Halime Özçelik- Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri ve İzmir Milletvekili Prof. Dr. Kamil Okyay Sındır'ın ismi CHP'nin Büyükşehir Belediye Başkan aday adayları arasında geçiyor. Sındır'ın geçmişinde ekolojik mücadele, Ziraat Mühendisleri Odası Başkanlığı, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu Sekreterliği ve Bornova Belediye Başkanlığı var. Bilim insanlığı, siyaset ve yöneticilikten gelen donanımlarını birleştiren Sındır'ın önemsediği konuların başında yenilenebilir enerji kaynaklarının kent içinde kullanılması geliyor. Kentin sürdürülebilir enerji eylem planı olması gerektiğini ve bütün yeni hizmet ve yatırımların bu planla uyumlu hale gelmesi gerektiğini belirten Sındır, bu konuda iddiasını da ortaya koyuyor: "Ben şu konuda çok iddialı birisi olurum diye düşünüyorum. İzmir'i bütün bu söylediğim sürdürülebilir yaşam adına dünyanın gerçekten simge ve adı örnek olarak verilebilecek bir kenti yapabileceğimi düşünüyorum."

Sındır ile İzmir'i, sorunları ve yapılabilecekleri konuşup, olası başkanımızı tanımaya çalıştık.

*Kocaoğlu'nun aday olmayacağını açıkladığı günden beri isminiz aday olarak zikrediliyordu, sizin de sıcak baktığınızı öğrendik. Başvuru yapmadığınıza göre şimdi partiden görev mi bekliyorsunuz?

Partimizin üst organları karar verecektir. Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de kimin aday olacağı konusunda ince eleyip sık dokuyacak, örgütlerin düşüncesini alacak, kamuoyu yoklaması yapacaktır. Kentin sivil inisiyatifleri, meslek örgütleri, emek örgütleri, demokratik kitle örgütleri, onların üst yapıları oradan gelen talepler doğrultusunda örgütlerin talebiyle buluşan isim konusunda en doğru kararı verecektir.  

*Siz vatandaşların, STK'ların aday gösterme sürecinde belirleyici olmasını istiyorsunuz.

Bu sadece CHP için değil, diğer partiler için de geçerli. Vatandaşın hangi partiye gönlü varsa, o partiden olması gereken aday profilini ve o profile uygun bir veya birden fazla ismi de tanımlaması, istemesi lazım. Yoksa yarın önüne sunulacak adaylar üzerinden oy vermek durumunda kalır.

Yarın demokratik kitle örgütleriyle, emek ve meslek örgütleriyle, iş dünyası örgütleriyle kent adına birlikte bir yol yürüyeceksek, birlikte karar vereceksek, o birlikteliğin bir tarafı olarak gördüğümüz kentin sivil dinamiklerinin de talepkâr olması, bir irade beyan etmesi gerekir diye düşünüyorum. Yoksa yarın katılımcılık anlamında, demokrasi anlamında yaşayacakları sorunlar üzerinden kapısını çaldığında ulaşılamayacak, samimi olmayacak, üstten bakan birisiyle, kent halkının talepleriyle değil kendi bildiğini okuyan birisiyle karşılaştığında şikayet etmek hakları artık ortadan kalkıyor.

Örgütler önseçim yapsa bile bu parti içi demokrasi olabilir belki ama kent ve ülke yönetiminde katılımcı, halkın istekleri ile buluşan bir tercih olmayabilir. Onun için kent yönetiminde halkın elini taşın altına koyması lazım.

*Diğer yöntem de önseçim. CHP'de her seçim döneminde yaşanan önseçim olacak mı olmayacak mı tartışması bu kez de gündemde. Bu kadar basit bir demokratik işleyiş neden uygulanmıyor?

Önseçim parti içi demokrasi adına sağlıklı, en doğru yöntem olarak ifade edilebilir. Ben de isterim önseçim olsun ama terminolojiyi doğru kullanmak lazım. Önseçim dediğimiz şey, hâkim huzurunda yapılan, sonucu da kazananı da ilçe seçim kurulu başkanının ilan ettiği bir seçimdir, parti organlarının değil. Sandığı ilçe seçim kurulu denetiminde koyarsınız, bütün üyeler gelir oy kullanır; bu meclis üyeleri için de belediye başkan aday adayları için de geçerlidir.

Ben önseçime girerek milletvekili oldum. Üyeler beni aday yaptı. O nedenle önseçimin yaratacağı sonuçların parti örgütlerinde, İzmir özelinde sağduyunun ve doğrunun öne çıkmasında fayda sağlayacağını düşünüyorum; ama önseçimin takvimini yüksek seçim kurulu belirler. YSK seçim takvimini hazırladı. Bu takvimde öngörülen tarih, zannediyorum 9 ya da 10 Şubat. Dolayısıyla CHP hangi seçim bölgesinde önseçim yapacaksa YSK'ya bildirip o gün seçim yapabilir, öncesinde ya da sonrasında yapamaz. Bu tarihte önseçim yaptınız diyelim, 15 günde itiraz süresi var. Sonuçların kesinleşmesi Şubat sonunu buluyor neredeyse. Bu durumda seçim çalışması için adaya bir ay süre kalacak. O tarihe kadar da aday adayları halkın önüne değil, partinin önüne gidip oy istemek derdine düşecekler; halktan kopuk, kendi içinde mücadele eden bir parti ortaya çıkacak. Başka aday belirleme, eğilim belirleme yöntemleri de var; bunlar da kullanılabilir.

İzmirlileri kandıramazlar

*İzmir'i kaybetmek riskini de değerlendiriyor musunuz?

İzmir iyi bir örnek, iyi okumak lazım. İzmir yaşam tarzıyla kendisine dokunulmasını istemiyor. İzmir halkı cumhuriyeti yürekten seviyor. Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk'ü fikriyle cumhuriyete ve yaşama kazandırdığı değerlerle tanıyor ve o nedenle çok seviyor. İzmir halkı; Anadolu'nun dört bir yanından, Balkanlardan, Ortadoğu coğrafyasından kim geldiyse bağrına basmıştır. Gelenlerin de İzmirli kimliği hemen öne çıkar, yöre kimlikleri ikinci planda kalır.

Demokrasiyi içselleştirerek yaşayan, insanların yaşam tarzına müdahil olmayan, olgunlaşmış bir toplumsal yapısı var İzmir'in.

Kimse göstermelik bir aday arkasında kenti ele geçireceğini ve İzmir halkını da kandıracağını zannetmesin. İzmir'in yaşam kültürüne müdahil olacağız, gâvur İzmir'e gereğini yapacağız diye örtülü bir şekilde aday ortaya çıkaracak kimseler, İzmirlileri kandıramayacağını bilsin.

Katılımcı yönetim, kentin dinamikleri ile yürümekle olur

*Partili siyasetçiliğinizden önce tabandan gelen, aktif kamusal bir siyaset hayatınız da var. EGEÇEP kurucu üyelerindensiniz. Ziraat Mühendisleri Odası Başkanlığınız var.

TMMOB Koordinasyon Kurulu Sekreterliğim var, dört yıl.

*Odaların uzun zamandır serzenişi var Kocaoğlu'na, yapılacak projelerde görüşlerinin alınmadığı, kendileri ile irtibatı kestiği ile ilgili. Bir kent nasıl yönetilmeli, sizin anlayışınız nedir? İki tarafı da bilen biri olarak soruyorum size. Hatta İzmir'de her kesimden insanın çok kullandığı "istemezükçüler" gibi bir kelime var.

Meslek odalarının, esnaf adına esnaf odalarının, iş dünyası adına ticaret ve sanayi odalarının görüş, düşünce ve önerilerinin kesinlikle yıkıcı, kentin geleceğine bilerek ve isteyerek kötülük yapmak olmadığını, böyle düşünenlerin esas kötü niyetli olduğunu söyleyebilirim. Bütün meslek birlikleri, kendi alanıyla ilgili doğruları ifade etmekle yükümlüdürler. Bizim Türk Mühendis ve Mimar Odaları da böyle yapmıştır. Çünkü meslek odaları demokratik kitle örgütleridir. Hiçbir vesayet yoktur üzerlerinde ve bütün organları demokratik seçimle gelir, kimseye de bir borcu yoktur. Kimsenin ağzına da bakmazlar, bildikleri doğruları söylerler. Bu nedenle meslek odalarının bir kent yöneticisiyle sağlıklı bir organizasyon içinde kenti birlikte yönetme çabasını ortaya koymak gerekir.

Meslek odaları şunu diyebilir: "Bu doğru değildir". Kent yönetimi de bunlar istemezükçü derse olmaz işte. "Doğru değil diyorsunuz ama elimdeki imkânlar bunlar, ben ancak böylesini yapabiliyorum, bana önerin, bir noktada buluşalım" dendiğinde çözüm bulunur. Ama kent yöneticisi araya duvar örerse o zaman meslek odaları sanki hep istemeyen, karşı çıkan bir konuma sokulur ki bu son derece yanlıştır. Yönetim, katılımcılık, kentin dinamikleri ile yol yürümekle olur.

Ama ne yazık ki şunu da bilerek söylüyorum. Ben Bornova Belediye başkanlığı dönemimde meslek odalarıyla protokollerim vardı. Mesela mimari bir projenin onayı Mimarlar Odası'na giderdi. Sonra İçişleri Bakanlığı bir tamim yayınladı. Bu tür protokollerin meslek odalarıyla yapılamayacağını, bunun suç olacağını belirterek belediyelere böyle bir baskı uyguladı. Daha doğrusu yönetmeliğin öngörmediği bir onay mekanizmasını araya sokamazsınız dedi. Bunu değiştirmek lazım.
 

Ekolojik mücadeleden hiç vazgeçmedim

*Türkiye gibi İzmir'in de en önemli sorunlarından biri ekolojik talan. Çevreye duyarlısınız ama bu yönünüzü milletvekilliğiniz sürecinde ya ben fark edemedim ya da siz bir şey yapmaya fırsat bulamadınız.

Elimden geldiğince ben birçoğuna müdahil oldum, belki farkında değilsiniz. En basiti Kemalpaşa'ya Akalan'a gidin, taş ocakları var; Ödemiş'e gidin, altın madeni var. Daha nicesini sayabilirim. 2009/7 sayılı genelgenin hukuk dışılığı ve suç olduğuna dair yazılı soru önergem de var, meclis kürsüsünde bunu defalarca dile getirdim.

'ÇED gerekli değildir' uygulamalarında, acele kamulaştırma çabalarında Mecliste merci olan kişilerden biri benim. Geçenlerde EGEÇEP'in büyük bir toplantısına katıldım yine. Ekoloji mücadelesinden hiç vazgeçmedim, devam ediyorum. Bu konuda haksızlık etmeyin bana.

*Efemçukuru altın madeni mücadelesinin ilk yıllarında sizin hazırladığınız bir raporla ilk davanın açıldığını biliyorum. Maden şimdi çalışıyor. Kocaoğlu bu konuda yaptığı bir açıklamada "İşimiz allaha kaldı, İZSU madene girip su analizi için numune alamıyor" dedi. Bu şirket gücünü nerden alıyor? Siz başkan olursanız İzmir'in suyuna sahip çıkmak için ne yapacaksınız?

Bir belediye başkanının kırmızı çizgisi olması gerekiyor. Kent halkının soluduğu havanın, içtiği suyun ve yediği gıda ürünlerinin yetiştiği toprağın korunması ve temiz olması, sağlıklı bir toplum olması olmazsa olmazı olmalı.

Bornova Belediye Başkanlığımda, bunu kimse bilmez, yaptığım şeylerden bir tanesi de şudur, bu da benim bilim insanlığımdan geliyor. Yurtdışından wireless bağlantılı mini meteoroloji istasyonu aldım. Batıçim'i biliyorsunuz. İstasyonu Naldöken'deki kültür merkezinin çatısına koydum. Bornova Belediyesi'nin web sayfasında da 10 dakikada bir ölçümleri yayınladım. Bunu yaparken de Naldökenlilere, Bornovalılara "Takip edin, ben takip ediyorum" dedim. Oradaki hava kirliliğini ölçmeye başladım ama ilçe belediyesi olarak hava kirliliği kontrol yönetmeliğinde benim yetkim yok. Büyükşehirde var bu yetki. Büyükşehirin hava kontrol, su kirliliği kontrol yönetmeliğinde müeyyide yetkisi var. Hiçbir sermaye gücünün burada egemen olmaması için her şeyin yapılması gerekiyor.

*İzmir'de bir koku var aylardır. Büyükşehir bu konuda uzun süre açıklama yapmadı. Sonra birkaç ay önce bir açıklama yapar gibi oldu; açıklamadan da bir şey hem anladık hem anlamadık. Bu sorun nasıl çözülecek?

Körfez'de kirlilik artık tabanda çökelmiş durumda. Biraz havalar ısındığında, dalgalanma olduğunda yine bir koku ortaya çıkıyor. Metandan kaynaklanıyor, temel nedeni o. Orgaik, fermantasyon sonucu ortaya çıkan bir koku. Bir de büyük kanal projesi çerçevesinde kentin bütün kanalizasyonu büyük kanala gidiyor, oradan arıtma tesislerine gidiyor. Oradaki birikimlerle ilgili tespitlerde yaşanan sorunlar, filitrasyon sistemindeki tıkanıklıklardan anında haber alınamayışı ve sonrasında onu temizleme çabası içerisinde denize giden kanalizasyon atıkları yer yer birtakım sorunlar da yaratıyor. Burada da izleme, kontrol, denetim ve ciddi bir irade gerekiyor diye düşünüyorum.

*Körfez Geçiş Projesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Ben onun gerçekçi, çözüm odaklı bir proje olmadığını düşünüyorum. O projeyi gündeme getirenler birtakım yandaş sermaye gruplarına yeni bir alan açmak istiyor; Kanal İstanbul gibi, 3. hava limanı gibi. Gittikçe obez hale gelmiş yandaş sermayenin kendini doyurmak için yatırım alanı aradığını düşünüyorum. Bu projeyi meslek odaları, konu uzmanları ve bütün İzmir halkıyla katılımcı bir anlayışla böyle bir ihtiyaç var mıdır yok mudur, bir sorun var mıdır, soruna çözüm bu mudur konuşulup görüşülmeden ortaya konmuş bir çılgın proje olarak değerlendirmek doğru olur.

Boğazımdan haram lokma geçmez

*İzmir mültecilerin yoğun yaşadığı bir kent. Siz bu kentte birlikte yaşamı kurma konusunda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'nin güney doğusuna gider bakarsanız, Akçakale'ye gidin mesela. Bizim tarafta yaşayanların akrabaları karşı köydedir. O insanlar bizim akrabalarımız, gerçek akrabalarımız. Bunu bir ırk veya etnik bir mesele haline getirmenin son derece yanlış olduğunu düşünüyorum bir. İkincisi her insanın yaşam hakkına saygı duymamız gerektiğini düşünüyorum.

Toplumun da kendi içinde dinamikleri var, onları da kabul edeceksiniz, haklılıkları da görerek çözüm ortaya koymanız lazım. Mültecilerin yaşam haklarına, insan haklarına saygı gereğinin yapılması bir yanda orda yaşayanların düzeninin bozulmaması ve düzen içerisinde birlikte sağlıklı bir kültürü yaratabilmek önemli. Bu da bir irade gerektiriyor. Sorun da burada bence, kayıtdışı istihdama göz yumulması. Onları da kayıt altına al, onlar da aynı emeği versin, aynı ücreti alsınlar. Alamıyorsa işsizlik maaşı gibi sosyal haktan yararlandır. İkili bir durum yaratılıyor ve bu da tepkiye neden oluyor. Halkın bir tepkisi varsa bunu tamamen haksız görmek de yanlış olur diye düşünüyorum. Ama asla gitsinler demek doğru değil. O zaman Almanya'daki Türkler için de Almanların ırkçı faşist tavırlarını haklı buluyor olmamız lazım.

*Bornova'dan belediye başkanlığı deneyiminiz var. Belediye başkanı olup da "dosyasız" olmak mümkün mü acaba?

Mümkün. Ben mesela. Hiçbir dosyam yok. Hiçbir maskeme dosyam da yok. Şu anda tertemizim. Başım açık. Ara sıra bir yerlerde karşıma çıkıyorlar, kendilerini tanıtıyorlar. "Başkanım beni tanımadınız mı? Ben size şu işi yapmıştım" diyorlar. Ben belediyenin çıktığı ihaleye teklif veren, işi alan, o işi yapan kişileri tanımıyorum. Umurumda bile değil. Ben firmaların bana verdiği teklife bakarım, o teklifler içinde en uygununa bakarım, ortaya koyduğu belgelere bakarım, sahte bir şey var mı diye. O işi yapıp yapamayacağına bakarım. Benim ihale komisyonlarındaki arkadaşlarım böyle baktılar.

Benim kapımdan hiçbir şirket temsilcisi tek başına girmez, ihaleyle ilgili geliyorsa hiç giremez. Mutlaka yanında belediyeden birkaç kişiyle gelir ve bana ahlaksız teklifte bulunamaz. Bana değil sadece, benim bürokratıma da bulunamaz. Boğazımdan haksız bir lokma geçmemiştir, çocuklarım da dahil. Ben şu an kirada oturan bir insanım. Milletvekiliyim, belediye başkanlığı yaptım, kirada oturuyorum. Şu an yeni yeni ev almaya çalışıyorum o da Kemalpaşa'da, Urla da filan değil!

Alnım açık, başım dik. Adli bütün sicilim ortada. Ben adli bir tane ceza aldım, Sayıştay zimmeti yedim. O da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'in faaliyet raporunun basın giderlerini 9 bin lira belediye bütçesinden karşıladım. kamu yararına çalışan bir dernek statüsünde olduğu için yaptım bunu. Sayıştay bunu yapamazsın dedi bana, yaparım dedim, Sayıştaya direndim. Üç kişiye ben dahil 9 bin liralık basın giderlerini ödeme cezası verdi. Onu ödedim. Bunun dışında hiçbir şeyim yok.


 

Enerji eylem planı hazırlanmalı

*Siz başkan olarak kendinizi düşündüğünüzde İzmir'de neleri nasıl çözmeyi planlıyorsunuz?

Bundan sonra kim gelirse gelsin, hangi aday partimizden seçilirse seçilsin; vefa duygusuyla, partimizin geçmişiyle gurur duyarak ve hatalar eksikler varsa yeni dönemde düzelterek ve tuğla üstüne tuğla koyarak daha ileriye, daha yukarıya taşımak derdinde olması gerekiyor.

İyi olan her şeyin devamlılığı esastır. Sadece bizim partimizde değil, kamusal alanda da sürdürülebilirlik çok önemli. Hiç kimse şunu düşünmesin: "Bu kentte her şey yapıldı bitti. Bundan sonra yapılanlarla yönet." Zaman değişiyor, bilim ve teknik ilerliyor, toplumun yaşam alışkanlıkları, yaşam kültürü sürekli bir evrim geçiriyor, onun ihtiyaçları da yenileniyor. Kenti statik görmek en büyük yanlış olur. Kenti ve kent yönetimini bir dinamizm içerisinde öngörüyle, belli bir vizyonla geleceğe taşımak bence seçilecek olan belediye başkanının en önemli görevidir. Bu da bir vizyon gerektirir.

Kenti geleceğe taşımak önemli ama geçmişi unutmadan. Kentin bir kültürü var, kentin yaşam kültürü dışında, onunla ilişkili olan mimari kültürü var. İzmir 8500 yıldır yerleşimin olduğu bir kent. 8500 yıllık yaşam kültürünü geçmişten geleceğe taşımak, bunun köprüsü olmak görevi var kent yöneticisinin.  
Büyükşehir imar yönetmeliğine bile gerekirse koyarak, bu kentin geçmiş mimari dokusunun özelliklerini bütün yeni inşaatlarda, en azından görünür yüzeylerde koymak bile önemlidir diye düşünüyorum.

Kentin imarla ilgili büyüyen sorunlarını yaşam kalitesi adına çözmek gerekiyor. İnşaat Mühendisleri Odası bu konuda bir araştırma yapmıştı. Kentin yapılarının yüzde % 60'ından fazlası sağlam değil.
Bu dönüşümü de sağlayan, kentin büyüyen rantını dışardan sermaye gruplarının paylaşımına açmayan bir yaklaşım gerekiyor. Tabii ki buraya iş yapmaya gelen para kazanacaktır, buna itirazımız söz konusu değil. Ben sermaye karşıtı değilim, yatırımcı karşıtı değilim. Ama kentte oluşan rant bence Türkiye'nin hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak düzeyde. Herkes burada yaşamak istiyor. Kentsel dönüşüm yapıyorsan bölgede yaşayan halka bu rantın aktarılması ve yatırımcının da buradan para kazanması kenti ileriye taşıyacaktır.

Ulaşımda yeni yeni gelişmeler var. Mesela scooter. Scooter elektrikli, çok basit bir şey. Telefonunla scooter üzerindeki barkodu okutuyorsun, sisteme girdiğinde kilidini açıp binip gidiyorsun. Gittiğin süre kadar senin hesabından para alınıyor. Sen kent içerisinde başka araç kullanmadan scooter'la dolaşıyorsun. Bu basit bir örnek. Bu tür yaşamı rahatlatacak uygulamaların hepsini önemsiyorum.

Yenilenebilir enerji kaynakları önemli. Bir kere kentin sürdürülebilir enerji eylem planı olması gerekiyor ve kentin bütün yeni hizmet ve yatırımlarını bu sürdürülebilir enerji eylem planıyla uyumlu hale gelmeli; ulaşım altyapısı ve üst yapısı dahil olmak üzere.

Ben şu konuda çok iddialı birisi olurum diye düşünüyorum. İzmir'i bütün bu söylediğim sürdürülebilir yaşam adına dünyanın gerçekten simge ve adı örnek olarak verilebilecek bir kenti yapabileceğimi düşünüyorum.

İzmir sosyal kültürel yanı ağır basan bir üniversite şehri, bir liman, ticaret merkezi... İzmir'in bütün özelliklerini alt alta koyduğunuzda, İzmir her şekilde dünyaya örnek olabilecek bir kent.