Bir kadının kimsenin bilemeyeceği sırlarla dolu bir dünyası olduğuna inanmak oldukça akla yakın bir varsayımdır ama bu esnada ona asla erişemeyeceğini anlayan ve böylece hiçbir zaman zafer kazanamayacağını hisseden bir erkeğin yaşadığı gerginlikle beraber içine kapandığı mütevazi bir hayatı olduğunu tahmin etmek zor değildir.
Bir kadınla bir erkeğin arasındaki çekişmenin temelinde işte bu anlaşılmayan dürtüler vardır. Başlangıçta tamamen teslim olmamış ve hiç bir zaman da olmayacak bir kadın ise tam anlamı ile gözü kara bir şekilde kendisini sonsuzluğa uğurlayacak olan teması kuruncaya kadar her şeyi göze almış bir Tanrıçaya benzer.

Bu ilk çarpışmayı kaybetmiş bir erkek ise bu anı sessizlik içinde karşılar. Böyle bir erkeğin mahcubiyeti ile birlikte sonucu kabullenmek durumunda kalışı, kadın ve erkeğin her zaman yaşanmamış bir başka öykünün de kahramanları olabileceği kaygısı ile, önceleri bir adım ötesini bile göremedikleri bir toz bulutu içinde ilerleyen bu çift  sonra birden o başka öykülerde  hayali kurulan ve görünmeyen başka sevgililerin varlığını keşfederler  ama  ne yazık ki onların iki kişi arasındaki gerçek bir huzurun ve barışın önünü kesen görünmez bir iblise dönebileceklerini bilemezler. Çünkü bundan sonra her bakış ya da seslerin her yankılanışı bir başka sevgilinin özlemini yansıtacaktır.
İşte bu yüzden aşk denilen süreçte masumiyetin başlangıcından itibaren kendini doğal akışa bırakan bir kadının bedeni ve ruhunun birlikte kendisini tamamladığı kutsal topraklara ulaşıncaya kadar birisi her zaman biraz daha fazla sever, biraz daha fazla umut eder ve biraz daha fazla hayal kurar ve birisi diğerinden daha fazla kandırır kendini ve çevresindeki herkesi.

İşte orada dünyanın romantizm dediği  oyun biter  ve bu nedenle "perde" demenin tam sırasıdır. Çünkü başlangıçtaki ilk yenilginin ardından gelen bu trajik son başka bir başlangıcın da olabileceğinin müjdesini verirken bu sahnede son nefesini veren yaşlı bir insanı izlerken aynı anda bir başka yerde doğan bir bebeğin dünyaya gelirken  duyduğunuz ağlama sesleri kadar etkiler insanı.
Bundan sonrası amacına erişmiş ve sırasını savmış olan aşıklar için hapsoldukları dünyada olabilecek olan şeyler en vasat ve en sıradan öykünün kahramanlarının çekişmelerinden başka bir şey olmayacaktır ta ki yazar onların her zaman yapmak istedikleri ama hayatları boyunca yapacak cesareti bulamadıkları ve bu yüzden mahkum oldukları o sefil hayatın dışına çıkaracak olan çılgınca senaryoyu yazana kadar.
Bana gelince, bu zavallı çiftleri kurtarmam için aşkın tam ortasına düşmem gerektiğini de kimsecikler bilmez. Onların kaderinin benim sihirli kelimelerimi nasıl dizeceğime bağlı olması benim gibi huysuz ve acımasız bir yazarın ne kadar seveceğinden çok ne kadar sevileceğine bağlı olması bana daima mitolojik bir öykünün kahramanı olacağım duygusu verir. Bu yüzden belki de birisi, biraz daha fazla sevmelidir, biraz daha umut etmelidir ve biraz daha fazla kandırmalıdır kendini ve herkesi ve  böylece sadece kelimelerim onları özgürlüğüne kavuşturmak için doğru şekilde dizilinceye kadar, inandırmalıdır kendini ve herkesi, tüm bu yaşadıklarımızın aşk' dan başka bir şey olmadığına..!