Son yıllarda, sanatçıların eserlerinde, özellikle performans sanatı ve enstalasyonlarda canlı hayvanları kullanmaları giderek yaygınlaşıyor. Bunun en yeni örneklerinden biri, geçtiğimiz iki gün Londra’da hayata geçirildi.

“Slow Pixel” (Yavaş Piksel) adlı deneysel çalışmada, Fransız sanatçılar Elizabeth Saint-Jalmes ve Cyril Leclerc’ün 176 salyangozun kabuklarına tutturdukları ışık yayan diyotlar, yakınlarına yerleştirilmiş, Cyril’in bestelediği müzikleri çalan bir hoparlörün alıcılarını etkinleştiriyor. Böylece, salyangozların hareketinin yönlendirdiği ışıklar, anlık bir müzik oluşturuyor.  

Bağımsız bir sanat ve konferans mekanı olan Kings Place’te, karanlık bir atmosferde sahnelenen bu canlı enstalasyon, “zaman” temasına dikkat çekiyor ve seyirciyi, salyangozlar bu duyusal ortamda kendi yörüngelerini çizerken onların hızına inerek yavaşlamaya davet ediyor. Dünya’daki en yavaş canlılardan olan salyangozların sahne aldığı bu altı saatlik performansta izleyiciler diledikleri kadar kalabiliyor. Sadece, fotoğraf çekmek yerine ana odaklanabilmeleri için telefonlarını dışarıda bırakmaları rica ediliyor.

Performans esnasında sanatçılar, ışıklı salyangozları duvarlara yerleştirerek gece vakti gökyüzünü veya şehir ışıklarını canlandıran efektler yaratıyorlar. Salyangozlar hareket ederken, arkalarında Trans-Sibirya Ekspresi’nin penceresinden çekilmiş bir video oynatarak insan ve salyangozun yaşam hızları arasındaki farkı vurguluyorlar.

“Slow Pixel”, geleneksel sanat biçimlerini bilim ve ekoloji alanlarına doğru genişleterek disiplinler arası çalışmalara yer veren uluslararası Sonica Festivali’nin bu yılki gözdesi olarak lanse ediliyor.

İngiliz The Guardian gazetesinin yaptığı söyleşide, vejetaryen sanatçı ikilisi, kullandıkları salyangozların yenmek üzere yetiştirilmiş, gastronomi değeri taşıyan bir tür olduğunu söylüyorlar. Bir anlamda onları “kaderlerinden kurtardıklarını” düşünüyorlar.

Sekiz yıldır salyangozlarla çalışan Saint-Jalmes ve Leclerc, salyangozların zarar görüp görmediği sorusu üzerine, sıkıntıya girmediklerini, nabızlarının daima aynı olduğunu söylüyorlar. Mutsuz oldukları takdirde ise, bunu kabuklarına çekilmelerinden anlayabileceğimizi belirtiyorlar.

Derileri aracılığıyla titreşimleri hissedebilseler de, işitme duyuları bulunmadığı için sesten rahatsız olmadıklarını tahmin edebiliriz. Peki acaba gün ışığından hoşlanmayan ve faaliyetlerinin çoğunu gece gerçekleştiren canlılar olarak, birbirlerinin yaydığı ışıklardan rahatsız oluyorlar mıdır?

Vermek istedikleri mesajları isabetli bulsam da, sanatçı ikilisinin, yenmekten kurtardıkları bu canlıları doğal ortamlarına bırakmak yerine Paris’ten Londra’ya taşıyıp “iyi bir amaç” için de olsa kullanması, yine onları tutsaklaştırmıyor, metalaştırmıyor mu diye sorguluyorum.

Nitekim, Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre, yabani türden olan bütün hayvanlar, kendi özel doğal çevrelerinde yaşama ve üretme hakkına sahip. Eğitim amaçlı olsa bile özgürlükten yoksun kılmanın her çeşidi bu hakka aykırı. Hayvanların seyrettirilmesi ve hayvanlardan yararlanılan gösteriler de hayvan onuruna aykırı.

Geçmişte sanat için canlı hayvanların kullanıldığı birçok örnek mevcut. Mesela, Salvador Dalí’nin 1938’de sergilenen “The Rainy Taxi” (Yağmurlu Taksi) adlı enstalasyonunda, bir arabanın içine yerleştirilmiş çürüyen vitrin mankenlerinin üzerinde yine salyangozlar yürüyordu. Dünyaca ünlü sokak sanatçısı Banksy 2006’da, görmezden gelinen aşikar bir gerçek olan yoksulluğu sembolize etmesi amacıyla Tai adlı fili boyamıştı. Hintli Naveen Thomas’ın 2012’de bakır teller ve radyo transistorlarıyla donatılmış bir odaya yerleştirdiği güvercinler teller üzerinde sekip koşuşturdukça, bakır alıcıları tetikleyerek ses oluşturuyordu.

ABD’deki College Art Association, 2010 yılında sanatçıların ve kurumların sanatta ve sergilerde hayvanları kullanması konusunda ilkeler ve öneriler yayınladı. Birinci ilke, hiçbir sanat eserinin, yaratım sürecinde bir hayvana fiziksel veya psikolojik acı veya sıkıntı veremeyeceği. Öneriler arasında, “Aynı mesajı hayvan olmadan, hayvan sayısını azaltarak veya hayvan kullanımını rafine ederek de verebilir misiniz?” gibi önemli sorular yer alıyor.

Sanatçıların ifade olanaklarının kısıtlanmamasından yana olmakla beraber, “reddetme hakkı” bulunmayan hayvanları kullanırken ince eleyip sık dokumaları, sorumluluk duygusuyla hareket etmeleri gerektiği düşüncesindeyim.