Acele kamulaştırmanın ne demek olduğunu en son Soma'nın Yırca Köyü'nde gördük.

Yırca Köyü, zaten var olan termik santrallerin külleri içinde yaşamaya mahkum edilmiş küçük bir köy. Yeraltı sularının çekilmesi ve kötü tarım politikaları nedeniyle Yırcalılar geçimlerini sağlamak için  zeytine sığınmışlar. Şimdi de 110 parselden oluşan 490 dönümlük zeytinlikleri Bakanlar Kurulu kararı ile Kolin Termik Santrali için acele kamulaştırıldı. Geçtiğimiz temmuz ayı sonlarında köye gitmiştik, Yırcalılar 'Daha önce tütün ekiyorduk, artık tütün bitti; su yok, sulu tarım yapamıyoruz; zeytinciliğe yöneldik, şimdi de zeytinlerimize el koyuyorlar. Biz neyle geçiniriz, nereye gideriz?' diye yakınıyorlardı.

Yırcalılar ne yapsın, nereye başvursunlar, henüz kendilerine tebligat yapılmadan acele kamulaştırmanın iptali için Danıştay'da dava açtılar. Davanın açılması diğer işlemlerin hızlandırılmasına yol açmış. Geçtiğimiz hafta çarşamba gecesi dozerler zeytinliklere girdi, zeytinleri köklemeye başladı, Yırcalıların dozerlerin önüne yatmaları sayesinde söküm işi durdu. Ama ertesi gün köye gelen Soma Kaymakamı'nın şirketin müdürü gibi konuşması, devletin kararlığını gösteriyor.

Yırcalıların sadece termik santrali kamulaştırmasıyla değil, İzmir-İstanbul Otoyolu kamulaştırmasıyla da başları dertte. Yırcalılar için bunun ne anlama geldiğini 60 yaşındaki Mustafa Sezer bakın nasıl ifade ediliyor: Bir dikili ağacım bile kalmayacak. Ben ne yapacağım, evim bile kalmayacak. Dağa çıkıp çadır kuracağım. Ona da izin vermezler. Ben ne yapacağım?

Kamulaştırma niçin yapılır?

Kamulaştırma, kısaca kamu idaresinin, yasayla yapmakla yükümlü olduğu kamu hizmetlerini yerine getirebilmesini gerektiren özel mülkiyete konu taşınmazlara, bedelini ödeyerek kamu gücüyle el koymasıdır. Kamulaştırmalarda kamu yararı ile özel mülkiyetin çatışması söz konusudur. Özel mülkiyet sahibi istemese de mülkünü idareye terk etmek zorundadır. Devletin zorla el koymasını haklı kılacak yegane gerekçe, kamu yararıdır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Anayasa ve Kamulaştırma Yasası'nda da belirtildiği gibi kamulaştırmanın ön koşulu kamu yararıdır.

Acele kamulaştırma ise olağanüstü durumlarda başvurulması gereken bir yoldur. Bunu Kamulaştırma Yasası'nın 27. maddesi 'Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu'nun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulu'nca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılması' olarak düzenlemektedir. Yasaya göre acele kamulaştırma yoluna başvurabilmek için yurt savunması gibi olağanüstü bir ihtiyacın baş göstermesi gerekiyor. Olağanüstü bir durum olunca süreç de olağanın dışında işlemektedir; idarenin başvurusu üzerine mahkemece yedi gün içinde değer tespiti yaptırılıp, belirlenen paranın ilgili kişi adına bankaya yatırılmasının ardından kamulaştırılan mala el konuyor.

Şirketlere mülk kazandırma

Son yıllarda ilk olarak altın madeni işletmeleri için kamuoyunun gündemine gelen acele kamulaştırmaların, son günlerde hidroelektrik santralleri (HES), termik santraller, kentsel dönüşüm projeleri için yapıldığını görüyoruz. Bakanlar Kurulu'nun aldığı acele kamulaştırmalarla, çevre sağlığı ve canlı yaşamı açısından tartışmalı olan, ekolojik yıkıma yol açma potansiyeli taşıyan bu yatırımların önü açılıyor. Uygulamada kamulaştırmayı bir bakanlık ya da kamu kurumu yapıyor ama kamulaştırma bedeli ile yargılama giderleri gibi masrafları yatırımcı şirketler karşılıyor, taşınmazlara kamu gücüyle el konulduktan sonra şirkete devrediliyor. Bu şekilde şirketlere kamu gücüyle dikensiz gül bahçesi sunuluyor.

'Parayı veren düdüğü çalar' anlayışı sonucu, süreç tamamlandığı zaman şirket o yörenin tek hakimi oluyor. Şirketlerin oluşturduğu bu iktidar, faaliyetlerini denetlenemez hale getiriyor. Her türlü izni fazlasıyla veren kamu otoritesinin denetleme gibi bir derdi zaten yok. Siyasi iktidarın şirketler lehine kullandığı kamu gücü ve şirketlerin devasa ekonomik gücü mülksüzleşen, yerinden edilen yöre insanını güçsüzleştiriyor. Geçimlik bağları, zeytinlikleri, ekinlikleri elinden alınan köylüler, geçimlerini sağlamak için ya kentlere göç ediyorlar ya da mülklerini elinden alan şirketin asgari ücretli kölesi olmak zorunda kalıyorlar. Bu işler madencilik, termik santraller gibi çoğunlukla tehlikeli işler. Kendi yetiştirdikleriyle geçimini sağlayan, doğayla uyumlu yaşayan köylüler bu şekilde kendi sağlıkları ve doğa için büyük tehdit oluşturan işletmelerde ölümüne işlere mahkum ediliyorlar. Kısacası, kamulaştırma ile insan emeği sömürülüyor, doğa sömürülüyor, oluşturulan bu sömürü düzeni sömürülenlerin yardımıyla devam ediyor. Zeytinliklerinin kamulaştırılması sonuçlanırsa Yırcalılar da ya kömür ocağında ya da termik santralde çalışmaya mahkum edilecekler.

Siyasetin konusu olmalı

Şu anda iş başında olan AKP Hükümeti yıkıma götüren bu sistemin en iyi uygulayıcısı, doğal varlıkların işletilmesi için şirketlere her türlü kolaylığı sağlıyor, bunun karşısında duran her türlü direnci kırmak ve her türlü güvenceyi ortadan kaldırmak için elinden geleni yapıyor. Acele kamulaştırma da siyasi iktidarın kullandığı en önemli silah.

Her ne kadar kamulaştırma ve davaları, mülk sahibinin tarafı olduğu işlemlerse de haksız, hukuksuz, kamulaştırmaların doğurduğu sonuç tüm toplumu ilgilendiriyor. O yüzden mülkleri elinden alınan köylüler, Yırcalılar yalnız bırakılmamalı, olayın kendisi toplumsallaşmalı, siyasetin konusu halini almalıdır. 301 madenciyi ölüme götüren politikalardan kurtulmanın başka yolu yok.