Bugün yazı günüm değil ama Anayasa'da ciddi değişiklikler yapan referandumun ardından sıcağı sıcağına yazmak şart oldu.
Önce şunu belirtmekte yarar var, amaca ulaşmak için her yol mubah değildir, demokrasinin kuralları vardır, sonuca giderken oyunun kurallarına göre oynanması gerekiyor. Demokratik yol ve yöntemler ıskalanarak elde edilen seçim zaferi ne kadar büyük olursa olsun, ona demokrasinin zaferi denemez. Kuralsız uygulamalar sürekli sıkıntı yaratmaya devam eder. Pazar günü yapılan referandumun sonucundan çok, seçim sürecindeki antidemokratik ve adaletsiz kampanya ile oy verme günü bizzat Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından yaratılan krizi konuşacağız gibi.

Seçim sonuçlarına saygı duymak başka şey gerçekleri söylemek başka şeydir. Ciddi  yönetim değişikliğine yol açacak anayasa değişikliğinin hazırlanması, Meclis görüşmeleri, referandum çalışmaları, seçimin yapılışı ve oy sayımı bakımından demokrasi dersinden bir kez daha sınıfta kaldık. Kimin tarafından nerede hazırlandığı belli olmayan bir metin, siyasi pazarlıklarla Meclis'in gündemine getirildi, içeriği tartışılmadan kavga gürültü meclisten geçti ve seçim takvimi başladı. Bu arada 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) rejimi uzatılmaya devam edildi ve anayasa oylaması OHAL rejiminin kuralları ile yapıldı. Bu süreçte gazeteciler, siyasetçiler içeri atıldı, belediyelere kayyım atandı.  Hükmünden sual olunmaz Kanun Hükmünde Kararname (KHK)'lerle yüzbinlerce yurttaş bir daha kamuda çalışamayacak şekilde görevinden ihraç edildi.  KHK ile yapılan işlemlerin yargısal denetimi fiilen kapatıldı. Meclis'in 3. büyük partisinin genel başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları tutuklu iken referandum için seçim kampanyası yürütüldü. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ve bürokrasi seçimin bir tarafı oldular, devletin tüm olanakları bir tercih lehine kullanılarak kampanya yürütüldü. Bu haliyle referanduma kadar yaşanan sürecin demokratik ve adil  olduğunu hiç kimse söyleyemez.
Seçim gününe, YSK'nın kanuna ve kendi kararına aykırı aldığı karar damgasını vurdu.  Şu mühürsüz oy pusulası ve zarfların geçerli sayılması kararından bahsediyorum. 298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 2010 yılında değiştirilen 101.maddeesi 1. fıkarsı 3. bendine göre "Arkasında sandık kurulu mührü bulunmayan birleşik oy pusulaları geçerli değildir". YSK'nın 14.02.2017 tarihli "ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ HALKOYLAMASINDA SANDIK KURULLARININ OLUŞUMU, GÖREV VE YETKİLERİNİ GÖSTERİR 135/I SAYILI GENELGE'si Madde 41/c'ye göre de "üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan zarflar geçersiz sayılır".
 
Bu kanun hükmü ve kendi genelgesine rağmen YSK "sandık kurulu mührü taşımayan oy pusulası ve zarfların geçerli sayılacağı" kararını verdi.  Kararı yargı denetimine kapalı olan YSK'nın kanunu hiçe sayarak aldığı bu karar referandum sonucuna çok yoğun bir gölge düşürmüştür. YSK Başkanı'nın örnek olarak söylediği YSK'nın  önceki kararları 2010 yılında yapılan yasa değişikliğinden önceki tarihleri taşıyor, aksine mühürsüz zarf ve oy pusulaları nedeniyle iptal ettiği seçim örneği de var. Kaldı ki kanun hükmünün YSK kararı ile kaldırılması hukuken kabul edilemez.
Bu tartışmaların ardından seçim sonucuna ilişkin de yazacak çok şey var, şimdilik; anayasa değişikliğini seçmenin yarıdan biraz fazlası istemiş olmasının yanında, yarıya yakınının istemediği gözden uzak tutulmamalıdır.