Geçen haftaki yazımızda geçmiş zamanlar içinde yaşadığımız İzmir Fuarı'ndaki nostaljik anılarımızdan kısa da olsa bir bölümünü yansıtmaya çalışmıştık. Bizler gibi fuarımızın en güzel en etkili günlerini yaşayanlar için fuar anıları biter mi? Üstelik; anılarımızı anlatmak asıl amacımız olmasa bile onlarla öylesine doluyuz ki ne yapsak elimiz gene de anılara yöneliyor. Affola...
Anlatacaklarımızın bir bölümünü yaşamasak da duyduklarımız ve okuduklarımız o günlerin nelerle dolu olduğunu bize anlatıyor. 1936 yılındaki fuar uluslararası niteliktedir ama ismi o günlerin Türkçeleştirme çabalarına bağlı olarak "ARSIULUSAL İZMİR FUARI"dır, ilginç değil mi? Ertesinde zaman; dünya ülkelerinin alttan alta 2. Dünya Savaşı'na hazırlandığı günlerdir. Nitekim 1942 yılında Fuarımız bir açılış bile yapamaz. Tıpkı 1940 ve 1944 'te Olimpiyatların yapılamadığı gibi fuarımızda da zorunlu bir dinlenme dönemi atlatılır. Sonraki yıllar atılım yıllarıdır. O; sıkıntılı ve zorlu günler atlatılmış 1947 yılında fuarımız uluslararası nitelikte açılmanın ötesinde "UFİ"ye (Uluslararası Fuarlar Birliği) üye olarak gerçek anlamda uluslararası kimliğe kavuşmuştur.
İnanın; bilinçlenme dönemimin izleri değil anlatacaklarım. Ama neylersiniz; benim o dönemim dünyadaki soğuk savaşın en belirgin uygulamalarının yaşandığı dönem olarak anıla gelmektedir. Yaşamış olun ya da okuyup o dönemi değerlendirin. 1950 ile 1960 arasındaki dünya ortamını gözünüzün önüne getiriniz.
İşte o günlerde soğuk savaşın en örgün muharebelerinden örnekler de İzmir Enternasyonal Fuarı'nda yaşanmaktaydı. Hiç aklımdan çıkmıyor; ABD ve Sovyet Rusya pavyonlarının toplumu etkilemeye yönelik çabaları aklın ötesindeydi. Renk uygulamalarından tutun, promosyonlara, ikramlara kadar gezicileri kendi yanlarına çekme çabaları anlatılacak gibi değildir. Sanıyorum 1957 yılıydı Sovyet Rusya pavyonunun üst bölümüne Kremlin'deki "Kızıl Yıldız"ın eşi oluşturuldu. Bir ay boyunca o "Kızıl Yıldız" fuarın üstünde hatta "Paraşüt Kulesi"nden daha yüksekte İzmir semalarını doldurdu. Hatta ve hatta fuar bittikten sonra bile tüm karşı koymalara karşın parıldamasını sürdürdü.
Gezicilerimiz Sovyetler Birliği pavyonuna girerler, gezerler fakat izlenmiş olabileceklerini hiç akıllarından çıkarmazlardı. O günlerin; özellikle İzmir yerel gazetelerini  gözden  geçirenler casusluk olaylarına bulaşanların öykülerini okuyabilirler.

***
Etkinlikler yalnızca devletlerarası pavyonlarda görülmezdi. Fuar günlerinde o günlere özgü basketbol ve tenis turnuvalarının düzenlendiğini de unutmayalım. Demem o ki İzmir fuar dolayısıyla öyle bir havaya girerdi ki o bir aylık süre bile yetmez olurdu.  
Gazetemiz yazarlarından Gülseren E. Yeniçay da geçen haftaki yazısında değinmişti. İzmir'imizin 1950 doğumlu unutulmaz dördüzleri  vardı. O yıllarda şimdiki gibi hormonal takviyelerle gerçekleşen doğum teknikleri yoktu. Belki de ülkemizde bilinmiyordu. İşte o günlerde oluşturulan bir kampanya ile İzmir'in Adalet, Uhuvvet, Müsavat ve Hürriyet adlı dördüzleri için fuarın bitişini izleyen 21 Eylül gününün  tüm hasılatı destek amacıyla aileye bırakılmaktaydı. Çok merak ediyorum bu dördüz hemşerilerimiz şimdi nerededirler ve ne iş yaparlar? Haydi İzmir'in genç ve araştırmacı gazetecileri size bir görev düşüyor. Bakın araştırın ve yazın, çalışmanız sanıyorum ki bayağı ilginç olacaktır. 

***
Şimdi sizden bir konuda izin istiyorum. Neden mi? Nostalji konulu yazılarımın sonuncusunu İzmir Fuarı'nın oluşturulması çalışmalarına ayırmak düşüncesindeyim. Bakalım orada nelerden bahsedip neler yazabileceğim?

***

Türk'ün en mutlu günlerinden, büyük bayramlarımızdan 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutluyorum; o günleri bizlere hediye eden şehitlerimize ve gazilerimize Allahtan rahmet diliyorum.
Esenlikle kalınız...

TÜRKÇE İÇİN NOT
Kıredi değil KREDİ.