Yine silahlar çekildi, yine aynı manşetler, aynı nefret söylemleri, sanki yaşanan acılar hiç yaşanmamış, silahsız çözüm girişimi başlatılmamış gibi yaşananlardan hiç ders çıkartılmamışçasına yine ölmenin ve öldürmenin kutsandığı günlere döndük. Seçimden bu yana geçen 57 güne rağmen halen yeni hükümet kurulamadı, milletvekili olmayan bakanlarıyla iş başında olan geçici hükümetin Başbakanı, Bakanları ile Cumhurbaşkanı söylemleriyle gerilimi yükseltiyor. Cumhurbaşkanı'nın HDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istemesi, ardından savcılar tarafından soruşturmalar başlatılmasıyla bir anda karanlık 1990'lı yıllara döndük. Olağanüstü toplanan Meclis AKP ve MHP'nin oylarıyla yeniden tatile girdi, sistemin denge ve denetleme mekanizmaları işlemez hale getirildi, her alanda güvensizlik halini yaşıyoruz. Beraberinde olağanüstü uygulamalar başladı, sorunlu olan hak ve özgürlükler alanı güvenlik gerekçesiyle katlanılamaz hale geldi. Çok uzağa gitmeye gerek yok, geçen hafta Konak Meydanı'nda üç gencin başına gelenler hak ve özgürlüklerimizin ne kadar güvencesiz olduğunu bir kez daha gösterdi.
Basında manşetlerde yer aldı; 27 Temmuz 2015 Pazartesi günü gündüz vakti Konak Meydanı'nda üç kişiden oluşan topluluk, "Gözaltına alınan arkadaşlarımıza işkence yapılıyor, arkadaşlarımızın serbest bırakılmasını talep ediyoruz" diyerek protesto eylemi yaptıkları sırada orada bulunan sivil polislerce çok sert müdahale ile gözaltına alınmışlar, polislerin öğrencilere sert müdahale etmesinden dolayı çevredeki vatandaşlar "Biraz insanca müdahale edemez misiniz?" şeklinde tepki göstermişler, hatta tepki gösterenlerden bir kişi de gözaltına alınmış. Haberlerden anlaşıldığı kadarıyla; Öğrenci Kolektifleri'nden üç gencin şiddet içermeyen demokratik protesto niteliğindeki eylemleri, polisin gençleri yere yatırarak, kafalarını yere sürterek, ters kelepçe ile gözaltına alması ile sonuçlanmış. Hatta bir fotoğrafta kadın polis tarafından kadın eylemcinin saçları çekilerek kolları ile birleştirilmeye çalışıldığı görülüyor. Daha sonra öğrendiğime göre eylemcilere kötü muamele, gözaltına alındıktan sonra da devam etmiş, hakaret ve tehditlerle ters kelepçeli vaziyette saatlerce Güvenlik Şube'de tutulmuşlar, ardından serbest bırakılmışlar, bu arada eylemin amacı olan arkadaşları da serbest bırakılmış.
Şimdi bu olay üzerine "Ne olmuş yani, memlekette terör var, Konak Meydanı'nda, Valiliğin önünde eylem mi yapılır?" diyen çıkabilir. Olayın bu şekilde geçiştirilmesi, bir gün bu sözü söyleyenlerin de aynı şekilde yerlerde sürüklenerek gözaltına alınmasını, işkence ve kötü muameleye maruz kalması sonucunu doğurabilir. O yüzden hakların güvencede olduğu demokratik topluma hepimizin ihtiyacı var. Demokratik toplum deyince ilk akla gelen de protesto hakkıdır. Demokratik protesto hakkı, demokratik toplumun olmazsa olmazlarındandır. Devlet ve kamu gücünün bu hakları engelleme değil, kullanılmasını sağlama yükümlülüğü vardır.
Toplantı, gösteri, yürüyüş gibi demokratik protesto hakkı uluslararası sözleşmeler, Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 34. Maddesi'ne göre "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir." Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmelerde de bu hak güvence altına almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11. Maddesi'ne göre; "Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapmak, dernek kurmak, sendikalar kurmak ve sendikalara katılmak haklarına sahiptir. Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir." BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 19. Maddesi'ne göre de "Barışçıl bir biçimde toplanma hakkı hukuk tarafından tanınır. Bu hakkın kullanılmasına ulusal güvenliği veya kamu güvenliğini, kamu düzenini sağlık veya ahlakı veya başkalarının hak ve özgürlüklerini koruma amacı taşıyan, demokratik bir toplumda gerekli bulunan ve hukuka uygun olarak getirilen sınırlamaların dışında başka hiçbir sınırlama konamaz."
Görüldüğü gibi protesto hakkının sınırı kamu güvenliğinin ve sağlığının bozulmasıdır. Konak Meydanı'ndaki eylemde silah yok, şiddet yok, üç gencin yere boya dökerek slogan atmaları ile kamu güvenliği mi bozulmuş, kamu sağlığı mı?  
Olaydaki polisin müdahalesi ister istemez işkence ve insanlıkdışı kötü muameleyi gündeme getirmiştir. Pek çok hakkın sınırı olmasına karşın işkence ve kötü muameleye uğramama hakkının sınırı yoktur, savaş ve olağanüstü hallerde dahi, suçu ne olursa olsun hiç kimseye işkence ve insanlıkdışı muamelede bulunulamaz. Çünkü işkenceye, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleye uğramama hakları, temelini bireyin vücut bütünlüğünün dokunulmazlığı ve insanlık onurundan almaktadır. 
Konak Meydanı'nda hepimizin gözünün önünde bunlar yaşanırsa, memleketin ücra köşelerinde, kapalı kapılar ardında neler yaşanamaz ki? O yüzden sessiz kalmamalı, "Yeter ki güvenlik sağlansın" diye hakların ihlaline göz yumulması, güvensizlik halini sürekli hale getirebilir. 27 Temmuz günü Konak Meydanı'nda yaşananlar İzmir'e yakışmadı, İzmir Valiliği'nin soruşturmasının sonucunu bekliyoruz.