Bugüne dek ağırlıklı olarak şairler ve roman yazarları olmak üzere toplam 113 kişiye verilen Nobel Edebiyat Ödülü’ne, 2016’da ilk kez bir şarkı sözü yazarı layık görülmüştü.

Bu haberi takiben iki tartışma başlamıştı: şarkı sözlerinin edebiyat sayılıp sayılmayacağı ve ödülü veren İsveç Akademisi’nin bir türlü ulaşamadığı Bob Dylan’ın Nobel’i kabul edip etmeyeceği.

İkinci tartışmaya noktayı koyarak Mart ayında ödülünü alan 76 yaşındaki Amerikalı müzisyen, şarkıcı ve söz yazarına 8 milyon İsveç Kronu (yaklaşık 3,2 milyon Türk Lirası) tutarındaki para ödülünün verilmesi ise bir koşula bağlıydı: Dylan’ın kabul konuşması yapması. Şartı gerçekleştiren sanatçının konuşma metni, 27 dakikalık ses kaydı eşliğinde bu hafta yayınlandı.

Dylan, bu ödülü kazanmasının kendisini şarkılarının edebiyatla nasıl bir bağlantısı olduğunu düşünmeye sevk ettiğini söyleyerek konuşmasına başlıyor. Ardından, Amerikalı müzisyen, şarkıcı ve söz yazarı Buddy Holly’nin üzerindeki büyük etkisinden bahsediyor. Bir başka Amerikalı’nın, blues müzisyeni Lead Belly’nin “Cotton Fields” parçasının, hayatını değiştirdiğini anlatıyor.

Kendi şarkılarını yazmaya başladığında ise, kelime dağarcığının halk dilinden oluştuğunu ve bu dili kullandığını söylüyor. İlkokulda okuduğu Don Kişot, Ivanhoe, Robinson Crusoe, Güliver’in Gezileri, İki Şehrin Hikayesi gibi klasiklerin kendisine ilkeler, duyarlılıklar ve bilgili bir dünya görüşü kazandırdığını vurguluyor. Bu kitaplardan edindiği hayata bakma şeklini ve insan doğasına dair kavrayışı şarkı sözlerinde kullandığını belirtiyor. Daha önce duyulmamış türde şarkılar yazmak istediğini ve bu kitaplarda yer alan temaların bilerek ya da farkında olmadan birçok şarkısına girdiğini ifade ediyor. Özellikle Moby Dick, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok ve Odysseia’dan çok etkilendiğini ayrıntılı olarak anlatıyor.

Dylan’ın şarkılarının edebiyatla ilişkisi konusu bana, lisedeyken izlediğim, gerçek bir hikayeye dayanan “Sakıncalı Düşünceler” filmini hatırlattı. Filmde, ABD’nin yoksulluk ve suçla iç içe olan bir semtindeki lisede görevlendirilen öğretmen LouAnne Johnson (Michelle Pfeiffer), öğrencilere sembolizm ve benzetmeyi öğretmek için Dylan’ın “Mr. Tambourine Man” şarkısının sözlerini kullanır. Ardından, açtığı “Dylan-Dylan” adlı yarışmayla öğrencilerden Gallerli Şair Dylan Thomas’ın, Bob Dylan’ın bu şarkısıyla aynı temayı taşıyan bir şiirini bulmalarını ister.

Dylan’ın filmde şair olarak değerlendirilmesini ilginç bulmuştum çünkü benim için bir şarkıda, sözler hiçbir zaman müziğin önüne geçmez. Beni etkileyen, bana bir şeyler hissettiren daima müzik olur. Bana göre sözler, müziğin yarattığı duygulara hizmet eder.

Efsanevi Amerikalı müzisyen, yapımcı, aranjör, besteci, orkestra şefi ve organizatör, 27 Grammy Ödüllü Quincy Jones’un dediği gibi, “Melodi kraldır, bunu sakın unutmayın. Sözler önde gibi durur ama değildir; sadece bir eşlik unsurudur.”

Geçtiğimiz yıllarda Fransız şarkıcı Zaz’ın ana dilinde söylediği “Je Veux” şarkısının ülkemiz metropol gençliği için adeta marş haline gelmesi; ‘90’larda Cezayirli Rachid Taha’nın “Ya Rayah” adlı Arapça şarkısının ve ‘80’lerde İsrailli Ofra Haza’nın İbranice “Im Nin’alu” parçasının ülkemiz dahil tüm dünyada tutulması, sanırım sözleri anlamasak da müziğe kapılarak bir şarkıdan etkilenebileceğimizi ortaya koyuyor.

Peki “edebiyat” nasıl tanımlanıyor? “Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı” diyor Türk Dil Kurumu. Yani ifade aracı olarak dili kullanan, dili merkeze alan sanat. Bu bağlamda, müziğe eşlik eden şarkı sözlerinin edebiyat olarak değerlendirilmesi hala tam olarak aklıma yatmıyor.

“Büyük Amerikan şarkı geleneğinde yeni şiirsel ifadeler yarattığı için” Nobel ile ödüllendirilen Bob Dylan da kabul konuşmasının sonlarında, bir şarkının bize bir şeyler hissettirmesinin önemli olduğunu, sözlerin anlamını bilmemiz gerekmediğini söylüyor. Diyor ki, “Shakespeare’in oyunlarındaki sözcüklerin sahnede oynanmak üzere yazıldığı gibi; şarkılar da edebiyattan farklı olarak, bir sayfada okunmak değil, söylenmek için yazılır.”