Cumartesi oynanılacak maç öncesine yazımı gönderme sorumluluğum gereği; genelde Altay içerikli yazılar yazan biri olarak bugün spor dışında, daha mesleki alanımla ilgili bir yazı paylaşmak istedim.
2007'de aramızdan ayrılan ünlü Fransız düşünürü Jean Baudrillard simülasyon kuramını oluşturmuştu. Artık her kavram televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; her şeyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Baudrillard'ın örneğine bakacak olursak: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. İşte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır. Ülkemiz haber bültenlerinden de yolsuzluk, haksızlık, mağduriyet haberlerinin olmadığı gün olmuyor. Yanı başımızdaki Müslüman ülkelerde batının demokrasi getireceğiz söylemi ile başlattığı savaşlar, bugün ardında yüzbinlerce ölü, yetim, dul bırakmış ve her gün yenileri ekleniyorken haber programları sonrası başlayan eğlence programları ile sanki bizler için her şey bitiyor.

Yine Baudrillard 'Kusursuz Cinayet' adlı kitabında gerçekliğin katledilmesini ayrıntılı bir şekilde ortaya koyarken tüm cinayetler gibi gerçekliğin ortadan kaldırılmasının da mükemmel bir şekilde gerçekleşmeyeceğini belirtir. Sonra sözlerini şöyle sürdürür: 'Her ne kadar cinayet hiçbir biçimde kusursuz olmasa da; kusursuzluk, adının da gösterdiği gibi her zaman bir suçla ilgilidir. Aynen kötülüğün şeffaflığı içinde, kötülüğü oluşturanın şeffaflığının kendisi olması gibi kusursuz cinayette de kusursuzluğun kendisi cinayettir.' Yazar sonunda lafı katil-maktul ayrımına getirir ve noktayı koyar: 'Sonuç olarak giz, katil ve kurbanın birbirine karışmasına dayanmaktadır: Son çözümlemede, katil ve kurban aynı kişidir. İnsan soyunun birliğini anlamamız, ancak bu nihai eşdeğerliğin gerçekliğini tüm korkunçluğu içinde anlamamızla olanaklıdır. Son çözümlemede, nesne ve özne birdir. Dünyanın özünü kavramamız, ancak bu kökten eşdeğerliğin gerçekliğini tüm alaycılığı içinde kavramamızla olanaklıdır.' Savaşta katledilen bir masum; hapishanedeki mağdur; çamura bulanmaya çalışılan dürüst yaşam; aslında onlar öteki değil, bizleriz.

Düzeltme: Geçen hafta Mikrokozmozda Altay isimli yazımda Japon eşek arıları ile bal arıları arasındaki mücadeleden bahsetmiştim. Değerli okurum Erdi Karalar klavye hatası olarak yazdığım sıcağa dayanma sınırlarını eşek arıları için 47 bal arıları için 48 olarak düzeltti. Kendisine dikkati ve nezaketli uyarısı için teşekkür ediyorum.