Geçen haftaki yazının konusu; ülkemizde gelmiş geçmiş sığ sağ iktidarların basının üzerinde uyguladıkları baskılara dönüktü. Bu baskılardan elbette sinemamıza da her zaman pay düşmüştür. Sinemada baskının aracı Sansür Kurulu'dur. Değerli Sinema Yazarı Agâh (Özgüç) ağabeyimiz, konuyla ilgili olarak 1976 yılında "Türk Sineması Sansür Dosyası" adıyla bir kitap yayımlamış, böylelikle Türk demokrasi tarihimizde anlı şanlı demokrasimizin (!) kilometre taşlarını oluşturan örnekleri sıralamıştır. Diğer bir yayım, Ankara Sinema Derneği'nin bastırdığı, Türk sinemasında sansürü yaşamış kişilerin anılarının yer aldığı, "Türk Sinemasında Sansür" adlı kitaptır. Kitap, "Türk sinemasının gelişememesinin, uluslararası düzeyde başarılar elde edememesinin en büyük nedeninin" sansür olduğu savını ortaya koyar. Kitap; tarihçe ve trajedi dışında ayrıca mizah kitabı özelliğini de taşır.
              
Hemen usta yönetmenlerimizden Memduh Ün'ün aktardığı bir sansür anısını özetleyelim: Film sansür kurulunda takılmıştır. Filmin bir sahnesinde grayder aracı gecekondu yıkımındadır. Sansür kurulu bu görüntüye itiraz eder, şöyle der:
-Grayder devletin aracıdır. Devleti kötü gösteriyor. Olmaz. Dolayısıyla burada devlet düşmanlığı yapılıyor!
              *
Yıl 1977 ya da 1978, yer Ankara Akün Sineması. Basın Yayın Genel Müdürlüğü'ndeki memur arkadaşım Ercan (Doğu) bir gün, "Gel" dedi, "sansür kurulu olarak film seyredeceğiz. Sen de aramıza katıl."
Akün'ün kocaman salonundayız. Resmi kıyafetiyle Genelkurmay temsilcisi bir albay, İçişleri Bakanlığı temsilcisi kadın görevli, Basın Yayın Temsilcisi Ercan, şimdi kurumlarını anımsayamadığım birkaç kişiyiz. Işıklar söndü, film başladı. Bir yere geldik, beyaz perdede sevişme sahnesi. Albayın sesi duyuldu. "Makinist dur, ışıkları yak!" Film durdu, ışıklar yandı. Biraz ara verelim, dedi albay ve İçişleri Bakanlığı temsilcisi kadın görevliye döndü:
-Dilerseniz siz izlemeyebilirsiniz!  
Bu ifade kibarca, sen salondan ayrıl, anlamınaydı. Kadın görevli ayrıldı.
              *
Yine Memduh Ün'ün "Futbolcudan Yönetmen" kitabında yer alan bir Sansür Kurulu Raporuna göz atalım mı?
Kurul kararı, İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü antetli kağıdına 9 Ekim 1962 tarihinde yazılıp tebliğ edilmiş.
"Filmin adı: Önce 'Dökülen Yaşlar', sonra 'Kısmetin En Güzeli'.
1- Fikret'in söylediği, "Viskiyi kanı bozuklara bırakalım" sözünün çıkarılmasına,
2- Ziyafet evinin penceresinden ipe bağlı olarak sarkıtılan yiyecek maddelerine ait sahnenin çıkartılmasına,
3- Fikret'le Semih'in mahkeme sahnesinin usul bakımından uygun olmadığından çıkartılmasına. (Bu sahnede avukatın mahkeme salonuna girişi, konuşmaya başlaması, dinleyicilerin tezahüratı, avukatın bunları selamlayarak karşılık vermesi sahneleri mahkemelerin ciddiyetiyle kabili telif bulunmadığından bu sahnelerin çıkartılmasına.)
İmzalar: İçişleri Bakanlığı'ndan iki, Genelkurmay'dan 1, Basın Yayın ve Turizm Gn. Md.den 1, Milli Eğitim Bakanlığı'ndan 1 temsilci. Aslının aynıdır. 28.9.1962."  
                
1976 yılında prodüktörlerin kuruluşu olan Filmciler Derneği başkanlığına seçilen Memduh Ün, yönetim kurulu üyeleriyle, o günlerde 20 filmden 18'inin sansüre takılması üzerine dönemin başbakanı Süleyman Demirel'in huzuruna çıkar. Türk Sineması'nın sorunları özellikle sansürden kaynaklanan sıkıntılar başbakana aktarılır. Heyetin Ankara'dan İstanbul'a döndüğü ertesi gün sansürde takılı tüm filmler geçmiştir.
                
Filmciler Derneği Başkanı Memduh Ün'ün konuyla ilgili basın açıklaması gazetelerde özetle şöyle yer alır:
- Bugünkü sansür heyetinin tutumu bence sinemamızı yok etme biçiminde oluşuyor ve heyetteki kişilerin düşünceleri Türk halkının 50 yıl gerisinde. 20. yüzyılda yaşıyoruz. Sokakta oluşan günlük olayları sinemaya aktarmamız, bölücülük, olarak nitelendiriliyor."
                *
İşte böyle. Değişen bir şey var mı?
Şimdi Filmciler Derneği Yönetim Kurulu, sıkıntılarını aktarıp çözüm isteyebileceği bir Başbakan bulabilir mi?
Bu sorunun yanıtını "Yetmez ama evet"çilerden, yorumunu ise mizahçılarımızdan isteyelim!


Tarihten Sayfalar


4-10 Mayıs
İşçi Sağlığı ve Güvenliği Haftası

Bu hafta İşçi Sağlığı ve Güvenliği Haftası. Hafta dolayısıyla tahterevallinin bir ucunda Çalışma Bakanı konuşacak, diğer tarafında işçi kazaları ile ilgili bir iki haber aktarılacak. Sonra her şey metropol kentimiz İstanbul'da, yakın tarihte, bir rezidans inşaatında asansörün zemine çakılması sonucu 10 işçinin yaşamını yitirmesi ya da Soma'da olduğu gibi yeni bir maden faciasıyla birbirine eklenecek, kara düzen eskisi gibi sürüp gidecek.

Bilindiği gibi hızlı sanayileşme ve teknolojik gelişmelerle doğru orantılı olarak özellikle iş yerlerinde çalışanların güvenliği ile ilgili pek çok sorun ortaya çıkmış, iş yerlerini ve çalışma koşullarını güvenli hale getirmek büyük önem kazanmıştır. Bu konuda ülkemizde de yasa ve söz konusu yasaya bağlı mevzuat yürürlüktedir. Ayrıca üniversitelerimizde bu konuda öğrenci yetiştiren bölümler kurulmuştur. İşin bu yanı bir yana şimdi Akademisyenler Yrd. Doç. Dr. Murat Çetin ve Yrd. Doç. Dr. Pelin Karatay Gögül, konuyla ilgili ne diyorlar, özetleyelim:
"İş kazalarında Avrupa birincisi ve dünya üçüncüsü olan Türkiye'de her gün resmi olarak 172 iş kazası meydana gelirken, sonucunda 4 işçi hayatını kaybediyor, 6 işçi ise sürekli iş göremez hale geliyor. Ölümlerin kader ya da kaza olarak anıldığı; ihmal, denetimsizlik, taşeronlaşma ve daha fazla kâr elde etme hırsının, bir türlü imzalanmayan iş sağlığı ve güvenliği konusundaki sözleşmelerle birleştiğinde 'cinayet ekonomisine' dönüştüğü Türkiye... "