"Hayat seçimlerle doludur. İnsanlar kendi yolarını kendileri seçerler, seçimleri ile yaşarlar, sevinirler, üzülürler. Bir tarafı seçmek diğer taraftan vazgeçmektir aslında, bambaşka bir yoldan vazgeçmek..."
Konfüçyüs'ün de yukarıda belirttiği gibi hayatımızın yönünü seçimler, seçimlerimiz belirliyor. Yalnız Konfüçyüs'ün bireysel açıdan ele aldığı seçme eylemi bugün o eski anlamının çok uzağında. Toplumsal yaşamın her alanına egemen olan ve bireyi özne olarak çağıran kapitalist sistem hemen her şeyi kullanarak, seçme eylemi de dâhil olmak üzere kendi içinde anlamsızlaştırıyor. Bu yüzden yaptığımız seçimlerin hiçbiri tam olarak bize ait değil.

Lisede olsun, üniversitede olsun öğrenciler bazı dersler için sık sık, "Bu dersi neden görüyoruz. Gerçek hayatta bize bu bilgilerin ne gibi bir faydası olabilir" gibi serzenişlerde bulunur. Üniversitede bizim sınıfın serzenişte bulunduğu ders ise İletişim Kuramları dersi idi. Dün ne işimize yarayacak dediğimiz bilgiler gün geliyor karanlıkta kalan noktaları görmemizi sağlıyor. İletişim kuramları dersi içerisinde yer alan, toplumsal yaşam ve birey üzerine eğilen Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı konusu da bugün toplumu anlama noktasında bize epey yol gösteriyor.  

***

7 Haziran'da vatandaşların önüne yine seçim sandıkları konulacak. Bireysel tercihlerini(!) kullarmaları için çağrılar yapılacak. Her seçmen oyunu kullanmak için sandık başına gidecek ve sınırlı adaylar arasından birini seçecek. İşte tam da bu noktada Kullanımlar ve Doyumlar Yaklaşımı'nın savunduğu temel görüş yani, bireyin bu eylemi kendi iradesi ile yaptığı, bunun için yönlendirmeye maruz kalmadığı, görüşü ortaya çıkıyor. Peki, bu görüş ne kadar doğru? Sandığa giden A, B veya C partisine oy veren bir seçmen bu kararı neye göre veriyor, verecek? Bu kararı alırken ne gibi etkilere maruz kalıyor. Televizyonda izlediği haberlere, reklamlara, kişilere göre mi hareket ediyor, yoksa olayları kendi düşünce süzgecinden geçirerek bir karara mı varıyor? İşte burası çok önemli... Sahiden seçme özgürlüğümüz var mı? Yoksa özgür olduğumuzu mu düşünüyoruz?

***

Ülkemizdeki seçmen kitlesine bakınca ikinci seçenek daha ağır basıyor. Nedenleri ise çok açık, bütün siyasi partilerin çantada keklik olarak gördüğü bir seçmen kitlesi var bu ülkede. Futbol takımı tutar gibi parti tutuyoruz. Partilerden biri din elden gidiyor diye korkutuyor, bir diğeri şeriat geliyor, laiklik elden gidiyor diye. Daha öteki ise milliyetçilikten dem vuruyor. Sığ bir tartışmadır gidiyor. Yolsuzluk, yoksulluk, insan hakları ihlalleri, torpiller, çevre katliamları ve daha birçok şey kimsenin gündeminde bile değil. Seçmenler her gün medya aracılığı ile neye inanıp neye inanmamaları gerektiği konusunda yönlendiriliyor. O yönlendirme ile hareket ediyorlar. Hal böyle olunca doğal olarak siyasi partilerin seçim vaatleri de seçmene göre şekilleniyor.
 
***

Daha bir hafta önce Başbakan yardımcısı Bülent Arınç ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in kavgasına şahit olduk. Kavga hâlâ devam ediyor. Kavgada Ankara'nın nasıl (Aynı zamanda memleketin de) parsel parsel satıldığının, örtü altında nelerin yapıldığının, hangi ihalelerin ne şekilde dağıtıldığının ipuçları ve itirafı Bülent Arınç'ın dudakları arasından döküldü. İzleyen herkes sonunda her şeyi itiraf edecek derken Arınç, 'Daha çok şey söyleyebilirim ama kalanını 8 Haziranda açıklayacağım' diyerek konuyu kapattı.
Tabi ya, eğer açıklar ise 8 Haziran'da açıklayacak. 7 Haziranda seçim var çünkü özgür iradesi(!) ile sandığa gidip oyunu kullanacak seçmen, perdenin ardında nelerin döndüğünü bilir ise belki oy vermez.  Onun için 8 Haziranı beklemek gerektiğini düşünüyorlar.

***

Açıklasa ne olur diyeceksiniz. Bir şey olacağı yok aslında. Sıfırlanan milyonları,  ayakkabı kutularındaki dolarları, yüz binlerce liralık hediye saatleri, aklanan bakanları unutan bu seçmen bunu mu unutmayacak!