Yasama organında vekilimiz olacak milletvekillerini niçin seçeriz? Yasa yapılırken, yürütme organı denetlenirken, yani yönetime katılma konusunda bizi temsil etsinler diye. Seçilen milletvekillerinin, müvekkilleri ile olan ilişkisizlikleri, seçildikten sonra kendini seçenlere bir daha dönüp bakmamaları başlı başına sorun, ama bu sorunda bizim de günahımız yok mu? Seçtikten sonra onları denetlemek gibi bir istek ve çabamız var mı? Bugün bundan daha büyük bir dertle karşı karşıyayız; yasa yapılırken bırakın biz seçmen yurttaşlara seçtiğimiz milletvekillerine dahi bir şey sorulmuyor; OHAL KHK'si, seçimden önceki eski Meclisin verdiği yetkiyle çıkartılan 'OLAĞANHAL' KHK'si, Cumhurbaşkanı Kararnamesi ve Kararları ile ülke yönetiliyor.

Meclisi yok sayan, bizi 'takmayan' bu kararnameler ile sadece bugünümüz değil, geleceğimiz ve hatta çocuklarımızın geleceği düzenlenmeye kalkışılıyor. Son kararnamelerden bir tanesi var ki; çocuklarımızı, torunlarımızı etkileyecek, hayatlarını zindan edecek nitelikte.

702 sayılı Nükleer Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'den söz ediyorum. Yayımlandığı günden beri sosyal medya paylaşımlarıyla, ulaşabildiğimiz medya aracılığıyla, bu kararnamenin neler içerdiğini, yaşamlarımızdan neler götüreceğini, çocuklarımıza bırakacağımız dünyanın nasıl bir dünya olacağını anlatmaya çalışıyorum. Yaşadıkça dönüp dönüp okunsun diye bir kez de buraya not düşmek istiyorum.

KHK, 24 Haziran seçimleri öncesinde çıkan 10 Mayıs 2018 tarihli 7142 sayılı yetki kanununa dayanıyor ve anayasadan çıkartılan Bakanlar Kurulu tarafından 2 Temmuz 2018 tarihinde kararlaştırılmış, 9 Temmuz 2018 tarihli Resmi Gazete'nin mükerrer sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi.

702 Sayılı KHK ile neler olacak?
Kısa adı "NDK" olan ve Cumhurbaşkanınca belirlenecek bakanlıkla ilişkili Nükleer Düzenleme Kurumu kuruluyor. Kurumun düzenleyeceği faaliyet konuları ve alanları ile Kurumun görev ve yetkileri Cumhurbaşkanınca belirlenecek. Kurumun karar organı olan başkan, ikinci başkan ve üç üyeden oluşacak beş kişilik Kurul üyelerinin tamamını Cumhurbaşkanı seçecek, başkan ve ikinci başkanı Cumhurbaşkanı belirleyecek. Kuruma alınacak uzmanlar ile sözleşmeli personel konusunda ve bunlara ödenecek ücretler konusunda da Cumhurbaşkanı karar verecek. Yani tek yetkili kişi Cumhurbaşkanı.

Kurum, görev ve yetkileri bağımsız olarak yerine getirecek ve kullanacak. Kurum kararları yerindelik denetimine tabi tutulamayacak, hiçbir organ, makam, merci veya kişi Kurum kararlarını etkilemek amacıyla emir ve talimat veremeyecek.
Kurumun düzenleyici faaliyetlerini zafiyete uğratacak, bu faaliyetlerle çelişecek veya faaliyetlerini etkin bir şekilde yürütmesini engelleyecek yükümlülükler verilemeyecek. NDK ve Kurul'a Cumhurbaşkanı dışında hiç kimse, hiçbir merci söz söyleyemeyecek, denetleyemeyecek, çalışmalarını yavaşlatacak işlem dahi yapamayacak. Yasal yetkili diğer kurum ve kuruluşlar; Kurumun yetkilerini kısıtlayacak, yetkilerini ve görevlerini yerine getirmesini engelleyecek şekilde, Kurumun uygun görüşünü almadan hiç bir işlem tesis edemeyecekler. Yani nükleer gibi çevre ve toplum sağlığını çok yakından ilgilendiren, yaşamı zindan edebilecek bir konuda Sağlık Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve diğer ilgili bakanlıklar, belediyeler, kurum ve kuruluşların hiçbir yetkisi olmayacak. Nükleer faaliyetlerde ÇED raporunun radyolojik etkilere ilişkin bölümlerinin formatı NDK'nin uygun görüşü ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından belirlenecek ve bu bölümler NDK tarafından değerlendirilecek. Yani ÇED diye bir şey olmayacak.

Kurul üyeleri, görevlerinin devamı süresince görevlerini tam bir dikkat, dürüstlük ve tarafsızlık ile yürütecekler, kanun hükümlerine aykırı hareket etmeyeceklerine ve ettirmeyeceklerine dair Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu huzurunda yemin edecekler. Kurul üyeleri yargıç olmadan, Yargıtay üyesi olmadan neden Yargıtay Birinci Başkanlar Kurulu önünde yemin ediyorlar? Çünkü yargısal dokunulmazlık sağlanması için.

KHK kendine has ilkeler ve kurallar koyuyor; "nükleer faaliyetin bireysel veya toplumsal açıdan fayda sağlaması" ilkesi gibi. Toplumsal fayda anlaşılabilir, pekala 'veya' bağlacı ile konan 'bireysel' fayda ile ne amaçlanıyor? Bir kişinin ya da bireylerin faydasına nükleer tesis mi kurulacak? Bu, ticari fayda anlamına gelmesin? Düzenleme ile kamu yararı/zararı tartışması sulandırılmak isteniyor.

"Faaliyet nedeniyle maruz kalınabilecek radyasyon dozlarının, çevresel, EKONOMİK ve sosyal faktörler de dikkate alınarak mümkün ve makul olan en düşük düzeyde tutulması esastır", "Ortaya çıkacak radyoaktif atıklar miktar, hacim ve radyoaktivite açısından mümkün ve makul olan en düşük düzeyde tutulur" düzenlemeleri ile ne amaçlanıyor? Maruz kalındığından insan sağlığı için risk oluşturan doz miktarı bilimsel olarak belirlenmez mi? Ekonomik ve sosyal faktör göz önüne alınarak doz miktarının belirlenmesi ne anlama geliyor? Örneğin ekonomik kriz var diye insan sağlığı için risk oluşturan doza izin mi verilecek? "Mümkün ve makul olan düşük seviye" nasıl bir ölçüdür? Kime göre makul? Böyle kanun olmaz, böylesine soyut kurallarla nükleer faaliyet yürütülebilir mi?

Tek kişinin inisiyatifi ve insafına bırakılmış bir Kurumdan yetki alınarak nükleer faaliyet yürütülecek, verilecek yetki belgesi veya onay alınması gereken hususlar ile izin ve/veya lisans alınması gereken faaliyetler Cumhurbaşkanınca belirlenecek. Kurum tarafından yetkilendirilecek tüzel kişilerin kimler olacağı, verilen yetkinin koşulları, görev ve yükümlülükleri Cumhurbaşkanınca belirlenecek.

KHK ile radyoaktif atıkların depolanması da düzenlenmiş, yetkili değişmediği sürece atıklar üretildiği yerde depolanmaya devam edecek, kullanılmış yakıtlar ise her halükarda işletme ömrü boyunca santral sahasında depolanacak. Ayrıca radyoaktif atıkların transit geçişinin serbest olduğu açıkça düzenlenmiş durumda. Yani nükleer tesisler aynı zamanda radyoaktif atık deposu olarak kullanılacak, diğer yandan Türkiye üzerinden yasadışı radyoaktif atık ticaretinin önü açılıyor.

Gaziemir'de ortaya çıkan radyoaktif atıkların, halen kaynağı açıklanmadı ve o atıklar halen mahallelerin arasında öylece duruyor. Yani nükleer santralimiz olmadan atıklarla baş edemiyoruz. Bu deneyim üzerine bir de santral kurulursa halimizin ne olacağını, 702 sayılı KHK ile getirilen yeni sistemle neler yaşayacağımızı siz düşünün.

Kısacası; adım adım nükleer felakete gidiyoruz. Oysa çocuklarımıza nükleer tehdit altında, radyoaktif atık çöplüğü haline gelmiş bir dünya bırakmaya hiç kimsenin hakkı yok. Onlara bırakacağımız en güzel miras; nükleerden arınmış bir dünya, nükleersiz bir gelecek olacaktır.
Bunu da düşünün olur mu?