Zeynep Kaya- 26. Dönem İzmir 2. Bölge CHP Milletvekilli Mustafa Balbay, 1960 Burdur Güney beldesi doğumlu. İlkokulu Güney beldesinde, ortaokul ve liseyi Aydın Nazilli'de okudu. 1981 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni birincilikle bitirdi. Balbay, öğrenciliği sırasında 1980'de İzmir'in yerel yayın organı Gazete İzmir'de gazeteciliğe başladı. 1981'de Milliyet gazetesi, sonra Cumhuriyet gazetesi İzmir bürosunda muhabir olarak çalıştı. 1985'te Cumhuriyet gazetesi İzmir Bürosu İstihbarat Şefi, 1989'da Cumhuriyet gazetesi Ankara Bürosu Haber Müdürü, 1992'de Cumhuriyet gazetesi İstanbul Haber Merkezi Müdürü oldu. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinin Ankara Temsilcisi oldu. 1993'ten itibaren köşe yazarlığına başlayan Balbay, Ağustos 2013'te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından karara bağlanan Ergenekon davasında 34 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. 9 Aralık 2013 tarihinde tahliye edildi, 10 Aralık 2013 tarihinde milletvekili yemini ederek göreve başladı. Balbay, gazeteci-köşe yazarı ve yönetici kimliğinin yanı sıra siyaset, güncel konular ve gezi içerikli yirmi sekiz kitap kaleme almıştır.

Genç kuşak gazeteci meslektaşlarına değer verdiğini dile getiren CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay'la yaptığımız söyleşiyi size sunuyoruz.

*Mesleğe yeni başlamış bir gazeteci olarak sorayım. Siz Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni birincilikle bitirdiniz. İletişim Fakültelerinde günümüzde verilen eğitimin yeterli olduğuna inanıyor musunuz? Yeterli değilse nasıl bir yol çizilmeli?

İletişim Fakülteleri her şeyden önce genel anlamda medya dünyasının dışında kalıyor. Uygulamadan çok teorik eğitime ağırlık veriliyor. Her meslekte üniversite akademik kalır, kendi akademik çizgisi içerisinde eğitim verir ama gazetecilik ve medyada daha farklı olması gerekiyor. Birebir konunun çok önemli bölümü hayatın içinde gelişen bir meslek. O nedenle öncelikle iletişim fakültelerinin medya dünyasıyla daha bir içiçe olması gerekiyor, olamıyor. Ayrıca iletişim fakültelerindeki eğitim sistemi gördüğüm kadarıyla daha çok masabaşına dayalı. Oysa gazetecilikte en az kalman gereken yer masabaşıdır, daha çok sahada olman gereklidir. Bunları biraz eksik görüyorum. Medya bu çağın en önemli unsurlarından biri olduğu için çok hızlı değişerek, talepleri hızla artan bir alan. Bu yüzden eğitimin ona hemen yanıt vermesi çok zor. Örneğin 4 yıl önce 'İletişim Dünyası' diye kitap yazan birinin bugün o kitabı yenilemesi, iletişim dünyasını yeniden yorumlaması gerekirdi. Bilgilerin sürekli katlanarak değişime uğradığı medyanın, 'medya, halk, gazeteci, medyanın sahibi, reklam verenler, ülkeyi yönetenler ve teknoloji' gibi 7 ayağı vardır. Bir dönem teknoloji öne geçiyor, bir dönem halkın ihtiyaçları. Tarafların sürekli değişiklik gösterdiği bir alan medya. Buna ayak uydurarak eğitimin verilmesi, verilirken de uygulamalı olarak işlenmesi taraftarıyım.


*İletişim Fakültesi mezunlarının büyük kısmı istihdam sıkıntısı çekiyor. TRT ve Anadolu Ajansı gibi devlet kurumlarına bakınca çok sayıda alan dışı kişinin istihdam edildiğini görüyoruz. İletişim mezunları başka kapılarda çürürken, herhangi bir bölüm mezunu oralarda istihdam edilebiliyor. Bu liyakatsizlik ve başıboşluk niye?

Devlette liyakatin yerini riyakat aldı. İstihdamda da gazeteciliğin şanssızlığı bu. Örneğin tıp fakültesini bitirmeden, ben tıp doktoruyum diyemezsin. Hukuk fakültesini bitirmeden ben hukukçuyum diyemezsin. Ama iletişim fakültesini bitirmeden ben gazeteciyim diyebilirsin. Bizim medya mecrası sıfır kan grubu gibi. Bu da öteki alanlardan insanların medya dünyasına girmesi sonucunu getiriyor. İletişim fakültesinden mezun olanların bu nedenle tam bir aşkla bu mesleğe tutunması, çok ciddi özverilere katlanması gerekiyor. Ben de bu süreçlerden geldim buralara.


'FETÖ ile eskiden beri mücadele ettim, kurbanı da oldum'


*Bir FETÖ'dür almış başını gidiyor. Bu olayın boyutlarına sizin çerçevenizden inebilir miyiz?

Bu örgütlenmenin devlet kurumlarından da siyasilerden de yardım alması nedeniyle devletin en hassas organlarına girmesi, hepimizi parçaladı. Öteki boyutu ise bugünkü iktidarın bu terör örgütünü bahane ederek herkesi aynı kefede değerlendirmesi. Bu sonuçla gerçek FETÖ'cülerle de ilgilenilmiyor. Dünyanın her ülkesinde terörle mücadele ederken devletler, terör örgütünü olabildiğince küçük gösterir. En sorumlu olanların, en vahşi olanların kadrosunu alır ki toplumun öteki kesimlerinde sempati duyan varsa onları da keser. Ama Türkiye'de iktidar neredeyse terör örgütü propagandası yapıyor. Herkesi  FETÖ'cü olarak gösterip ne yapmaya çalışıyorlar? İnsan bir tarafsız olarak bakmaz mı? 'Ya bu örgüt amma güçlüymüş, her kesimden adam yetiştirmişler. Bu nasıl bir örgüt de bu kadar kadrolara yerleşmiş' demez mi insan? O zaman senin terör örgütüyle mücadelende samimiyet kalmaz. Bu anlamda iki boyutu var bu olayın.

*FETÖ kumpası ile 4 yıl 277 gün cezaevinde kaldınız. Şimdi yine FETÖ adı altında çok sayıda gazetecimiz basın özgürlüğünden alıkonularak tutuklandı. Son örneği Sözcü gazetesinden Mediha Olgun ve Gökmen Ulu.

Bir defa Fethullahçı Terör Örgütü olayı başlı başına gazetecilik konusu aslında. Ayrıca bu örgüt gelmiş geçmiş en belalı, en tehlikeli örgüttür. Adamlar 40 yıldan bu zamana ilmek ilmek döşeyerek, devletimizin her kademesine yerleşmişler. Bu çok korkunç bir durum vatanımız açısından. Benim yanımda şu anda 650 sayfalık FETÖ darbe raporu var. FETÖ son 40 yıldır devlet kurumlarına adım adım işlemiş ve Türkiye'nin mevcut yapısına kastetmiş bir örgütlenme. Ben meslek hayatımdan beri bu örgütün aleyhinde yazılar yazdım, kurbanı da oldum. Bu örgüt içerisinde yer eden kim varsa cezasının verilmesi müstehaktır. Yok eğer bu örgüt bahane edilerek birçok insan mesleğinden alkonularak işinden ediliyorsa bunu doğru bulmuyorum. Üstelik bir kişinin sırf gazeteci diye içeri atılması da çok yanlış. Sözcü gazetesi adına üzgünüm, üzgünüz ve yanlarındayız.

*Devletimiz şu an FETÖ'yle baş edebilmek için ciddi mücadele içerisinde. Bilhassa 15 Temmuz darbe girişiminden sonra çok canımız yandı. Siz aynı zamanda Aladağ Komisyon üyesisiniz. Bir açıklamanızda tarikatlara yer verdiniz. FETÖ gider SÜTO gelir dediniz. Bunun ihtimali bile dehşet verici bir iddia.

SÜTO yani Süleymancı Terör Örgütü demek. Bunun en somut örneği 2009 yılında Konya'nın Taşkent ilçesinde LPG tüpü başladı. 17 çocuğumuz öldü. O yurt Süleymancıların yurduydu. Aradan 8 yıl geçti, 2016 yılında yine Süleymancıların yurdunda yangın çıktı, 11 çocuğumuz o yangında yanarak can verdi. Bu kadarı tamam. Bundan sonrasına bakıyorsunuz, biz 11 Mayıs'ta orayı denetlemeye gittiğimizde ben Milli Eğitim Komisyon Üyesi ve Aladağ Komisyon üyesi olarak Aladağ'ı incelemeye gittim. Dedik kız yurdu yandı. Acaba dedim bu derneğin erkek yurdu da var mı? Araştırdım, baktık varmış. Gittim orada aynı ihmalkârlıkları gördüm. Yangın merdiveni boşluğa gidiyor. Öteki yangın merdiveni uçuruma düşüyor. İçerideki merdivenler dahil çok çabuk tutuşan halıfleksler var orada. Biraz ısı yükseldi mi tutuşacak halılar hepsi. Devletin bütün olanakları böyle bir yurda, böyle bir tarikata veriliyorsa benim endişem şu ki FETÖ gider SÜTÖ gelir. Otoyollar, dev binalar, köprüler yapılıyor. Çocukların hepsine şehir dışında yetecek yurt mu yapamıyorsun? Niyetin o okul çağındaki çocukları bir tarikata teslim etmek mi? Yoksa bir yurt yapmaktan acizsek, kapıya kilit vuralım.


*Bu tür tarikatların önüne nasıl geçmeliyiz?

Şimdi bir defa eleştirebilirsiniz bir kurumu; öyle veya böyle Diyanet İşleri diye bir kurum oluşmuş. Eksiklikleri var ama din işleriyle devlet işlerinin ayrılması, devlete düşen sorumlulukların yerine getirilmesini sağlayan bir yapı oluşmuş orada. Eğer dini bir ihtiyaç varsa oradan görülür. Onun yerine ayrı tarikatlar oluşmasına ne gerek var? Diyanet İşlerini bir yana bırakıyorsunuz, onun yerine sadece örgütleme ve taraf edinme, biat etme kul edinme yanını öne çıkartıyorsunuz. Bu Türkiye'ye yapılabilecek en önemli ihanettir, dine de ihanettir. Ben bu yola girenlerin inancından şüpheliyim. Tarikatlar bizim geçmişimizin bir parçası olabilir ama bugün böyle bir gereksinime, ihtiyaç yok. Bugün artık okullar var, dini öğrenmek isteyenlerin olanakları var. Geriye dönüş akıl kârı değil.

*Siyasetçi ekonomiyi esas almak zorundadır. Özellikle FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ekonomiye yatırım yapıldığını düşünüyor musunuz? Yapılmıyorsa sebebi ne olabilir?

Bu dönem, mevcut ekonominin bütün rantının paylaşıldığı, üretimden çok tüketim ve hizmet ekonomisine ağırlık verilen bir dönem. Şu anda AKP iktidarı, bin işçinin çalıştığı bir fabrika yaptık diyemezler. Ama bu dönemde, Cumhuriyetin 90 yıllık birikimi olan pek çok yeri sattılar. TÜPRAŞ'tan Sümerbank'lara kadar pek çok yeri, Cumhuriyetin birikimlerini yiyerek ekonomiyi döndürdüler. Çok sıkıştıkları için üretim destek paketi diye bir paket çıkarttılar. 15 yıl sonra günaydın! Şimdi üretimi nasıl arttırırız, madem sizin ekonominiz tıkırındaydı, niye telaşla üretim arttırma çabasına giriyorsunuz? Demek ki arttıramadınız. Türkiye'nin mevcut birikimini sattılar. 1983'ten bu yana toplam özelleştirme geliri 69 milyar. Bunun 900 milyarı AKP'den önceki dönem. 60 milyarı AKP koydu kasaya. Ama buna karşılık gelen bir yatırım yapmadı. Şimdi baktılar ki üretim çok zorda, ayakları suya erdi, üretimi nasıl arttırırız arayışı içine girdiler. Şu anda ekonomi ne yazık ki böyle sağlıklı bir yatırım üzerine kurulmuyor.


'CHP'nin yeni bir dönem yaratması lazım'


*Referandum sürecinden sonra CHP, % 49 oranında hayır oyu veren tabanda bütünlük sağlamak için 2019 sürecine yönelik ne gibi bir politika izleyecek?

Biz 16 Nisan'a kadar çok iyi bir yol izledik. 16 Nisan sonrasında siyaseti yeni çizmekteyiz. İktidar olmak için en az % 50'nin üstünü hedeflemek gerekiyor. Biz CHP olarak hayır sürecinin lokomatifiydik. Bu lokomotife yeni vagonlar yapacağız. Toplumun bütün kesimleriyle barışmayı hedefliyoruz. Kırsalla biraz daha, esnafla biraz daha barışacağız. CHP, eğitimli kesiminin oy verdiği bir parti. Eğitim düzeyi düşük kesimlerle de barışacağız. Onlara da hitap edeceğiz, hepsine şu an kafa yormaktayız. Tüm bunları parti organlarına iletiyorum. Geçtiğimizde Türkiye'de tek başına iktidara gelenler, siyasete damgasını vuranlar bir öykü geliştirmişler. Menderes, Özal, Demirel dönemi, Ecevit dönemi. Şimdi o dönemlere benzer yeni bir dönemi CHP'nin yaratması lazım. Partiye önerim devleti, ekmeği, adaleti, büyüteceğiz. Bu her kesimi kucaklar.

*'Hayır' kesimi biraz kırgın olabilir mi sizlere?

O kesimler bize sitem etmekte haklılar. Böyle bir zamanda yeni yol haritası çizmek, toparlanmak biraz zaman alabilir. Bize biraz zaman vermelerini diliyorum. Biz de kendi içimizde biraz çalkalandık. Onların bize olan güvenleri de çalkalandı belki. Bizim irademiz aynı irade. Nasıl 15 Nisan'da halkın bütün kesimine gidebildiysek, herkese selam verecek bir dil yakaladıysak, biz o dili bir iktidar dili haline getireceğiz. Onun için çalışıyoruz.

*Cumhuriyet Halk Partisi kimi aday gösterirse 2019 sürecinde iktidar olma olasılığı yakalar?

Ben 'kim'den çok, 'neyi' söylerse, hangi kesimleri kucaklarsa gibi konulara ağırlık veriyorum. Biz onu bulduğumuzda, onun devamı gelecektir eminim. Ona uygun bir aday çıkaracağız. Mesela buranın omleti çok iyi dersem, omletimizi burada yiyelim dersin. Omleti yapan kişinin kim olduğundan ziyade, önce omletin lezzetiyle ilgilenirsin. O yüzden biz CHP olarak 'Vereceklerimize yöneliyoruz'.

*Bu bağlamda ekibiniz içerisinde damak lezzetlerine hitap eden, uygun çalışmalar başladı mı peki?

Kendi içimizde buna bir mutfak çalışması diyelim. Şu an mutfakta üretim gürültüsü var. Ama yemeği biraz iyi pişirip kızartmamız gerekiyor. Hemen yemek istemek olmaz. Söz veriyorum, CHP olarak lezzet dolu bir servis yapacağız.

*Atatürkçüyüm, AKP'liyim, milliyetçiyim gibi kutuplaşmalar neden? Türk milleti olarak ne zaman tek bir çatı altında, kutuplaşmadan bütünleşebileceğiz?

Tabii bu hepimizin özlemi. Zaten her alanda sıçramayı başarmış ülkeler, bir hedefe toplumun bütün kesimlerinin katılmasını sağlayarak başarıyor bunu. Biz yapı olarak önümüzdeki dönem bir Türkiye hayali kuruyoruz. Bir önceki sorunuzda anlatmaya çalıştığım bu aslında. Kişilerle değil, yapılacaklarla ilgilenilmesi gerek. Bu Türkiye hayaliyle, Türkiye'den destek isteyelim. Bunun kutuplaşmayı azaltacağına inanıyorum. Çünkü bizim toplumumuz oy verirken tutucu değildir. Bu sefer diye bir kavramı vardır bizim toplumumuzun. Bu sefer şu partiye oy vereyim der. Bu sefer CHP'yi yakalamak istiyoruz. Kutuplaşmayı kaldırmayı tümüyle başarmak mümkün olamasa da en aza indireceğini düşünüyorum. Mesele % 49'da kalmak değil. Bu düşüncenin toplumda kabul görmesini sağlarsak, bizi desteklemeyenler bile bakalım ne olacak diye bir beklenti içinde olurlar. Siyasetçiler zaten toplumun her kesimi tarafından sevilen insanlar değildirler. Gerçek siyasetçi, kendisi gibi düşünmeyenlerin de kendisine saygı duyulmasını sağlayan kişidir. Biz, bizim gibi düşünmeyenlerin oyunu alamasak bile, önce saygısını, sonra sevgisini, devamında oyunu almak istiyoruz.

*Kuş Cenneti'yle de ilgileniyorsunuz aynı zamanda. Bir açıklamanızda "Eğer doğadaki canlılar oy verseydi, Aziz Başkan %90'la seçilirdi" dediniz...

Öncelikle İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun üretime ve kırsal kesime yaptığı katkıyı alkışlıyorum. Çiftçilerle protokol imzaladılar, köylüyle plancılık geliştirdiler. İneklere asfalt yapıyor Aziz Başkan. Doğadaki canlılara üretim yolu diye bir şey yapıyor. Kuş Cenneti'yle ilgili bir haksızlık yapıldı İzmir'e ve Aziz Başkan'a. Orman Bakanlığı'nın ilk açıklamasında oraya 5 kuruşluk bir yatırım yapılmadığı söylendi. Bu Belediye Başkanına, oraya verdiği emeklere büyük hakarettir, küfürdür. Halbuki Aziz Başkan'ın oraya yaptığı yatırım, sadece flamingolar için yaptığı yatırım bile 3 milyon liradır.

*Orman Bakanı Veysel Eroğlu protokolün feshedilmediğini, sadece yenileme yapmadıklarını belirtti...

Protokol her 2 yılda bir yenileniyor. AKP iktidarı döneminde bu protokol 5 kez yenilenmiş, bu kez yenilemediler. Deyin ki bunu yenileyin, yenilemiyorsanız sebebini söyleyin. Yatırım yapılmadı diyorlar, yalandır diyoruz. Yatırımları sıralıyoruz. Evet yapılmış yatırım ama biz daha çok yapacağız diyorlar. Ne yapacaksınız, ben bilmek istiyorum. Bana göre oraya göstermelik birini dikecekler, sözde Kuş Cenneti'ni koruyormuş gibi. Amaç hem Kuş Cenneti'nin rantını alıp, hem de yeni dönem zenginleri yaratmak. Böyle bir endişe içerisindeyim. Sonra o bölgede bir otoyol ya da benzer bir yol girişine yol açılabileceğine dair bir endişem var. Bunları giderebilmeleri için çok somutça bir şekilde desin ki bakanlık, 'Ben burayı şöyle bir planla koruyacağım.' Planım şu desin. Demiyor. Üstü kapalı konuşuyor, açık senet gibi.

*Balbay nelerden hoşlanır vekilim?

Maraton koşmayı çok seviyorum. Üniversitede atletizm takımındaydım. Ama sonraki dönemde ara ara maraton koştum. Şimdi İzmir Dokuz Eylül Maratonu'nda iki yıldır koşuyorum. Bu yaz bu göbek eriyecek ve Dokuz Eylül'de tekrar koşacağım. Hayatı da zaten bir maraton olarak görüyorum. Asıl olan maratonun tümünü hayatının merkezine almak. Maratonun ilk 5 bin metresini koşmak o kadar önemli değil. Hayata da siyasete de biraz öyle bakıyorum.
 

En güzel makamım çocukken ağaçta kurduğum üç tahtalık odadır


*Şu an Türkiye'yi yöneten bir milletvekili değil de, 7 yaşındaki küçük Mustafa olsaydınız, hasret kaldığınız, özlerken yutkunduğunuz hangi anınızdan devam ederdiniz hayatınıza?

Zor oldu bu şimdi... Ama 7 yaşımla ilgili unutamadığım, özlediğim bir anım var benim. Torosların eteğinde bir köyde doğdum ben. 3 kardeştik, hepimiz aynı odada kalıyorduk. Evimizin önünde bir badem ağacı vardı. Ağaca tırmanmayı her çocuk sever. 7 yaşındaydım. Ağacın üst dallarında 3 dal yan yanaydı. 3 yatay tahta da ben dizdim oraya ve çalışma odası yaptım. O günden sonra çalışma odam bir ağacın dalı oldu. Ben dalda büyüdüm yani. Kitapları, okuma yazmayı ağacın dallarında öğrendim. İlk makamım, unutamadığım 3 tahtalık oda olan bir ağaç dalıydı. Bazen yemeğimi orada yerdim, derslerimi hep orada çalışırdım. Tahtadan da bir saz yapmıştım, sazımı da ağaç dalına kurduğum yerde çalıyordum. Ağaç dalına kurduğum yere çıkar, tahtadan sazımı da alarak türkü söylerdim. Bütün türkü sözlerini de komşu kadınlarımıza göre değiştirerek söylerdim. Onlar duyunca anneme şikâyete gelen olurdu, 'Oğlunuz bize türküde laf etti' diye. Benim için halen en güzel makam ağaç dalına kurduğum 3 tahtalık odadır.
Ayrıca ben radyo kuşağıyım. Sabahları en büyük keyfim, yurttan sesler korosunun türkü programlarını dinlemekti. Yazı yazmaya türküleri yazarak başladım. Radyoda çalınan türküleri o hızla yetiştirmek için aceleyle yazardım. Bu da gazetecilikte çok işime yaradı sonra. El yazım çok kötüdür ama çok hızlı yazarım. Okuyamazsınız.