Bildiğiniz gibi yaz mevsimi genellikle düğünlerin yapıldığı zamanlar oluyor, ben de davet edildiğimde, koşullar elverdiğince bazılarına  katılıyorum çünkü düğünler aslında bir toplumu her yönü ile gözlemleyebileceğiniz eğlenceler olduğu kadar o ülkede insanların hayal dünyaları ve ruhsal durumları, beklentileri ve yaşam felsefeleri hakkında da bilgi sahibi olabileceğiniz ortamlar. Oralarda bir toplumun röntgenini çekebilme ve inceleyebilme şansınız oluyor. Elbette farklı sosyo-ekonomik kategorilerde olan insanların düğün veya nikah anlayışları farklı ama düğünler için seçilen mekandan başlayarak davet edilen konuklara ve diğer bazı detaylara bakarak bir ülkede  hayatın nasıl aktığına  yönelik çıkarımlar yapma şansına sahip olabilirsiniz.

Öncelikle  en sıradan gözüken insanların da en önemli gözüken insanlar kadar sırları olabileceğini düşünürseniz bu gözlem eğlenceli bir duruma dönüşebilir. Hepimiz biliriz ki, hiçbir şey göründüğü gibi değildir. İnsanların aklından  geçenleri okuyamazsınız. Ancak yüz ifadeleri, konuşmaları ve tavırlarından oldukça kapsamlı bilgiler edinebilirsiniz. O anlarda  her şey yolundaymış veya olağan akışındaymış gibi davranmaya çalışırken gergindirler ve yalan söylemek istemeseler bile gerçeği hafifçe de olsa çarpıtma telaşı çoğu zaman komik sahneler yaratır Fakat siz öyle veya böyle bir kedinin masadan aniden bir yiyeceği kapması gibi istediğinizi alabilirsiniz yine de .
Şimdi bir düğünden bazı izlenimlerimi aktarmadan önce orada çalan müziğe kulak verelim; çünkü  orkestra  Mendelsshon’un Bir Yaz Gecesi Rüyası adlı eserinin, Düğün Marşı bölümünü çalıyor, gelinle damat davetlilerin meraklı ve gülümseyen bakışları altında spot ışıklarının altında davetlileri selamlarken bakışlar daha çok geline odaklanmıştır. Gelin yaşamında belki de bir daha o anki kadar güzel olamayacağı bir anı yaşar. Çünkü davetliler damadın gelini  sadece güzelliğinin dışında  başka hangi nedenlerle beğendiğini bilemezler elbette ama törenlerde gelinin güzelliğinin damadın düzgün bir fiziğe sahip olmasından daha önemli olduğu gibi algı oluşmuştur sanki.
Evet, davetliler yavaş yavaş geliyor, önem sırasına göre bazıları kapıda karşılanıyor. Ailenin aynı kent veya diğer kentlerde yaşayan ve birbirlerini uzun zamandır arayıp sormayan ama sadece düğün ve cenazelerde bir araya gelen farklı ekonomik standartlarda olan kesimleri de gelmiş gözüküyor, yüzlerine bakınca, “eh artık böyle bir zamanda davetinizi kıramazdık, kalktık geldik işte”, der gibi bir havada sarılıp öpüşüyorlar. “Akrabalar ne ölecek zamanı ne de yaşayacak zamanı bilirler” demişti Oscar Wilde ama akrabalar bu kez düğüne  gelecek zamanları bilmişler  ve  bu esnada bazı başarılı ve zengin akrabalar ise düğünü onurlandırmaları ya da olası pahalı hediyeler getirilmesi beklentisiyle özellikle çağırılmışlardır.

Herkesin böyle özel zamanlar için dolabında sakladığı ve böyle ortamlara uygun  güzel bulduğu giysileri vardır, yoksa da almıştır ama sanırım bu giysilerin büyük bir bölümü TV deki moda programlarının üstadları tarafından oldukça eleştirilirdi belki ama ben bu ayrıntıları anlayacak kadar bilgiye sahip değilim, ancak bazılarındaki küçük uyumsuzluklar dikkatimden kaçmıyor yine de. Öyle olsa bile sevgili olanların birbirlerinin kusurlarını görmemeleri gibi, iyi niyetle bakılan her şey gibi bu küçük kusurlar da yok olup gidiyorlar. Bununla birlikte bu giysiler içinde tarafların hangi sosyo-ekonomik düzeyde olduklarını kestirmek daha güç oluyor. Ama hareket tarzları ve konuştukları zaman kullandıkları kelimeler bilebildiğim kadarı ile o sosyal sınıflarda  yaygın olan ifade biçimleri oluyor.   Elbette bunun bir önemi yok belki ama ilgi çekici olan, düşünsel anlamda gelenekçi ve muhafazakar yapıda insanların belki senede böyle birkaç özel günde kıyafet seçimlerinde daha liberal bir tutum izlemelerinin yanısıra, olduklarından daha kibar davranmaya çalışmaları ve günlük  yaşamlarında olmadıkları kadar toleranslı ve uyumlu gözükmeleridir. İnsanın normal gözükmeye çalışması zaten kolay bir şey değildir ama üstelik bir de böyle anlarda olduğundan daha aristokrat görünmeye çalışmak hiç de kolay bir şey olmasa gerek. Doğrusunu isterseniz bu yaklaşıma daha çok orta tabakada rastlıyorum, çünkü hayalini kurdukları bir yaşam biçiminde oldukları gibi değil de olmak istedikleri şekilde rollerini iyi oynamaya çalışan yetenekli ama deneyimsiz aktör ve aktrislere benziyorlar. Ama bu noktada şunu özellikle belirtmeliyim ki bazılarını tanıma şansı buluğum  bu ortalama kadın ve erkeklerin her ne kadar küçük detaylarda eksikleri olsa da genel olarak şık ve gözalıcı kıyafetler içinde ve özenle yapılmış bir makyajla oldukça farklı gözüktüklerini söylemek gerek. Ne zaman böyle ortamlarda bulunsam hayatın bir illüzyon ve imaj olduğuna daha çok inanıyorum ama bütün sorun o paravanın arkasında neyin gerçek olduğunu anlayabilmekte.
Artık nikah memuru hazır. Birazdan evet’ler çıkacak ağızdan. Herkes böyle anda o kadar ciddileşiyor ki bu rutin konuşmalara  espri katmaktan çekiniyorlar. Ne damat ne de gelin “ben bir düşüneyim” demiyor doğal olarak. Kimbilir belki de bir kez daha düşünse iyi olurdu. Bu sahne aslında her ikisinin de hayatında bir dönüm noktası ama henüz bunu bilmiyorlar, bunu bilmeleri için nikah memurunun soruyu değiştirmesi gerekiyor. Az önce gelinle damat ortama dahil olurken konukların gelinin güzelliği ve damadın yakışıklı olup olmaması kadar gözden kaçırdıkları başka bir şey daha vardı . Bu, seven ve sevilen bir kadın ve erkeğin varlığıdır. Bunu anlamak sanıldığı kadar zor değildir, çünkü bildiğimiz gibi şk ve hüzün asla saklanamaz. Bu nedenle nikah memuru “Bu kişiyi karılığa veya kocalığa kabul ediyor musunuz” sorusunu sormadan önce bu adamı veya kadını gerçekten seviyor musunuz ? diye sorsaydı eğer her şey çok farklı olabilirdi. İşte bu “Her şey çok farklı olabilirdi“  ifadesi daha sonraları hayatlarınızda sizi en çok üzecek en kederli ifade olarak kayıtlara geçecektir ve bu noktada cevaplardan çok soruların hayatımızı biçimlendirdiğini  bir kez daha anımsamak durumundayız.
Şimdi davetlilere bir göz atalım. Toplumda seçkin bir yeri olan konuklar hemen belli oluyor. Başları ve omuzları dik duruyorlar, köy kökenli olsalar da  daha önce refaha ulaşmış böylece para ile kavgasını bitirmiş oldukları için sonuçta orta sınıfa özgü o  iddiacı tavırlarını bırakmış, biraz daha hümanist ve alçak gönüllü bir yaklaşım içinde gözüküyorlar. Bununla birlikte maddi durumlarının ve pozisyonlarının gerektirdiği ayrıcalıkları belli edecek küçük ama pahalı bazı detayları atlamamışlar.
Değerli olmakla önemli olmak arasındaki farkın ne kadar büyük olduğunu biliyorlar mı bilmem ama hiç kuşkusuz kendilerini böylelikle daha önemli hissediyorlar. Ama bir ailede seçkin konuklar olduğu kadar kendi halinde sıradan ve başarısız kabul edilen akrabalar da var. Onlar bir köşede gelin ve damadı gözlüyorlar. Sanki yüzlerinde bir hüznün belli belirsiz ifadesi var. “Biz de bir zamanlar evlendik, ne oldu sanki; işte hayat böyle saçma bir şekilde akıp gidiyor“ demek istercesine şaşkınlık içinde etrafa bakıyorlar.

Ailenin daha yaşlı üyelerine arka sıralarda yerler ayrılmış. Onlar ise “benim burada ne işim var? Beni buraya niye getirdiniz ? “ der gibi etrafı gözlüyorlar ama öte yandan “Olsun, dünya gözüyle şu torunun  evlendiğini de gördük ya” der gibiler. Birazdan eğlence faslı başlar çünkü amatör bir orkestranın deneme sesleri duyuluyor, çalarken yaptıkları hatalar belli olmasın diye hoparlörün sesini sonuna kadar açtılar bile, artık bırakın kimsenin kimse ile konuşmasını konuklar rahatça dedikodu bile yapamazlar. Başlangıçta adet olduğu üzere gelin ve damadın dansı için çalınan birkaç yavaş dans parçası yerini daha oriental şarkılara bırakıyor . İnsanlar ne de olsa hoplayıp zıplamak istiyorlar. Zihinlerindeki müzik kalıplarına uygun müzik parçalarını duymak istiyorlar. Çünkü bu coğrafyada insanlar sabahın köründe bile  TV programlarında  göbek atarlar. İşte burada da  hünerlerini göstermenin tam sırası. Çoğu zaman  bu oynak  havaların küçük bir nağmesini bile duyduklarında bu insanların kalkıp oynamaları karşısında şöyle düşünüyorum: Bir an için bile olsa kendini iyi hissetmek denilen şey bu olmalı. Bunun  şeklinin bir önemi var mı ? Bildikleri kalıplar içinde kendilerini mutlu hissediyorlar, yaşamımızın amacı da bu değil mi zaten ?

Böyle düğünlerde inançları gereği saçlarını göstermek istemeyen muhafazakar kadınların yanında saçlarını göstermekte sakınca görmeyen liberal kesimin kaynaştığı bir insan topluluğu politikacılara örnek olmalı. İnsanlar hangi görüşte olurlarsa olsunlar dans ederken de halay çekerden de elele tutuşarak beraberliklerini ve dostluklarını gösteriyorlar. Bu sahnelerden sonra ise şimdi bireysel hünerleri göstermenin  zamanı gelmiş gözüküyor .Gelin mikrofonu eline alıp bir kaç şarkı söylüyor. Herkes gelini alkışlarken damat da pek şanslı, becerikli bir kız bulmuş diyorlardır. Sonra herkes kendi müzik anlayışına uygun bir beste eşliğinde sahne alıyor. Bazı insanlar pop parçaları eşliğinde o kadar kendinden geçiyorlar ki onların az önce kendi halinde oturan birileri olmalarına inanmanız çok zor. Bazıları yalnız dans ediyorlar, belki bende bir gelin adayıyım der gibiler… Bu tip ortamlarda  ailenin yaşlı ve tecrübeli kişileri ,kızları ya da oğulları için müstakbel ideal partnerleri seçerlermiş. Ama bir şeyi yine de bilemezler. Genetik yapılarını, hangi rahatsızlıkları olduğunu ya da hangi psikolojik sorunları olabileceğini. Erkeklere gelince onların tek derdi o kadınların ilk aşkları olabilme hayalidir ama bu çağda bu biraz zor gözüküyor ancak kadınlar da erkeğin son aşkı olmak isterlermiş ki bu biraz daha olası gözükse de o aşkı canlı tutabilmenin kadının güzelliği kadar zekasına da bağlı olduğunu söylemeliyiz.

Tüm bunlar olup biterken gelin çok mutlu gözüküyor, damat ise neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Doğruyu söylemek gerekirse ne gelin dünya güzeli ne de damat yakışıklı bir jön gibi, ama beğenmişler işte birbirlerini. İnsan zaten evlenme kararı almadan önce kaç kişiyle tanışır ki? Standartlar bellidir, eli yüzü düzgün ve ortalama bir geliri olan biraz da karizması olan herkes evlenebilir. Boşanma istatistikleri kimin umurunda, önce bir evlensinler. Gerisi kolay. Bu sahnelerden birinde gelin elinde evlilik cüzdanı ile hedefine ulaşmış gözüküyor, damat ise bu sahnelerde koca rolünde verilen acemi bir figüran gibi gözüküyor. Belki ertesi gün aynı sevimsiz işe gideceğini düşünüyor olmalı. Sonuç olarak yenilir-içilir pasta kesilir, bir  kaç hatıra olacak şey dağıtılır. Fotoğraflar çekilir. Dar gelirli aileleri biraz maddi yönden hırpalayan bu durum yine de  “Kazasız belasız bu çocukları evlendirdik ” diyen yorgun ama mutlu yüzlere bırakıyor daha sonraki saatlerde...
Sonrası balayı diye bilinen bir seyahattir. Ekonomik durumu iyi olanlar bunun için Pasifikte billinmedik bir adaya giderler belki ama bu insanların o kadar paraları yok. Daha mütevazi yerlere gitseler de  uyum içinde bir çift  olmak  gidilecek yerlerden  çok daha önemlidir.

Tüm bu olup bitene rağmen mutlu olabilmenin yolu nikah memurunun sorması gereken ama soramadığı ”Bu adamı ya da kadını gerçekten seviyor musunuz ?” sorusuna verilecek cevapta gizli olabilir. O noktada en küçük bir tereddüt her şeyi açıkça ortaya koyabilirdi. Bununla birlikte  böyle bir sorunun sorulması aslında çok mantıklı olmazdı diye düşünenler olursa;  o zaman bir dostluğun veya sevginin hukuki bir sözleşmeye bağlanmasının ne anlamı olabilir ki  diye sormalıyız.  Zaten  yoktur  da;  çünkü bir aşk sözleşme ile daha kutsal ve ilahi hale gelemez. Ama iyi bir evlilik denilen şey; seçilen kişinin iyi ya da kötü insan olmasından daha çok sizin kişilik yapınıza ve hayallerinize en önemlisi yaşam felsefenize uyan ideal partnerin varlığının önemine  işaret eden Dave Meurer’in şu sözlerindeki  gibi, çok net bir şekilde ifade edilir. ”İyi bir evlilk her zaman uyumlu bir çiftin birlikteliği demek değildir. Ama kusurları olan insanların bu farklılıklarının keyfini birlikte sürebilmeleridir.”