Mahkeme, nükleer atıklar nedeniyle suç ve suçlu bulamadı, Gaziemir/Karabağlar sınırları içindeki kurşun fabrikası bahçesinde tespit edilen nükleer atıklardan söz ediyorum.
Kısaca hatırlatayım; 1940'lı yıllardan 2010 yılına kadar faaliyetini sürdüren kurşun fabrikası, çıkan atıklarını fabrika sahasına gömmüş, daha önce boş olan sahanın çevresi zamanla konutlarla dolmuş, fabrika sahası şu anda Emrez ve Aydın Mahalleri ile çevrili. Kurşun atıklarından zaman zaman mahalleli şikayette bulunmuş, ama kesin bir çözüm bulunmamış.

Çevre mevzuatındaki düzenlemelere göre fabrikaya 2004 yılında atıkları için ara depolama lisansı verilmiş, yani atıklar önce fabrika sahasında depolanacak, yapılacak ayrıştırma sonucunda ortaya çıkan tehlikeli atıklar, tehlikeli atık bertaraf tesisine gönderilecek.

Nitekim zaman zaman tehlikeli atık bertaraf tesisi olan İZAYDAŞ'a atıklar gönderilmiş, 2007 yılında buradan gelen atıklar radyasyon sinyali vermiş, bunun üzerine Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve
Çevre Bakanlığı fabrika sahasında incelemeler yapmış ve toprağa gömülü bulunan radyoaktif ve tehlikeli atıkları tespit etmiş. TAEK, Bakanlık, Valilik, Gaziemir Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi ve diğer ilgili idare ve kurumlar arasında pek çok yazışma olmuş ama bu yazışmaların hiç birisi kamuoyuna yansımamış, ta ki 3 Aralık 2012 tarihli Radikal Gazetesi'nin Serkan Ocak imzalı "İzmir'in Çernobil'i, İlk Nükleer Çöplük İzmir'de" başlıklı haberine kadar. Haberdeki en dikkat çekici tespit; "TAEK'in raporlarına göre, radyasyonun fabrikanın nükleer santrallerde kullanılan nükleer çubukların ergitilmesiyle oluştuğu, bu
maddelerin Türkiye'ye yasal girişinin olmadığı". Henüz nükleer santralimiz yok (inşallah hiç olmaz) ama nükleer santral atıklarımız varmış, bu atıkları, nereden, hangi yollarla, kimler getirmiş?

Haberin yayınlanması üzerine, olay İzmir'in ve Türkiye'nin en önemli ekoloji gündemi haline geldi, Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi, TMMOB'a bağlı odalar ve yurttaşlar atığı atanlar ve atılmasına göz yuman
kamu görevlileri hakkında İzmir Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundu, savcılık bir yıllık soruşturması sonunda fabrikanın sahibi olan şirketin yönetim kurulu üyeleri hakkında "çevreyi kasten
kirletmek"ten kamu davası açtı. Bu aşamada aynı fabrikadaki kirlilik nedeniyle 2008 yılından beri devam eden iki ayrı davanın devam ettiği ortaya çıktı, yeni açılan dava ile önceki davalar birleştirilerek yargılaması sürdürüldü, geçtiğimiz hafta yapılan son duruşmada mahkeme kararını açıkladı ve tüm sanıkların beraatına karar verdi.

Şimdi "bu nasıl iştir" diyeceksiniz. Kısaca anlatmaya çalışayım; Mahkemenin gerekçeli kararı henüz yazılmadı ama, kısa kararından anlayabildiğimiz kadarıyla gerekçesi; Çevre Bakanlığı Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğü kurşun farikasına 15.01.2004 tarihinde (atık) ara depolama lisansı verdi, lisans verilmesiyle suç son buldu, 2004 yılından önce ceza yasasında çevreyi kirletme suçu olmadığından, ortada suç yok.
Bu karar üzerine ilk aklımıza gelen sorular şunlar;
Ara depolama lisansı verilmiş olması, atıkların bu lisansa dayanılarak fabrika sahasına gelişigüzel atılması hakkını verir mi?
Çevrede yaşayan insanları ve canlıların hayatını tehlikeye sokan lisanslı atık depolanması suç değil mi?
Çevre kirlenmesinin mevcut olması karşısında lisans verilmiş olması suçu ortadan kaldırır mı?
Kirlenmenin sürdürülmesine yol açan lisansı veren kamu görevlilerinin sorumluluğu yok mu?
Radyoaktif atıklar da lisans kapsamında mıdır? Radyoaktif atıklar için depolama izni verilebilir mi?
Bu soruları çoğaltabiliriz, karar temyiz edildi, temyiz incelemesi sonunda Yargıtay bir karar verecek, sonunda dava öyle ya da böyle bitecek.
Biz ne yapacağız?

Atıklar halen kentin göbeğinde duruyor, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) bile yapılmadan "ayrıştırma, temizlik" yapmaya kalktılar, mahkeme de ÇED olmadan olmaz dedi. Şayet İzmirliler 'Biz sağlıklı çevrede yaşamak istiyoruz' derse, Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılarak, bilimsel yöntemlerle o atıklar oradan kaldırılır, yoksa atıklarla iç içe yaşamaya devam ederiz. Tercih bizim.
Nükleer atıklar ister istemez nükleer santralleri aklımıza getiriyor. Ülkemiz Akkuyu'da, Sinop'ta netleşen, devamı geleceği söylenen nükleer serüvene girmiş durumda Henüz nükleer santralimiz olmadan yasadışı yollarla gelen atıklarıyla uğraşıyoruz, bir de santral kurulursa halimizi bir düşünün.

Japonya'daki Fukuşima felaketinden sonra "güvenilir nükleer santral" sözünün koca bir yalan olduğu ortaya çıktı, yurttaşlarının istemi üzerine pek çok ülke nükleer santrallerden kurtulmaya çalışıyor.
Kısacası, nükleer santraller ve atıkları yaşamımız için ciddi risk oluşturuyor, yaşananlara rağmen nükleer santral kurmakta ısrar etmek kumar oynamaktır, oysa hayatla kumar oynanmaz.