Hukukla başlayacağım söze; uzunca bir süredir unutturulan ve bundan böyle giderek daha fazla uzaklaşacağımızın emarelerinin "O hal" ile verildiği "hukuk" ile... "Kimin kime gücü yeterse" ortamından çıkışımızın da tek adresidir hukuk. "Müteselsil sorumluluk" diye bir kavram var hukukta... Zincirleme olayların içinde bulunan ve gidişatın parçası olan herkesin sorumluluğu.

Hayretle izliyorum, tıpkı her terör eyleminden sonra "terörü lanetliyoruz" repliği gibi, "girişim" olarak ifade edilen ama sonuçları açısından yurttaşların yaşamına müdahaleyi en zirve noktaya taşıyan ve hukukun yerini yasa hükmünde kararnamelerin (diktelerin) alacağı bir "kalkışma"dan sonra, herkes "darbeye karşıyız" diyor, hatta medyadan, karşı olmadığını ifade etmedikleri için, karşı olan "demokratların" demediğini bırakmadıklarını okuyoruz.

Terörün kendisi lanet bir şey değil mi? Darbelerden yana olunur mu? Neden darbeye karşıyım diyenler, "asker ya da sivil kimden gelirse karşıyız" diye ekle(ye)miyorlar? Ayrıca bunları söylemekle Türkiye, demokrasi dışı uygulamalardan uzaklaşmış oluyor mu?

Türkiye'nin istikrarı için tek parti yönetiminin gerekli olduğu sürekli beynimize işlenmişken, ve on yılı devirip ikinci on yılın içinde olan tek parti iktidarı yönetimi ile Ortadoğu ülkelerindeki manzaralarına sürüklenişimizi sorgulamayacağız, sokaklara davet edilen kalabalıklara bakarak, demokrasiyi sadece askerin darbe yapmasına karşı olmaya indirgeyişimizi kutlayacağız!...
Ne söylendiği ile çok ilgili olan toplum, ne yapıldığı konusunu sorgulamak yerine, algı yönetimine teslim olmayı yeğledikçe, bu anomali hali sürecek.

Sosyal medyada olmayışımı sorgulayan bazı dostlarımdan, adı "girişim" olan ama sonuçları açısından "darbe" süreçlerini aratmayan gelişmeler sonrası tık ses yok... Şu "demokrasiye sahip çıkmak için bir şey yapmalı" diyenlerden söz ediyorum. Bazıları "aman telefonda konuşmayalım".... Bazıları "artık yazma", bazıları hava, su, yemek, içmek edebiyatı yapmamı öneriyor. Yanıtım net: "Telefonları dinleyenlerin Fetocu olduğu söylenmişti. Örgüt çökertildi, artık hepimiz rahatça konuşabiliriz. Üstelik halk sokaklarda demokrasi şöleni yapıyor. Ülkeye demokrasi geldi!... "Sen yazı yazma"!... Olur mu?

Demokrasi öncelikle, muhalefetin olduğu ve kişilerin hak ve özgürlüklerinin güvence altında olduğu ve de laik bir rejim olduğuna göre, artık daha özgürüz." Aynen böyle yanıt veriyorum.
İktidar marifeti ile toplaşan kalabalıkların "demokrasi" dediği ile, kitapların yazdığı ve benim anlayıp, anlattığımın aynı olmadığını düşünenlerin korkusu ise giderek büyüyor. Teokrasinin "demokrasi" adı altında inşa edileceği kaygıları olanlar hiç de az sayıda değil.

"Asıl hedef Türkiye" diyerek kaderimizin Ortadoğu ülkelerinin kaderine eklemlendiğini, yeri gelip Türkiye üzerinden, yeri gelip Türkiye ile Ortadoğu'nun şekillendirildiğini yazmıştım. Ülke içi merceğe bakarak da, "tüm kurumların kendi içinden çözüldüğü", meşrulukların nedenler ve niçinler unutturularak sonuçlar üzerinden dayatıldığını çeşitli kereler dile getirmiştim. Şimdi bu kendi içinden çözülen kurumlara ordu da dahil oldu. Dış güçlerin Ortadoğu planının dışında, sadece kendi içimizden okunmaması gereken ağaçkakan ve ağaç kurtları ile (dıştan/içten) kemirildiğimiz ve artık tamamen olağanın dışına çıkılan süreçten söz ediyorum.

Bu girişim, tarihe, "askeri darbe değil, askere darbe" olarak geçecek!... Diğer darbeler sürecinden ayrı bir başlık açıldı Türk siyasal tarihinde. TV'lerde, siyaset bilimci olarak takdim edilip, sonuç üzerinden "demokrasi" tanımlaması yapan unvanlılar için de bir dipnot düşmüş olalım.

"Arap Baharı" denilenin bahar olmadığını, aynı toplum içinde yaşayan insanların birbirine yaşattıkları acıların bedelleri ile kaldıklarını yakın geçmişte hepimiz izledik/izliyoruz.

Birbirimizle mücadeleden ortaya çıkanın "demokrasi" haline dönüşebilmesi için sadece sokaklarda parti mitingi havasında toplaşmalar yeterli/gerekli değil; "demokrasi" denilenin içinin nasıl doldurulacağı ve artık birbirimize acılar yaşatmayacak bir birlikteliğin nasıl inşa edileceği konusu önemli ve önceliklidir. Toplumun tüm kesitlerinin önce bireysel özgürlüklerin güvencesi için hukukun (yargının) tamamen bağımsız olduğu bir zemini yaratmak için işbirliği yapması gerekir. Muhalefet reflekslerinin korku perdesi arkasına çekilmek yerine ön aldığı bir zemini yaratmak iktidarın görevidir. Uzun süredir kıskaç altında olan ve girişimle sığınaklara çekilen muhalefet, reflekslerini önce kendi varlığını korumak için çalıştırmak zorunda. Bunun için, algı yöneticilerinin sevk ve idaresinin dışına çıkmaları şart!...

Şimdi "terör örgütü" ilan edilen ve başındaki kişinin adı ile anılan hareketin önceki ismi, cemaatti. Demokrasilerde cemaatler ön almaz. Cemaat denilen, bireyin özgür iradesini eritici örgütlenmelere hiç izin verilmez. Cemaat oluşumlarına karşı nasıl bir tavır izleneceği ve hepsine mesafeli olunacağı bir virajda mıyız?!... Bu sadece tek bir cemaatin tasfiyesi ile çözümlenecek bir sorun da değil. Türkiye anayasadan uzaklaşmak yerine, anayasanın tanımladığı çerçeveye çekilmeli, çıktığı yörüngeye yeniden oturtulmalı. Tüm güçler bunun için işbirliği yapmalı. Parlamenter sistem, tüm kurum ve kuralları ile işletilerek, hukuk devleti olma yolunda acil adımlar atılmalı. Vatandaşlarına hak ve özgürlükleri tanıyan ve bunun için hukuk güvencesi sağlayan devlettir hukuk devleti. Ve demokratik yani özgürlükçü rejimin geldiği en ileri aşamadır. İktidar marifeti ile çıkarılan/çıkarılacak yasalar ise; demokrasinin ve hukukun değil, keyfiyetin ve otoriter sitemin kurumudur.
        
Buradan, sokaklara dökülen insan seli ile işaret edilenin, "demokrasi" olup olmadığını, kimin ne söylediğinden çok, zaman içinde yaşayacaklarımızdan anlayacağız. 
       
Yaşamımıza ne değip, ne dokunacak? Özgürlükler mi? Yoksa her geçen gün iktidarın etki alanını genişleten uygulamalar mı? Demokrasi bir anda gidebilir ama gelmesi çok kolay değil. Irak'a ve bahar yaşayan Arap ülkelerine bakarak getirilen bir şey olmadığını gördük. Yaşam biçiminin adıdır demokrasi, bu biçim yönetimde ifadesini bulur. Halkın var olan özgürlüklerine sahip çıkması ve özgür bireylerin, özgür iradelerin çoğaltıldığı bir sistemdir. İradelerin bir şekilde toplaştırılıp, dağıtıldığı mekanizmalar yerine, kendiliğinden oluşan reflekslerin özgür ortamlarda ifade edilebilmesidir.
        
İktidar tüm rejimlerde var; muhalefet ise, yalnız demokrasilerde. Ve demokrasinin niteliğini, muhalefetin özgürlük alanı belirliyor. Ülkelerin demokrasi karnesi muhalefetin etki alanı ile doldurulabilir. Sadece iktidar varsa, bu karne sıfırlarla doludur.
         
İktidarın her istediğinde meydanlara topladığı kalabalıklara hitap ederek, çıkardıkları yasalara uymayı telkin eden sözleri ile; her geçen gün biraz daha sinerek içine çekilen muhalefetle, giderek çeşitleri çoğaltılan "yeni totaliter" yapılara benzeşen, tam da emperyal güçlerin istediği gibi, her an kaos yaratılarak yönetilen ve giderek küçük birimlere ayrılan, sınırları sürekli değiş(tiril)en Ortadoğu ülkelerinin kaderine eklemlenmemek için hala bir fırsat var. Hazır, herkes demokraside hemfikir görünüyor ve tüm ülke demokraside ısrarlı iken, bunun gereklerini yerine getirmek için kolları sıvamalı değil miyiz? Ne ki; özgür basın ve bağımsız bir yargı olmadan böyle bir zemin yaratılamaz.
        
Türkiye'de yurttaşlar olarak, gelecek kaygımızı giderecek bir yönetim isteme hakkımız var mı hala? Varsa, bugüne sürüklenmemizde, özellikle cemaat kalkışmasını yapanların yerleştirilmelerinde payı olanların da sorgulan(a)madıkları bir zeminde, yine benzer hataların yapılamayacağının garantisinin olmadığını, istihbarat zaafı dediklerinin aynı zamanda hepimizin güvenliğini tehdit eden bir zaaf olduğunu dile getirebiliriz. Yönetimin bu zafiyetlerden dolayı sorumlu tutulabildiği ve hesap verdikleri rejimin adıdır demokrasi!...
        
Demokrasi, ülkede korku iklimi inşa etmez; herkesin birbirini bir şekilde frenleyip susturduğu bir iklim varsa dağıtır!...
        
Telefonlarınızla rahat rahat konuşunuz, bundan böyle dinlenmeyeceğiz!... Çünkü dinleyen örgüt çökertildi. Hem dinledik deseler bile onlara inanmayacak bir yönetim var artık. Bir daha kimse kimseyi kandıramayacak!... Yakın tarihimiz bu aldatılma olayları üzerine derslerle dolu!... Bu sözler ironi de olabilir, gerçek de!...
        
Bu tamamen "O hal" ilan edenlerin elinde!...
        
Gerçekten demokrasiyi kurumsallaştırıyorsak, bize (üniversitelere) çok iş düşecek. Halkımıza demokrasinin ne olduğu konusunda bilgilendirme toplantıları yapılacak ve özgürlüklerin ve de muhalefetin, özgür basın ve bağımsız yargı, özellikle laik bir sistem ve anayasanın üstünlüğü ilkesi olmadan demokrasinin olamayacağını anlatacağımız çeşitli platformlar oluşacak!...
Dilek ve temennilerimiz bu yönde!..
        
Toplumun tamamı olarak, demokrasinin ne olduğunu tam olarak bilmesek de, iktidar sopasının adı olmadığını biliyoruz. Sopa olmaya kalkan iktidarların hem kendisine, hem de topluma verdiği zararların da farkındayız. Umarız, bu süreçte özellikle yetkili ve etkili yerlerde olanlar bunun farkındadırlar.
        
Ne mi diyorum; ilk kez bir ülkeye "O hal" uygulaması "demokrasi" havası ile geliyor!...
        
Nasıl bir şey olduğunu inanın ben de bilmiyorum, bildiğim ve görebildiğim tek şey; gelişmelerin daha çok güçlendirdiği bir iktidarla, otokrasinin daha güçleneceği bir zemin için her türlü ekipmanın hazır olduğu bir "hal" içine girdiğimiz!... Hep birlikte izleyip göreceğiz!...