Değerli okurlarım, geçtiğimiz hafta referandumda hayır bloğunun temel sürükleyici hareketi olan CHP'de referandum sonrası strateji konusunda farklı görüşlerin tartışmaya açıldığını gördük.

Bu görüşleri kabaca özetlersek, birinci kategoridekiler, CHP yönetimini referandumu veri olarak kabul etmekle, dolayısıyla onu şaibeli referandum sonuçlarına meşruiyet katmakla eleştiriyorlar. Bu görüş, CHP Parti Sözcüsü tarafından da savunuluyor ki, Sözcü Selin Sayek Böke, geçen hafta Kılıçdaroğlu'nu eleştirerek görevinden istifa etti.
İkinci kategori, referandumun meşruiyet sorununu gündeme taşımakla birlikte, referandum sonrasında, geçtiğimiz cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki büyük yanlışın bir kez daha yapılmaması konusunda önleyici bir strateji geliştirenlerden oluşuyor. Bildiğiniz gibi, Ekmeleddin İhsanoğlu'nun cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan karşısında ortak aday olarak belirlenmesi bir oldubittiyle ve kapalı kapılar ardında gerçekleştirilmişti. Özellikle CHP seçmeninin içine sinmeyen bu yöntem, CHP tabanını mobilize etmeyi başaramamıştı. Bu olayı örnek olarak gösteren CHP'li siyasetçiler, Kılıçdaroğlu'ndan aday belirleme sürecinin şeffaf ve tabanın isteklerini yansıtır bir biçimde gerçekleştirilmesini talep ediyorlar.

Üçüncü kategori, statükoyu savunan CHP'lilerden oluşuyor. Bu kesimler, referandum sonuçlarını büyük bir başarı olarak tanımlayıp, bu başarının mimarı olarak CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nu görüyorlar. Referandum sonrası meşruiyet tartışmalarında genellikle sessiz kalan bu grubun, İhsanoğlu'nun aday olarak belirlenme sürecinde olduğu gibi, 2019 seçimlerinde de bir "uzlaşı adayı"nı (!) tabana danışmadan belirleme niyetine sahip olduğu görülüyor.
Bunlar demek oluyor ki, CHP'deki esas tartışma referandumun meşruiyetinin yeterince tartışılıp tartışılmadığı ve 2019 seçimlerinde aday belirleme stratejisinin ne olması gerektiği üzerine. Ayrıca, 2019 adayının nitelikleri üzerine de bir yan tartışma ilerliyor. Deniz Baykal, siyaset içi bir figürün toplumu mobilize etme potansiyelinin yüksekliğinden söz edip, adayın mutlaka bir siyasetçi olması ve aynı zamanda da CHP'nin parti genel başkanlığını yürütmesi gerektiğini, seçildikten sonra CHP Genel Başkanlığının ve üyeliğinin sona ereceğini düşünürken, Kılıçdaroğlu CHP Genel Başkanlığı ile adaylık arasında bir bağlantı kurmuyor. Siyaset dışı, ya da CHP dışı bir uzlaşı adayının olabilirliğini gündeme getiriyor. Baykal, başkan yardımcılığını muhalefetin CHP dışı unsurlarını yönetim adaylığına katmak için araçlaştırmayı önerirken, Kılıçdaroğlu'nun bu konuda bir yöntem önerisini geliştirmekten uzak olduğu görülüyor.
Değerli okurlarım, bu haftaki durum saptamamız üzerine, sözkonusu süreçler ile ilgili görüşlerimizi gelecek haftalarda bu sayfalarda paylaşacağız.