Neden hiç durmadan Atatürk'ün özelini araştırıp, tartışıyoruz ki biz?

Mirası olan temel kurumların gözümüzün önünde yıkılışına tanıklık edip, özeline sondaj yaparak mı Atatürkçü olacağız. En güzel kitabı kim yazdı? En güzel sözü kim söyledi mi bizim sorunumuz? Derdimiz gelecek nesillere Atatürk'ü anlatmak mı?
Operasyonel süreçten nasibini alan sadece devletle birlikte var olan ve devleti kuran kurumlar değil; tarihe mal olmuş kişiler üzerinden de ayrıştırılıyor toplum. Yeni ayrışma başlıklarının önüne geçebilecek olan toplum iradesini kitapla başarabilseydik, rahmetli Turgut Özakman ile bunu başarmış olurduk zaten. Şu Çılgın Türkler, Diriliş ve Cumhuriyet -Türk Mucizesi-.... yazdığı kitap başlıklarından bazıları... Akın akın koşup imzası ile satın alınan bu kitapları alan herkes okumuş olsaydı keşke.  
Gazeteci Yılmaz Özdil'in Atatürk'ün özelini konu edinen ama Atatürk demek yerine, Atamızın kısaltılmış imzası ile M. Kemal başlıklı kitabına gelen eleştiriler nedeniyle yazıyorum bu satırları. Ne yazar, ne de kitap eleştirisi değil amacım. Süreç eleştirisi... Tam da bu süreçte, yine özel yaşamını ve mücadelesini konu edinen kocaman Atatürk başlıklı eser var vitrinlerde... Yapı Kredi yayınlarından çıkan!... "İkinci Cumhuriyeti savunanların yolu Atatürk'le kesişti mi diyelim?" Yoksa; "Atatürk'ü anlatmak kimlere kaldı mı?"!.. Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşenmiştir" cümlesini yabana atmadan düşünmekte yarar var. Bilim, akıl geride kalıp duygu öne çekildikçe itildiğimiz yerden çıkmanın ön adımıdır kuşku!...
"Mustafa" ile başlayan özel yaşamını konu eden eserler ile gerçekten sahipleniyor muyuz Atatürk'ü?!...
"Mustafa Kemal'den "Mustafa"ya!..", başlıklı yazımı 2008'de yazmıştım.
"Benim çocukluğumda ve gençliğimde O'nun adı Mustafa Kemal idi. Adının sonuna eklenen Atatürk ile daha bir yücelmişti. Ulus O'nu bağrına böyle basmıştı. Şimdi çocuk ve genç olanlar O'nu "Mustafa" olarak tanıyacaklar. Sonra birileri gelip "Mustafa"yı da silinceye kadar...
"Mustafa" insan olarak zaafları ile öne çekilip, hataları da olan birisi olarak görselleştirilirken, O'nun yarattığı dev eser arka planda kalıyor. Duygusallık ve kişisellik öne çıkarılınca, akıl ve aklın ürünü olan yapıtları ve toplumsallık geride kalıyor.

Ben ve benim neslim O'nu insan olarak zaafları ile değil, bugün ulusu var eden, bir kadın olarak toplumda akıl ve bilgi  sayesinde yer edinmemizi sağlayan bir önder olarak tanır ve tanıtırken, O'nun aydın kişiliği ile ilgiliydik. Özeli O'na aitti. Hepimiz için olması gerektiği gibi!..

Binlerce Mustafa'dan farkını görmezlikten gelip, kimse bana annesi öyle çağırıyordu diye, Mustafa Kemal'e "Mustafa" dedirtemez. Ulusların tarih bilinci yalnız tarihsel olaylarla değil, bu tarihin yazılmasında etkisi olmuş, ulusun güçlenmesinde öncülük etmiş liderlere sahip çıkarak bilenir. Kaldı ki, söz konusu edilen, bir ulusu uyandıran, ulus devleti kuran her ulusa nasip olmayacak özelliklere sahip olan yirminci yüzyıla damgasını vurmuş, Batı toplumlarının hayranlık  ve kıskançlık duyduğu bir devlet adamıdır.

Toplumu ılımlılaştırma projesini yalnızca yükseltilmeye çalışılan İslam'a bakarak değil, laik kesimin bu süreçteki tepkilerine ve sorgulama zeminini gereksiz yere genişleterek kendisini güçlendiren kurum ve kişileri tartışma zeminine taşıyışı ile de okumak gerekiyor. Radikal İslam'ın kendisini ilerleteceği güçlü bir temel yok Türkiye'de. Asıl laikliği savunan, ya da savunuyor görünenlerin kafa karışıklığının sorgulanması gerekiyor.
Yeni bir şey yapmak, önceki söylemlere farklılık getirmek, daha önce söylenmemişleri söylemek gibi kulağa hoş gelen açılımlarla demokrasiye doğru değil, demokrasiyi var eden temel değer olan laikliğin içini boşaltışa doğru evirilişimizin, bizleri bir süre sonra "Mustafa" sözcüğünü bile kaldıracak devrilişe doğru sürükleyeceğini göremiyor olanlara göstermektir aydın olana düşen görev. Elimize bayrak alıp, aydınlığımızı coşkulu marşlarla tutamayacağımızı biri çıkıp yüksek sesle söylemeli artık.

Ben "Mustafa" deyişe başka türlü bakıyorum. Mustafa'yı demokrasimize katkı olarak armağan edenler benim bu görüşüme demokrasi gereği(!) olarak saygı gösterecekler mi bilemem. "Mustafa", Ilımlı İslam sürecinin yetişmesi istenen aydınlarının (!) O'nu sıradanlaştırarak anlatacakları nice açılımların bir ilk adımı olmaktan öteye götüremez toplumu. Mustafa Kemal'in aydınlığının peşinden gitmediğimizi, sürüklendiğimizi, rejimin başkalaştırılmasına direnmesi gereken bizlerin, bu sıcak ve duygusal ve de insani gibi görünen açılıma karşı sıcak durmak yerine, Mustafa Kemal ve O'na çok yakışan ve yalnızca O'na ait olan, Atatürk söylemine dört elle sarılmamız gerekiyor.

Tüm bunlar tutuculukla suçlayacaksa bizi; tutmak gerekiyor elimizden kayıp giden değerlerimizi. Sıkı sıkı tutmak ve daha fazla başkalaştırılmasına seyirci olmamak gerekiyor.
Başka bir Türkiye'yi çağrıştıyor "Mustafa"!.. Elimizden kayıp gidenleri çağrıştırıyor. Başkalaşmamızın hangi aşamaya geldiğini çağrıştırıyor. Tutmaya çağırıyorum herkesi. Kim neresinden tutarsa tutsun, ılımlılaşma zamanı değil, yumuşama zamanı değil, laik değerlere ve bu değerleri var edenlere sıkıca sarılma zamanı" demiştim.
On yıl sonra bugün hala aynı düşüncedeyim.

Kitaplarda yazılanlardan, filmlerde canlandırılanlardan tanımaya çalışırken, tanıdığımızdan başka bir şekle dönüştürülmesine tanıklık ettiğimiz Atatürk; "benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır" demişti. Eserine sahip çıkmanın ona sahip çıkmak için yeterli olduğu başka nasıl anlatılabilirdi ki? Devlet olarak giderek hem kurumsal anlamda, hem de itibar anlamında güç yitirirken, konuşmamız gerekenler bunlar olmamalıydı. Cumhuriyetle birleştirip bir ulus yaratanın yaşam öyküsünün didiklenmesi ile de ayrıştırılıyor hale gelişimiz ibretlik. Popüler yazar ve imzalı kitaplar için dizildiğimiz kuyruklarla Atatürkçülüğü yaşatabilseydik keşke. Ve keşke bu kadar kolay olsaydı.

Med cezir gibi, bir bakıyorsunuz sahiplenilen söylemler, bir bakıyorsunuz bazen Atatürk, bazen İnönü üzerinden CHP'ye ağır suçlama ve hakaretler... Sahipleniliyor gibi içi/özü boşaltılıyor tüm kurum ve kişilerin... Atatürk dememek için Gazi Mustafa Kemal demeler... Adına bile otopsi yapılıyor, sadece emaneti olan kurumlara değil.
Kitabın yazarının, kitabın ikinci baskısında süreci ve içerikle ilgili gelen yapıcı/haklı eleştirileri de   dikkate alarak, başlığı "Bir Cumhuriyetçi gözü ile Mustafa Kemal Atatürk" olarak değiştirmesi bir geri adım olmaz. Türkiye olağan bir süreçte olsa, M. Kemal başlığı dikkat bile çekmezdi. Atatürk üzerinden yapılan otopsiye adı üzerinden yenilerinin eklenmesi ve bunun sürece yayılarak, Atatürkçüler tarafından da benimseniyor/kanıksanıyor olmasıdır tepkilere yol açan.

Ben tarihçi değilim. Ancak tarihin gözümüzün önünde nasıl tahrif edildiğinin tanığıyım. Tarih ve tarihe mal olmuş kişilerle de algımız üzerinde oynandığı bir süreçte ve sonuçların dayatılıp sebeplerin gözden kaçırıldığı bir zamanda; Atatürk sonuç, sebepler M. Kemal'de düşüncesi fazla iyimser bir yaklaşım oluyor. "Ne var ki bunda? Bir başlığa takılmayın" diyecekler çıkabilir; çok basit sebeplerle büyük dönüşümlerin yaşandığı bir süreçte, Atatürk adını Cumhuriyeti numaralandırmak isteyenlerin giyinip, Cumhuriyet'e sahip çıkanların eline M. Kemal tutuşturulmamalı.

Çince dahil, pek çok dile çevrileceği söylenen bir eserden söz ediyoruz. Atatürk adının her yerden silindiği bir süreçte, pek çok ülkeye taşımak küçümsenecek bir sonuç olmasa gerek!...
Yazımın başındaki soruya kendi yanıtımı da vermeliyim: Yaşayamadığımız için konuşup tartışıyoruz. Yaşamadığınızı yaşatamazsınız. Demokrasiyi konuşarak tükettik; otopsi masasında artık demokrasi yok. Atatürk ve Cumhuriyet var... Cumhuriyet Bayramları ve Atatürk'ün ölüm yıl dönümlerinde kazanımlarımızı, kurumlarımızı konuşurduk. Şimdi O'nu ve özel yaşamını konuşuyoruz. Süreci kaygı ile izleyenlerin kaygıları hiç boş değil ve katılmamak mümkün değil!..