadri Sancak'ın yer alması taktiksel yetersizliğin bana göre işaretiydi.

99-2000 sezonu yeniden Avrupa hedefleri ile başlayan bir sezondu. Başkan Nafiz Zorlu bireysel entelektüel birikimiyle kulübe büyük hedefler koyuyor ve kurumsallaşmanın gerekliklerini işaret ederken, bir yandan da bu yönde adımlar atıyordu. Sezona Ümit Kayıhan gibi iddialı bir teknik adamla başlanıyordu ve ilk karşılamada Bursa'da 4-1 elde edilen zafer gelecek için tüm Altaylıları heyecanlandırıyordu. O kadar büyük hedef ve hayaller söz konusuydu ki 8. haftaya kadar Sadece Fenerbahçe'ye deplasmanda kaybeden Altay 7. haftada Denizlispor'a yine deplasmanda kaybedince, 8.hafta Vanspor galibiyetine rağmen Ümit Kayıhan ile yollarını ayırıyordu. Ligin ilk yarısı bittiğinde heyecanı ve hayali her zaman yüksek bir Altay taraftarı olarak UEFA Kupasına hatta o yıl iki takımla katılacağımız Şampiyonlar ligi için bir umudumuz olabilir mi diye hesaplar yapıyordum. Alsancak Stadının büyütülmesi ve açık tribünün kapatılması maçlarla birlikte en çok konuşulan konulardandı.

Ligin ikinci yarısında ilk rakip yine Bursaspor'du. İkinci hafta Göztepe maçı olduğu için, ikinci yarının ilk 5 maçının 4'ü İzmir'de oynanacaktı. İyi bir başlangıç Altay'ı zirveye götürebilirdi. Muhteşem bir havada ve atmosferde oynandığını hatırladığım Bursaspor maçının tek hakimi maçın 57.dakikasına kadar Altay'dı. Bu dakikaya kadar Altay'ın net bir penaltısını vermeyen hakem Muhittin Boşat bu dakikada sahneye çıkıyordu. Topsuz alanda binlerce kişinin önünde Bursaspor defans oyuncusu Ömer Kılıç Altay forveti Faruk Namdar'a kafa vuruyor fakat hakem kırmızı kartını Altaylı oyuncuya gösteriyordu. Durumu görmeyen sanırım sadece hakemdi. Üniversiteden maçı bizle izlemek için gelmiş kız öğrenci arkadaşlarımızın bile hakeme çok büyük tepki gösterdiklerini dün gibi hatırlıyorum. Sahada tam bir tiyatro vardı. Altay takımının maça konsantrasyonu bitmişti, sadece 10 dakika sonra Bursaspor öne geçiyordu. Gole hemen cevap vermiş olsa da Altay maç sonuna kadar hakem Muhittin Boşat'ın kararlarıyla uğraşınca maçı 2-1 kaybediyordu.

Bu arada bir parantez açıp sezonun son şaibeli Galatasaray-İstanbulspor maçındaki hakemi tahmin etmenizi isteyelim. Sanırım bu satırları okuyan herkes ismi bulmuştur: Muhittin Boşat...
Altay Kulübü başkanı Nafiz Zorlu sıradan bir kişilik değildi. Vizyonu ve hedefleri ile popülaritesi yüksek bir insandı. Altay Kulübü ile federasyon ve MHK arasında büyük bir kavga başlamıştı. Spor ekranlarında Anadolu takımlarına çok yer verilmezken Nafiz Zorlu birçok ekranda Altay'ın gasp edilen hakkının peşinde olacağını ifade ediyordu. Bir canlı yayına katılan MHK Başkanı Hilmi Ok Altay Kulübünü açıkça tehdit etmekten çekinmiyordu. 'Nafiz Bey çok konuşuyor ama unutmasın daha lig bitmedi, çok şey değişebilir'. Gerçekten çok şey değişiyordu ligin ilk yarısında 7 galibiyet 4 beraberlik alan Altay ikinci yarıda sadece 3 galibiyet 3 beraberlik alabiliyordu. Bu galibiyetlerden biri ise Bursa maçından hemen sonra oynanan, henüz kavgaların tehditlere dönüşmediği Göztepe karşılaşmasıydı.
Altay kulübü büyük hedefler belirlemiş ve hakkının peşinden koşarken öyle bir cezalandırılmıştı ki, bugün geldiğimiz yerde o günleri hatırladıkça bunlara sebep olan kişilerin aldıkları ahlar ve haklarla mutlaka bir gün hesaplaşacaklarına inanıyorum.