Değerli okurlarım, bu kez gerçek bir seçim sonrası yazısı ile karşınızdayım. Biliyorsunuz, henüz seçimler yapılmadan, pazar sabahı gazeteye ilettiğim ve pazartesi günü yayımlanan yazımda, seçimlerden ne sonuç çıkarsa çıksın, esas tartışılması gereken konunun nitelikli çoğunluk olması gerektiğini ifade etmiştim. Siyasal sistem değişikliği gibi çok önemli konulardaki referandumlarda basit çoğunluğun yeterli olmaması gerektiğini ve değişikliğin demokrasi getirebilmesi için bir oydaşıma ihtiyacı olduğunu dile getirmiştim. Bu konuda pratik çözümün, rejim değişikliği gibi önemli konular içeren referandumlarda 2/3 gibi bir nitelikli çoğunluğun aranması olduğunu ifade etmiştim.
Seçim sonuçları bu tezimi doğruluyor. Pazartesi itibariyle Türkiye'nin geleceği ile ilgili önemli bir konuda ortadan ikiye bölünmüş bir Türkiye ile karşı karşıya olduğumuzu gördük. Bu durumda, demokrasiyi içselleştirmiş bir yönetimin yapması gereken tek şey var. Toplumun en az yarısının içine sindiremediği bu köklü değişiklikten vazgeçtiğini ilan etmek ve hayır oylarının siyasal temsilcileriyle oydaşım esasıyla yapılacak bir anayasa değişikliğinin müzakerelerini ivedilikle başlatmak. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Atı alan Üsküdar'ı geçti" söylemi bu bağlamda, tam da yapılmaması gerekendi...

Peki seçim sonuçları neyi ortaya koydu? Tek tek listeleyerek çözümlemeye çalışalım.
İzmir'in ruhu tüm Batı Anadolu'ya yayılmış. Bu ruh, merkez sağ, milliyetçi sağ, sosyal demokrat, demokratik sol ve sosyalist hareketleri bir araya getirecek ilkeyi bulmuş. Demokrasi ortak paydasında buluşan seçmenlerin temel birleştirici gücü gelecek dönemde de Mustafa Kemal olacak.
Bu seçim MHP'nin değil ancak MHP'de iktidarı elinde tutan grubun tükeniş seçimleri gibi duruyor. Türkiye'nin milliyetçi sağ seçmeni, bir çatı örgüt olarak MHP yönetiminin önerdiği yol haritasını elinin tersiyle itti. Tercihini büyük ölçüde Atatürkçü birikimden ve demokrasiden yana yaptı.
AKP, feodal-kırsal-popülist bir siyasi parti olma rotasına girdi. Büyük şehirlerde bu kadar savurgan ve agresif kampanyaya rağmen büyük güç yitirdi.
MHP de, şehirli seçmenini büyük ölçüde kaybetti. Ayrıca Bahçeli'nin memleketi Osmaniye'de bile büyük güven kaybına uğraması olgusu dikkatle incelenmeli. Mersin, Adana, Fethiye gibi MHP'nin güçlü olduğu yerlerdeki dağılma, incelenmesi gereken bir diğer konu.
Saadet Partisi ilkeli tavrıyla büyük takdir topladı. Milli görüş, siyasal dönüşüm projesine cephe aldı. Hayıra sayısal katkısının ne kadar olduğu tartışılır ancak parti, milli ile gayrımilliyi ayırmada önemli bir turnusol kağıdı işlevini gördü.

AKP-Barzani ittifakı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da ilk sonuçlarını verdi. Tartışmalı % 51'i AKP'nin Barzani ve Bahçeli (AKP-BB) ile ironik bir biçimde eşzamanlı olarak geliştirebildiği ittifak getirdi. Barzani ve Bahçeli'nin getirdiği toplam oy birçok tahmine göre % 5 bile olmasa da, evet bloğunu tartışmalı % 51'e ulaştırmaya yetti. Erdoğan seçimlerden sonra hangi B'yi diğeri karşısında tercih edecek, göreceğiz. Lakin iki B'nin bir arada uzun bir geleceği yok gibi gözüküyor. B'ler arasındaki tercihi etkileyecek bir diğer faktör de AB, ABD ve Rusya Federasyonu ile ilişkilerin alacağı biçim olacak.

Hollanda stratejisi başarıya ulaştı. Almanya, Avusturya ve Hollanda gibi ülkelerdeki seçmenler evete beklenenin çok üstünde katkı verdiler.
Propaganda sürecinde, daha temkinli ve kucaklayıcı olması gereken iktidar kanadında "dengeli" bir üslup yoktu. Son haftalarda, iktidar çevrelerinden muhalif figürlere karşı geliştirilen söylemlerden birkaçını sizlere özür dileyerek aktaracağım. "Densiz. Alçak. Sen kimsin?... Ya sen geri zekalı mısın?... Sen kiminle aşık atıyorsun ya?... Sende zerre kadar dürüstlük varsa... Sana adım attırmazlar adım... Haddini bil yaa... Bu ne terbiyesizlik... Bahtsız bedevi...". Seçim sonuçları, artık bu irite edici dille kimsenin çok bir şey elde edemeyeceğini de gösterdi. Siyasette nezaketin ve üslubun yeniden inşasına şiddetle ihtiyaç var. (Bir parantez açarak şunu ifade edeyim. Kendinden olmayan, duymak istediği şeyleri söylemeyen herkese karşı saldırgan bir üslubun kullanılması, yandaş kitleyi mobilize etme konusunda işlevsel olabilir belki, ancak diğer taraftan bu dışlayıcı ve itici söylem, toplumu ortadan ikiye ayıracak duvarlara taş taşımak anlamına da gelir. Türkiye'ye en büyük zarar, onu bölünmüş bir toplum haline getirerek verilir. Korkumuz Türkiye'nin bölünmüş bir toplum haline dönüştürülmesi).

Hayır bloğu bundan sonra ne yapacak? Seçimlerin meşruiyeti ile ilgili ellerinde önemli veriler var. Bu veriler, bir havuzda toplanıyor. Bu bağlamda bir hukuk sürecinin konusu haline getirilecek.
Bölünme çığırtkanlığına inat kucaklayıcı bir dil kullanmak, argoya karşı saygıyla cevap vermek, aydınlanma fikrinden vazgeçmemek ve emperyalizm karşıtı bir bağlamda mücadele etmek hayır bloğuna gecikmiş iktidar yolunu açabilir. Ancak her halükarda, gelecek dönemin rekabetçi bir ortama gebe olmadığını hatırlatmakta fayda var...