Hep birlikte ulusal günlerimizi kuşanıp, devlet millet el ele kutladığımız günlerden, "Kutlayabildik, nihayet Atatürk dedirtebildik" noktasına gelişimizi iyimserlikle değil de sürüklendiğimiz yerden okursak; görüntü ile gerçek arasındaki mesafeyi ölçebileceğiz. Elimize tutuşturulan kadarını bir zafer sarhoşluğuna düşmeden, önceki süreçlerle karşılaştırarak, öncesi ve sonrasına ilişkin hamleler üzerinde düşünerek sorgulamak çok mu zor? Neden hep iyimserlik tablosu istiyoruz? Ya da gerçekle yüzleşmekten neden hoşlanmıyoruz?!...
               
Türkiye'de tüm baskılara karşın, Atatürk'ün mucizesini kabullenen sayısı toplumun yarısından çok daha fazlası. İnanın, içlerinde AKP'ye oy verenler de var. Her geçen gün Atatürk'ün laik rejimi ile mesafeyi açarak "din" referanslı rejimi kurmaya çalışanların da farkında olduğu bir gerçek bu. Toplumun yarısından bir fazlasını hedefleyerek rejimde köklü değişiklikler yapma ve eski kurumları tasfiye etmenin taşlarını döşerken, yeri gelip üzerine bastıklarını, yeri gelince tutundukları olarak görebiliyoruz.
             
Şimdi sıkı durun; tarihi bir gerçeği açıklıyorum: ABD'nin ilk suikast ile ölen başkanı Abraham Lincoln'ü; yerine geçebilmek için başkan yardımcısı olan Andrew Johnson öldürttü!... İkisi de ayyaş mıydı? Onu bilmiyorum!... ABD halkı kendilerini yönetenlerin özelleri ile ilgilenmezler. Öyle olsa, oval ofis skandalı ile gündeme gelen Clinton, halkın en sevdiği başkanlar arasında yerini almaz, iki dönem başkanlık yapamaz, hatta görevden alınırdı!..
            
ABD'nin bu tarihi gerçeğini açıklamak için neden bugünü bekledim? Bir AKP'li vekil, tam da coşkulu Cumhuriyet bayramı kutlamasının arkasından, FETÖ ile ilişkilendirerek, İsmet İnönü'nün Atatürk'ü zehirlettiği imasında bulununca elzem oldu. Akıl karıştırmanın da bir ölçüsü ve sınırı olmalı. Milletten vekil diye maaş alıp, kendinizin şu anki konum ve kazancınızı, hatta varlığınızı  borçlu olduğunuz, sadece savaş meydanlarında değil, masa başında da zafer kazandıranları itham edeceksiniz. Sadece savaş alanında kazanılan zaferle anılmaz İnönü; Lozan Türkiye'yi dünyaya kabul ettiren tarihi bir zaferdir. Sevr'i yırtıp atan bu zaferde İnönü'nün imzası var. II. Dünya Savaşı'na Türkiye'nin girmeyişi yine onun dirayetiyle oldu. Türkiye, tüm zorlamalara karşın savaş dışı kalabildi. "Milli şef" diye anılan birisinin, kendi iradesi ile çok partili yaşama geçişin yolunu açışı... Tarihimiz açısından çok önemli dönüm noktaları bunlar.
          
Neden tarihimizle uğraşılıyor? Neden tahrif edilme gayretleri var? Bu sorular artık daha fazla ötelenemeyecek kadar çok önemli!...
          
Yukarıda açıkladığım ABD tarihi ile ilgili iddiaya (!) gelince; elbette yok böyle bir şey. Sadece düşündürtmek istedim. Neden ABD'de tarihteki "kurucu baba" olarak nitelenenlerle ilgili bu tür iddialar ortaya atılmaz? Tarihlerini ve tarihteki şahsiyetlerini sahiplenerek güçleniyorlar. Ne kolay iftira atmak? Biz sürekli bu saçmalıklarla meşgul ediliyoruz ve toplumun çözüm bekleyen tüm sorunları tortulanarak katlanıyor. Neden bozuk giden ekonomi, artan benzin fiyatları, enflasyonun artık gizlenemez ölçülere ulaştığı, Türk parasının döviz karşısında giderek değer yitirdiği, iyice açmaza giren dış politikamız hakkında konuşamıyoruz? Sürekli suni gündemlerle meşgulüz. İktidar ve icraatları dışında her şey konuşuluyor. Kara propaganda ile örtme işlevi gerçekleştiriliyor.
           
Tam da, "milli irade"nin yerini alan "pilli irade"den söz edecektim yazımda. Adımız seçmen ama biz seçemiyoruz. Parti başında olanın tek seçici olduğu biçim sadece vekillerle sınırlı değil. Yerelde de şarj edilerek siyasete sürümlenenlerin fişini çekerek devre dışı bırakan üst irade olduğunun pek çok fotoğrafı var artık.
           
Seni ben getirdim, götürebilirim. Ben varım diye sen varsın!... noktasındaki siyaseti "demokrasi" ile açıklamak aklımızla dalga geçmekten de öte!...
           
Türkiye'yi buralara sürükleyenin iktidar odaklı siyaset anlayışımızla, siyasal kültürümüzle ilişkisi çok açık. Muhalefet, hep kaçtığımız, sevimli bulmadığımız bir kavram. Muhalefetin güçlü olmadığı yerde, iktidarın yanlışlıkları ve bedel ödeyenler çoğalır ve biz bunu artık sürekli yaşıyoruz.
          
"Akşener'in partisi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?" diye soruyorlar!... "Neden partinin ismi yerine başkanın ismi ile soruyorsunuz?" diye başlıyorum. Partileri kişilerle özdeşleştirme yanlışı ile savrulduğumuz yer arasındaki ilişki ve başarı için atmosferin önemi üzerine devam ediyorum. Duymak istedikleri değil yanıtım: Aslında ne istediklerini biliyorum; inanmak, tutunmak isterken bile hayalci olunca gerçeği işaret edenin sevimsiz olduğu bir garip hal içindeyiz. Yeni kurulan partilerle önceki parti sistemi yerine yeni partiler sistemi inşa edilişi üzerinde de düşünmeye değer!.. Çoğulcu sistem yerine; tekçi parti etrafında konuşlanmış uydu partiler sistemi!...  
         
OHAL altında ve sürekli 50+1 koşullandırması üzerinden algı yönetimi, artı muhalefet ve toplum üzerinde kurulu çeşitli baskılar, sandıklar ile ilgili şaibelerin ortadan  kaldırılması söz konusu değilse, muhalefeti iktidara taşımak mucize beklemekle eşdeğer olur. İlk verilecek mücadele, tüm siyasal ve toplumsal muhalefetin bu olağan olmayan koşullardan çıkış için işbirliği yapmasıdır. İktidar lehine kurgulu/kurulu bu düzende ne biz seçmeniz, ne de yapılanın adı seçim... Sandık kuruluyor; çünkü iktidar partisinin meşruluk dayanağına gereksinimi var.
            
Aksi durum; gitti Gökçek, geldi Arınç teranesi ile güya kadrolarını yenileyen, eskiyişini "metal yorgunluk" diye itiraf edip, toplum için üretecek hiçbir şey bulamayınca geçmişe, özellikle Cumhuriyet kazanımları ve kurucularına kazma kürek giderek tarihi tahrif üzerinden devleti, kuruluş felsefesini tahrip eden örneklerin çoğaltıldığı iktidara konuşlanmış partiye ikram olur...
        
Savrulduğumuz yere bir de şuradan bakınız!... Yerel yönetimlerle güçlenecektik. Siyasal katılma artacaktı..."Yerel gündem 21" diye sorgulayınız ve okuyunuz, güler misiniz, ağlar mısınız? Belediyelerin yönetimine katılmamızdan söz ediliyor. Demokratikleşme yerelde başlayacak hikayelerini üniversitelerde bile anlattılar... Bu kültürle mi? diye soruşum dikkatli öğrencilerimin kulaklarındadır... Geldiğimiz yere bakar mısınız? Belediye Başkanları kendi yerlerini koruyamazken, kent halkı nasıl katılımcı olacak?!...
         
Yeni kurulan/kurulacak partilerden ümitlenmek yerine, tüm muhalif güçlerin birlikte hareket ederek, bu koşullarda kurulacak sandıklardan çıkan iradenin gerçek irade olamayacağını topluma anlatmaları ve koşulların değişiminde ısrarlı olmaları gerekiyor.
        
Daha fazla savrulmamak adına!... Ve daha fazla gecikmeden!...