Dünyanın herhangi bir ülkesinde birçok seçim öncesinde acaba 'Oylar bölünmesin' cümlesi kullanılıyor mudur? İster bir dernek yönetimi olsun ister bir kulüp ve en sık da şehri ve ülkeyi temsil edecek kişilerin seçiminde bu telkin kulaktan kulağa yapılır. Bunun temel sebebi tüm seçimlerde sağlıklı bir delege sisteminin olmaması ve seçimler sonrasında kazananların kendilerini derneğin, kulübün hatta ülkenin sahibi gibi görmeleridir.

Geçen hafta 'Narsisizm' üzerine bir yazı yazınca birçok okurumuz şu soruyu sordu: "Narsisistik eğilimleri olan bir liderin bu seçim sistemiyle güç kazanınca sorunu ne olur?" Bunu tek kelime ile anlatabilirim: Diktatörlük! Hitler'in, Mussolini'nin, Batista'nın ve Saddam'ın ortak özellikleri yalan, tehdit, korku, sertlik, anlamazlıktan gelme, sadece kendilerini haklı görmeleridir.
Bu kişilerin sertliğinin ve uzlaşamamasının altında aslında kendi iç dünyalarında korku içersinde olmaları yatar. Kontrolü şiddetle sağladığını düşünür ve sürekli otoritesini kaybedeceğinden korktuğundan otoritesini şiddetiyle yeniden kurmaya çalışır. Bir anlamda bu şiddete mecburdur. Korku salarak kendi korkularından kurtulmaya çalışırlar ama korkuyu saldıkça içlerindeki korku azalacağına artar.
Bir diktatörün düşmanlar yaratması, tanımlaması sık görülen bir durumdur. Bu "Kötülük katiyen bende olamaz; ötekinde de iyilik kesinlikle olamaz" gibi bölünmüş ve bir araya gelmesi olanaksız bir zihin dünyasının temsilidir. Karşısındakilerin isteklerini çoğu zaman kendisine yönelik bir tehdit olarak algılar. Her şey, "bana yakın olanlar ve olmayanlar" olarak ikiye ayrılmıştır. Kendisi ve kendisine yakın olanlar, her şeyleriyle iyidir. Kendisine karşı olanlar ise her şeyleriyle kötüdür. Dünya da sadece siyah ve beyaz gibi, iyilerden ve kötülerden ibarettir. Ara renkler, ara biçimler, ara durumlar yoktur.
Bir diktatörün sık yalan söylediğini görebiliriz. Korku ve tehdit dolu iç dünyaları, gerçeği değerlendirmelerini de bozar. İç dünyalarındaki gerçek sürekli çarpıktır. Bu nedenle gerçeğin yerini kendi çarpık gerçekleri alır. Bu çarpık gerçeklere inançları, bağlılıkları tamdır. Çarpık gerçekler başka hiçbir bilgi, deneyim ile değişemez. Bu çarpık gerçeği korumak için yalan dahil her yola başvururlar.
Hitap biçimleri tepeden bakıyor izlenimi doğurur. Aslında kendilerini sürekli altta, alçakta, çukurda hissederler. Çukurda olmadıklarını görmek ve göstermek için de tepeden konuşmayı bir zırh gibi kuşanırlar. Tıpkı bir tahteravallide olduğu gibi. Onlar için sadece iki var olma biçimi vardır: Ya aşağıdasındır ya yukarıda; biri aşağıdaysa diğeri yukarıdadır. Bu nedenle karşılarındakileri hep aşağılamak ve küçümsemek zorundadırlar ki, kendileri yukarıda kalabilsin. Eşitlikçi bir ilişki biçimi onlar için mümkün değildir. Bir süre sonra zaten yalnız kalırlar. Kimse onlarla bir şey paylaşmak istemez. Bu yalnızlığı da karşısındakilerin yanlışlarına bağlarlar.

Hayatlarına, iktidarlarına mal olsa da diktatörlerin burunlarından kıl aldırmazlığı, herhangi bir konudaki açıklanamaz inatları çok tipiktir. En yakınları bile onları ikna edemez. Zaten zamanla kendisini uyaranları çevrelerinden uzaklaştırırlar. Etraflarına daha çok kendilerini onaylayacak kişileri toplarlar. Zaten sorun kesinlikle kendilerinde değildir. Sorun kesinlikle dışarıdadır, ötekindedir; çünkü kendisinde bir sorun olması demek toptan "kötü"-"siyah" olması anlamını taşıyacağı için, benliği için kabul edilemez.

Kendisine hizmet ediyorsa başkalarının fikirleri vardır, aksi halde bunlara tahammül edemezler. Alman ırkı Hitler'e hizmet etmek için vardır; gerisi teferruattır. Seçilmiş milletvekilleri, bakanlar 'Onun bakanı, onun milletvekilidir.' Ancak kendisi kadar güçlü olduğunu düşündüğü insanları sevdiğini sanarak, aslında insandan uzaklaşır ve hiç kimseyi sevemezler. O nedenle hayatını kaybeden bir eylemciye üzülemezler.
Değişmeleri çok zordur. Düşünce dünyalarına hakim olan şüpheciliği, kuşkuculuğu ve ötekini suçlamayı bırakamazlar; çünkü bildikleri tek yöntem budur. Bu tür düşüncelerden vazgeçtikleri zaman güçsüz, savunmasız, çıplak kalacaklarını hissederler ve bu hisler oldukça tedirgin edicidir.

Diktatörün duymasını, görmesini, anlamasını ve sevmesini beklemek imkansızı istemektir. Bizim görevimiz diktatör olabileceklerin önünü kesmektir. Genel kurul üyelerinin seçiminin, seçim kanunlarını demokratik işleyişe uygun hale getirecek şekilde çalışmalarda bulunmak, sivil toplum kuruluşlarını güçlendirmek en başta yapmamız gerekenlerdir. Bunlar gerçekleşene kadar da güçlerimizi bir arada bulundurmak şart görünmektedir.