Batı'da beslenmeyle ilgili taramalar, aldığımız kalorilerin yüzde 56'sının, genlerimiz gelişirken var olmayan üç kaynaktan geldiğini ortaya koyuyor. Bu kaynaklar; rafine şekerler, ağartılmış un ve bitkisel yağlar olarak sıralanıyor. Üstelik bu üç kaynak, bedenimizin işlevlerini yerine getirmesini sağlamak için gereken protein, vitamin, mineral veya Omega-3 yağ asitlerinin hiçbirini içermiyor; kanser gelişimini ise doğrudan destekliyor!
Genlerimiz, bir kişinin bir yılda en fazla 2 kilo bal tüketebileceği bir ortamda gelişti ama insanların şeker tüketimi; 1830 yılında yılda 5 kiloya çıkmıştı! 20'nci yüzyılın sonunda ise rafine şeker kullanımı şoke edici şekilde kişi başına yılda 70 kiloya ulaştı.
Alman biyolog Heinrich Warburg, malin tümörlerin metabolizmasının, büyük ölçüde glikoz tüketimine bağlı olduğunu keşfederek tıp alanında Nobel Ödülü'nü kazanmıştı. Glikoz, vücutta sindirilmiş şekerin aldığı biçimdir. Aslında kanseri tespit etmek için yaygın olarak kullanılan PET taraması da yalnızca vücutta en fazla glikoz tüketen alanları ölçer. Bir alan çok fazla şeker tükettiği için öne çıkıyorsa, bunun nedeni büyük olasılıkla kanserdir!
Şeker veya beyaz un (glisemik indeksi yüksek gıdalar) yediğimizde, kandaki glikoz düzeyi hızla yükselir. Vücut, glikozun derhal hücrelere girmesine izin vermek için bir doz insülin salgılar.
İnsülin salgısına, IGFR (insülin benzeri büyüme faktörü) adı verilen başka bir molekülün salgılanması eşlik eder. Bu molekülün rolü, hücre büyümesini harekete geçirmektir. Kısacası şeker; dokuları besleyerek daha hızlı büyümelerine neden olur. İnsülin ve IGFR ayrıca, hücre büyümesini uyaran ve daha sonra tümörler için gübre görevi gören enflamasyon (darbe ya da tahriş sonucu vücutta oluşan reaksiyon) faktörlerini de desteklerler.
Bugün, insülin yükselmelerinin ve IGFR salgısının; doğrudan kanser hücrelerinin büyümesini uyarmakla kalmayıp aynı zamanda komşu dokulara saldırma kapasitesi olduğunu da biliyoruz.
Araştırmacılar, meme kanseri hücreleri enjekte ettikleri farelerin insülin sistemi, şekerin varlığı tarafından uyarıldığı zaman kanser hücrelerinin kemoterapiden daha az etkilendiğini gördü.
Asya ve Batı nüfuslarını karşılaştıran bir çalışmada, düşük şekerli Asya besinleriyle beslenenlerin, çoğu sanayi toplumunda tipik olan yüksek şekerli ve rafine gıdalarla beslenenlerle kıyaslandığında; hormonlardan kaynaklanan kanserlere 5 ila 10 kat daha az yakalandığı görülmüştür.
Kendilerini kanserden korumak isteyenler, işlenmiş şeker ve ağartılmış un tüketimini ciddi ölçüde azaltmalıdır. Bu, şekersiz kahve içmeye alışmak ve haftada iki veya üç tatlıyla idare edebilmek demektir.
Şeker veya şurupla tatlandırılmadığı sürece meyveler için sınır yoktur. Başka bir seçenek ise kanda glikoz veya insülinin artmasına neden olmayan doğal şekerler kullanmaktır.
Çok tahıllı (yulaf, çavdar, keten tohumu ile karıştırılmış undan yapılan) ekmek tüketerek de buğdaydan gelen şekerlerin özümsenmesini yavaşlatabilirsiniz.
Ekmeğin glisemik indeksini yükselten fırıncı mayası yerine, geleneksel mayayla (ekşi hamur) yapılan ekmekleri tercih edebilirsiniz.
Normal beyaz pirinçten kaçınarak glisemik indeksi daha düşük olan esmer pirinç veya bulgur tüketilmelidir. Sebze ve bakliyatın glisemik indeksi düşüktür ve kanserin büyümesiyle mücadele ederler.
Diyabetlilerin kanser riski, ortalamanın üzerindedir. Amerika ve Kanada tarafından ortaklaşa yürütülen bir çalışmada; Harvard Tıp Fakültesi'nden Dr. Susan Hankinson, 50 yaşın altındaki bir grup kadın arasında, en yüksek IGFR düzeyine sahip olanlarda meme kanseri gelişmesi riskinin en düşük olanlara kıyasla yedi kat fazla olduğunu ortaya çıkardı.
Harvard ve San Francisco'daki Kaliforniya Üniversitesi ile Kanada'daki McGill Üniversitesi'nde görevli araştırmacılar, aynı olgunun prostat kanseri için de geçerli olduğunu kanıtladı. Bu gruptaki risk; en yüksek IGFR düzeylerine sahip olanlarda tam dokuz kat daha fazladır. Başka çalışmalar, yüksek glisemik indeksinin benzer şekilde pankreas, kolon ve yumurtalık kanserleriyle ilişkili olduğunu da göstermiştir.
Bilim adamları, kanserle savaşmak için insülin yükselmelerini ve IGFR'yi azaltan yeni bir ilaç sınıfının gerektiği sonucuna vardı.
Bu yeni ilaçları beklemeden hepimiz besinlerimizde aldığımız rafine şeker ve beyaz un miktarını azaltabiliriz. Sırf bu iki beslenme faktörünü azaltmanın bile kandaki insülin ve IGFR düzeylerinde hızlı bir etkisi olduğu kanıtlandı.
Bu azalmanın, daha sağlıklı bir cilt gibi ikincil etkileri de var.

Uzak durmanız gerekenler
Şeker (beyaz veya kahverengi), bal, şuruplar (akçaağaç, fruktoz, dekstroz).
Beyaz ekmek, beyaz pirinç, çok pişmiş beyaz makarna, sandviç ekmeği, simit,
kruvasan, pirinç patlağı içeren kekler.
Reçel ve jöle, şekerde pişmiş meyveler, şurup içindeki meyveler.
Patates, özellikle püresi.
Endüstriyel meyve suları, sodalar ve alkol gibi içecekler.

Bol yemeniz gerekenler

Stevia ve Agva şurubu gibi doğal tatlandırıcılar.
Çok tahıllı ekmek, bulgur, esmer pirinç, yulaf, kara buğday.
Mercimek, bezelye, fasulye.
Kan şekerini düzenleyen yaban mersini, kiraz ve ahududu.
Limon veya adaçaylı su.
Yeşil çay ve kahve.
Sarımsak, soğan.