II. Abdülhamid, "Google"ı nasıl icat etti? Bu gerçek(!) beni gerçekten aşar. Tüm yaşamını bilime adamış olanların anormalliğin denizine atılan belleklerinin "normal" ısrarı; şu, "icat" işlerini icat edenlerin aklı(!) ile yüzdürülenler güruhu içinde yabancılaşmış kalakalıyor.  
"Mantığın buyrukları yaşamın koşulları değildir" diyor Lipson. Haklı!.. Yaşamınıza el koyanların buyrukları, aklın ve bilginin süzgecinden geçen gerçeklerin önüne geçtikçe, kaçınılmaz bir olgu yabancılaşmak. Gerçeğin çok ötesine itilmiş ve itildikçe uzaklaş(tırıl)an çoğunluğun arasında, çıkış yolunu ve üstelik yalnız olmadığınızı bilerek ama onu yansıtmanın giderek zorlaştığı ortamda, bir araya gelmenin engellerini aşmak bir yana, çoğaltılışının izleyicisi olmak zorunda kalarak yabancılaşıyor ve yalnızmışsınız hissine sürükleniyorsunuz. Gerçeğin üzerinin örtülmüş hali diyorum ben buna. Tamamen gerçeği kaybetmeden önceki süreç.

Google'ı icadı konusundaki bilgisizliğimi bağışlarsanız; I. Meşrutiyet'i ilan etmek zorunda kalan ve ilk anayasamız Kanun-u Esasi'yi ilan eden II. Abdülhamid dönemini kısaca anımsatacağım. Malum ilk anayasamızdır, Kanun-u Esasi. 1876 tarihli. Anayasa Hukuk derslerim ve Türk Siyasal Hayatı derslerimde, bu satırları okuyan öğrencilerim anımsayacaklar; "Meşrutiyet nedir?" sorusuna sınıfın tamamının yanıt veremediği, ya da bir kişinin yanıtladığı derslerimizden söz ediyorum. I. Meşrutiyet ve II. Meşrutiyet ne zaman ilan edildi? Orta dereceli okullardaki bilgileri ile tarihi ezberleyenler sınıfın yarısı gibi. Tamamı asla değil. Ezbere dayalı bilgi var tarihimize ilişkin ama o da tam değil.
"Meşrutiyet'in ilanından önce hangi rejim vardı?"... Buradan giderek rejimdeki değişikliği anlatmak istediğimde; "mutlakiyet" yanıtını veren bir veya iki kişi olunca seviniyorsunuz(!)... Yüzden fazla kalabalık sınıflardan söz ediyorum. Mutlak (sınırsız) monarşiden, meşruti (sınırlı) monarşiye nasıl geçildiğini ve sınırlı denilen rejimin ömrünün nasıl sona erdiğini anlattığımız o derslerden ne kadarı kalmıştır akıllarda?!.. Bunlar "siyaset bilimi" okuyanların öğrenmek zorunda olduğu bilgiler. Diğer alanlarda eğitim alanların özel ilgi duymadıkça yanından geçmediği!..

Dün ve/veya bugün nasıl yönetildiğimiz konusuna yabancı olunca, nasıl yönetileceğimize ilişkin taleplerin fazla olmayışı şaşırtıcı değil. Bugün Türkiye'de olağan olmadığı bizzat yönetenlerce "olağanüstü hal" adı altında ilan edilen koşullarda, iktidarın el değiştirmesinin değil, yerleşen iktidarla yönetim anlayışımızın, yani fiilen değişen rejime, halkın oyu ile resmi nitelik/meşruluk(?) kazandırılacağı bir arifeden geçiyoruz. Bunun için sandık kurulacak ama, "sandık kurulmadan önce seçim(!) nasıl kazanılır?!.." çalışmaları hız kazanmış durumda. Önceden konulmuş kuralları hiçe sayarak, seçim güvenliğini, iktidarın seçim güvencesine çevirerek, muhalifleri kıskıvrak bağlayıp, ittifaklar yolu ile muhaliflerin bir kısmını kendi yanına çekerek.... iktidarda kalmak için her şey mubahtır anlayışı diye özetleyebiliriz tanıklık ettiklerimizi. Machiavelli yaşıyor olsa, kendisinin bile bu kadarını  düşünemeyeceğini teslim edeceği, bizim eski deyimle, Ali Cengiz oyunu...
"İktidarın kalıcılaşması üzerinden rejimin dönüştürülmesinin halk tarafından o(na)ylanması" diyebileceğimiz süreç çok önce başladı. İçinden geçtiğimiz süreçte yasamatik olarak işletilen Meclisle, denetimden kaçırılan yasaların kaderine terk edilmiş ama son kertede  başında görüntülenerek,  sandığa indirgenmiş "seçim" adlı sürecin dışındalığı örtülmeye çalışılan bir toplumun kendi kaderini çizdiğinden söz etmek mümkün mü?

Meclis marifeti ile çıkarılan iktidar yasalarının kaderine terk edilen anayasa, yeri geldiğinde sıkışan iktidarın kalkanı ama yurttaşın güvencesi olmaktan çıkmış. Denge ve denetim devre dışı. Özetle, "hukuk devleti" yerini, iktidar gücünü kullanarak yasa marifeti ile kalıcılaşmayı garantilemeye çalışan iktidarın yasalarına bırakarak "yasa devleti" niteliğine bürünmüş,  anayasal denetim, yerini keyfiliğe bırakmış. Sandığa gitmeden önce, sandık güvenliğini sağlama almak ve önceki sandıkta mühürsüz oyların geçersiz sayılması gerekirken, geçerli sayılması keyfiyetini kalıcı hale getirme çabalarını izlerken; II. Abdülhamid ile devre arası yapılışına tanıklık ediyoruz. Belleklerimizin git gel haline tutunarak ilerlemek siyasette artık kalıcı bir yöntem oldu.

Abdülhamid denilmişken; Mutlak monarşiden, meşruti monarşiye nasıl geçtiğimizi, I. Meşrutiyet'in ilanını, okumamış olanlar okusun. Burada nasıl çıktığımıza değineceğim. Osmanlı Rus savaşını bahane ederek Meclis'i 28 Haziran 1877'de süresiz tatile gönderdiği (dağıttığı) bilinen II. Abdülhamid'in istibdat rejimi, 30 yılı aşmıştır. I. Meşrutiyet'in ömrü çok kısadır; anayasa istibdat rejimi süresince sözde yürürlüktedir; ancak ortada bir meclis yoktur. II. Meşrutiyet'in ilanı da II. Abdülhamid dönemindedir. Tarihe 31 "Mart vakası" olarak geçen, "Hareket Ordusu"nun İstanbul'a yürüyüşü ile yerine V. Mehmet olarak bilinen Mehmet Reşat'ın getirilişi ile saltanatı son bulacaktır.
Anayasal tarihimiz, siyasal iktidarın sınırlandırılmasından çok, sınırlandırılamaması üzerine kurulu. Bugün yaşadıklarımız da çok farklı değil. Özgürlüğe giden yolu yasalarla tıkadıkça, iktidarı büyütmüş oluyoruz. Devleti küçülterek, iktidarı büyütmüş, iyice irileşen iktidarın küçültülen devleti giyinmiş olduğu bir düzene doğru taşlar döşenirken, Osmanlı tarafımızın öne çıkarılıyor olmasını, ters bir tepki ile, tarihe ilgiyi, kulaktan dolma değil, doğru kaynaktan öğrenmeyi ve rejimle ilgili kararların yöneten(ler)ce değil, yönetilenlerce alınması gerektiğini anımsatsın dileyelim. Özgürlük yolunda atılan adımların iktidarlarca geri teptirilmesini sık yaşamamız, sadece tarihsel değil, derin bir sosyo-ekonomik ve kültürel analizi gerektiriyor. İtilip çekildiğimiz sığ alanlarda zaman yitirmekten olsa gerek, özgürlükleri yaşayacak birikime karşın, dip yaptığı süreçten geçmekteyiz.

Dünyada özgürlüklerin "küresel erozyon" geçirdiği ilan edilen Freedom House 2108 verilerinde Türkiye, "kısmen özgür ülkeler" sınıflandırmasından, "özgür olmayan ülke"lere geçiş yaparak küme düşmüş oldu. Rapor, "Demokrasi krizde" başlığı ile verilmiş ve en ciddi kriz notu düşülmüş. Rapora göre Türkiye; son on yılda özgürlüklerin en çok gerilediği ülke. "Gücü cumhurbaşkanlığında toplayan derinden kusurlu anayasa referandumu" tanımlaması var. ABD'nin  Türkiye'yi konumlandırdığı yeri değiştirmesi de diyebiliriz, değiştirilmesindeki katkı ve çabalarını da göz ardı etmeden. Bundan böyle stratejilerini "özgür olmayan ülke" nitelemesine göre belirleyeceklerini de öngörmek mümkün; dış politika yönlendiricilerinin dikkatine!..  
Bir sözüm de kendisini muhalif olarak tanımlayan güç ve kişilere; önceki davranışların tekrarı ve aynı kişilerle farklı bir sonuç alacağınıza gerçekten inanıyor musunuz?!..
Sandıktan çıkanın çıkmadan önce kendisinin hazırladığı yasalar ile ilerlediği sürecin kolaylaştırıcısının "seçim" adı verilen süreçler olduğu daha ne kadar göz ardı edilecek?!..

"Cumhur ittifakı" denilen, parti başkanlarının ittifakı üzerine kurulu koalisyon, cumhur iradesinin ipotek altına alınmasından başka nedir?!..
Özgürlükleri sadece bu alanı gasp edenler değil, iradelerinin ipotek altına alınışına ses çıkarmayanlar da boşaltıyor. Özgür dünyadan giderek uzaklaşan Türkiye, her alanda gerileme sürecine girmiş durumda. Tıpkı II. Abdülhamid döneminde Osmanlı'nın gerilemesi gibi...
Yurttaşları özgür olmayan ülkelerin güçlü olamayacağının tarihini yazdık/yazıyoruz.
Atatürk'e minnetimiz boşuna değil. Özgürlüğün, yurttaş olmanın ve gücün ne olduğunu O öğretti. Özgürlükler ne kadar dip yaparsa yapsın, tarihimizde kapısının aralandığı bir Cumhuriyet mucizemiz var;  itildiğimiz yerden çıkışımızın da adresi olan!..