Başlığı elbette bilerek seçtim. Nasıl seçmeyeyim? Bir büyük gazetemizin; 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın Aksaray'daki  kutlamalarının tanımı için kullandığı manşet beni öylesine etkiledi ki, anlatamam. "SANKİ OSMANLI BAYRAMI"; El sıkışma yok, Kuran-ı Kerim tilaveti (Güzel sesle okuma) yapılıyor, Selçuklu'dan Osmanlı'ya adlı tanıtım filminin gösterimi gerçekleştiriliyor. Aksaray'da olanlar bunlar.
Keşke aydınlık yüzlü Fatih Sultan Mehmet ya da yeniliğe yönelik Osmanlı Padişahları kadar olabilselerdi. Örneğin çok sevdikleri II. Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'nda özel bir tiyatro ve opera sahnesi kurdurduğunu kendisi de dahil saray erkanına seanslar düzenlendiğini yakın tarihimizin belgeleri doğrulamaktadır. İtalyan müzisyen ve opera öğretmeni Arturo Stravolo özel olarak memleketinden İstanbul'a getirilmiş ve sarayda bu konularda görevlendirilmiştir. Dediğim gibi şimdikiler keşke geçmiştekiler kadar olabilseler.

Bence asıl amaçları Osmanlı'ya özlem duymak olamaz. Her zaman ve her alanda yaptıkları gibi geçmişe ve Osmanlı'ya özlem görüntüsü altında Arap toplumuna olan hasretlerini gerçekleştirmek olmalı. Amaç belli: Öz'den olabildiğince uzaklaşmak. Peki, bu nasıl olacak? Bir bakın ve lütfen değerlendirin. Özellikle kadınlarının giysilerinin gerçek İslamla ilgisi var mıdır? İlgisi yoktur ama İslami moda kreatörleri/kreatrisleri sürekli olarak belirli giyim şeklini üniforma örneği olarak topluma enjekte etmeyi görev saymaktadırlar.

Aslında söylemek ve yazmak istediklerim başka konulardı. Neylersiniz o sözünü ettiğim gazete haberi beni asıl söylemek istediklerimden bir parça uzaklaştırdı sanıyorum.
Yakın geçmişte 31 Aralık 2014 tarihli gazetemizde "Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği" başlığı ile bir yazı yazmışım. Döndüm baktım; her şeyin yasak olduğu her şeyin yasaklandığı ülkemizde Atatürk'e saldırmanın, onun eserlerini küçümsemenin serbest olduğunu hatta belirli kesimlerin özel uğraş alanları gibi algılandığından bahsetmişim.

Elbette; Atatürk'e, Cumhuriyete ve Cumhuriyet Devrimlerine yapılan bu saldırılar aklı başında olan yurttaşlarımızı rahatsız etmektedir. Yapılan son seçimler, rahatsızlığın somut sonuçlarını göstermekle beraber fırsatın yeterli ölçüde değerlendirilemediği seçim yenileme kararıyla belli olmaktadır.

Bakınız; iki hafta önce Aksaray'da yapılan ve niteliği belli olmayan bir yemekte en mutena köşelerde yer bulabilen Kadir Mısıroğlu; kitabında (1) neler döktürmüş? "Bu savaş; iddia ve ifade edildiği kadar ehemmiyetli bir mevkii haiz değildir. Aşağı yukarı müsavi kuvvetlerle Yunanistan gibi küçük bir devlete karşı gerçekleştirilmiştir". Tırnak içine aldığım bu sözlerin gerçek tarihle ne denli ilişkili olduğunu okurun izanına bırakmak galiba en doğrusu olacak.

Hoş; onlara kalsa Kurtuluş Savaşı bile olmamış sayılabilir. Öyle ya; o sıralarda Mustafa Kemal, Ankara'sında masasını kurmuş keyfini çatarken, ordu eratı da domates soslu İskender Kebap ile karnını doyurmaktaydı(!) Teçhizatı ve mühimmatı ise hiç sormayın erlerin ellerinde son model tüfekler, makinalıtüfekler; topçularda ise bol yedek mermili seri ateşli toplar bulunmaktaydı(!) Hava kuvvetlerimizi de  sormayın uçakların bir inip diğeri kalkmaktaydı(!) 

Ne diyebiliriz? Son olarak okuduğum bir kitaptan (2) bahsedeyim. O; Atatürk karşıtlarının küçümsedikleri Kurtuluş Savaşı'na bir de Yunan gözüyle bakalım. Onların olmadı dedikleri İnönü Muharebelerini öylesine güzel anlatmış ve öylesine güzel değerlendirmişler ki oturup bizimkilere ceza dersi olarak bu kitabı ezberlemeleri ödevini vermeli.
Şimdi kendimce kendime soruyorum. Ey Şefik Koldaş; söylemek istediklerini tam olarak söyleyebildin mi? Benim daha neler yazmam gerekir? Biliyorum, kısmetse onları da gelecek yazıma  bırakmış olayım.
Esenlikle kalınız...           
 (1)    Osmanoğullarının Dramı,
 (2)    Gn. Trikupis'in Anıları