Uzun yıllar önce  iş başvurusu yaptığım bir Alman firmasından  görüşmeye çağrılmıştım. Beni sorgulayan kadın yöneticinin sorularından biri “Hiç yalan söyler misin?” şeklindeydi. O zamanlar “Hayır söylemem”  diye cevap  vermiştim ki  doğrusunu isterseniz bugün baktığım bu da bir yalandı. Her gün bilmem kaç defa yalan söyleyen ya da söylemek zorunda kalan bizler için aslında iyi bir soruydu bu ve bugün aynı soru bana sorulmuş olsa, evet söylerim hem de nasıl derim.Demek ki köprünün altından çok sular akmış, ister katılın ister katılmayın kendi adıma bu düzeyde bir cevaba ulaşmanın olumlu bir süreç olduğunu düşünüyorum.Hatta daha ileri giderek şunu söyleyebilirim ki gördüğünüz her şey bir imajdan başka bir şey değildir,bana göre  gerçek dediğimiz şey sadece bir algılamadan ibaret. Çok basit bir örnek ister misiniz? Fotoğraflar.Çekilen fotoğraflarınıza bakın,çeken kişinin hadi gülümseyin demesini hatırlayın, belki çok dertli bile  olsanız, o fotoğraflarda gülen bir yüz gördüğünüzde daima bunu hatırlarım. En önemli insan pazarı olan sosyal medyada insanların kendilerini beğendirmek adına koydukları resimlerine bakın, ne görüyorsunuz? Ne demişlerdi, kimse vesikalık resmindeki kadar çirkin sosyal medyadaki resmi kadar da güzel değildir. İkisinin ortası mı peki? Belki. ama beğenilmek de az şey değildir. Sanırım  diğerlerinin sizi  daima o fotoğrafınızla hatırlayacak olduğu varsayımı böyle bir aldatmacaya sevkediyor insanları , pek de haksız sayılmazlar çünkü ben de eskiden  ne zaman sevgilimin fotoğraflarına baksam en güzellerini bir araya toplar sonra teker teker onlara bakar keyiflenirdim. Daha sonraları sabah uyandığımda gördüğüm makyajsız hali çok da önemli olmazdı, sonuçta onu baştan beğenmiş olmanın hazzı her zaman zihnimde o fotoğraflardaki gibi  kayıtlıydı nasıl olsa.Kendi kendime yalan söylemeyi ne zaman öğrendiğime gelince; bunun üç yaşından itibaren olduğu söyleniyor.Hatta  bazı durumlarda  çok küçük yaşlarda çocukların yarısı yalan söylerken yaşlar büyüdükçe nerdeyse tamamının yalan söylediğine yönelik bir araştırma okumuştum. Ergenlik döneminde ise yalan söyleme alışkanlıklarının olduğu gibi kaldığını hatta bu davranış kalıbının daha da komplike bir hale gelerek ciddi aldatmalara kadar uzandığını biliyoruz.

Yalancılık üzerinde kırk yıldır çalışan psikolog Robert Fieldman’a göre yabancı biri ya da sıradan bir tanıdığımızla yaptığımız on dakikalık bir sohbette ortalama üç kez yalan söylüyoruz. Üstelik neredeyse her konuda yalan söylüyoruz, bazıları küçük,  bazıları büyük, bazen zararsız yalanlar.  Zararsız denilen yalanlar ise en güzeli olsa gerek, çünkü dünyayı bizim görmek istediğimiz gibi gösterdikleri için onlara daha kolay inanırız, yani en güzel fotoğraflarımız ya da en güzel giysilerimiz gibi.. Şair Özdemir Asaf ‘ın “Giysilerimiz yalan söyler sadece çıplak vücutlarımız söyler gerçeği”  dizelerindeki o  giysiler böylece bizim yalana aracılık yapan eşyalarımız olur.

Aradan  uzun yıllar geçti ve bu kez bir Fransız düşünür Francois De La Rochefoucauld’un başka bir sözü benim için bu konuyu daha genel bir platformda daha önemli bir aşamaya taşıdı. “İnsanlar birbirlerini aldatmasalar uzun süre birlikte yaşayamazlar”  diye yazmıştı. Bunu okuduğum zamanlardaki bilgi birikimi deneyimlerime şükrediyorum çünkü daha genç olduğum zamanlarda  olsaydım  onun ne demek istediğini anlamayabilirdim. Tabi şu “aldatmak”  tabiri ilk anda kulağa biraz ağır bir ifade gibi gelebilir ama dediğim gibi,  benim için artık son derece normal bir şey. Hatta bu söze o kadar alıştım ki,  çevremdeki insanların bana karşı hiç olmazsa dostluğumuza güvenerek daha insaflı olacağını ummaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Gerçi  ben de bu yolun yolcusu muyum diye düşünmedim değil tabi. Öncelikle iğneyi kendime batırmakta oldukça çekimser kaldığımı itiraf etmeliyim ama sonunda batırdım, ki çuvaldızı başkalarına batırma  hakkım olsun. Ne sonuç çıktı derseniz,  hepimizin kocaman bir yalancılar ailesi olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu kötü bir şey değil aslında ve  bana hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için sözünü anımsatıyor. Bu arada en erdemli olanlarımız ise benim gözümde yalancılar değil artık,  gerçeği hafifçe çarpıtanlar. Eh, o kadar da olur artık diyorsunuz, buna da alışıyorsunuz. Bu esnada gerçeğin öyle olmadığına yönelik daha gerçekçi olmamız gerektiği bir anda  ki bu  “Gerçekçi olmak” ifadesi burada biraz tezat oluşturuyor  olsa da-gerçeklerin aslında sürekli söylenen yalanlar  olduğunu kanıksamaya başladığınız anda ise  bir bakıma hidayete ermiş oluyorsunuz.

İngiltere’de Cumbria denilen bölgede küçük bir taşra kasabası var. Adı Santon Bridge. Burada her yıl kasım ayında dünyanın en büyük yalancısı yarışması yapılıyor. Tüm İngiltere ve çevresindeki kent ve kasabalardan gelen insanlar buradaki  merkezi bir alanda toplanıp beş dakika içinde en uydurma ama en inandırıcı hikayeyi anlatıyorlar. Tahmin edileceği gibi en sıkı palavrayı kim atarsa yarışmayı da o kazanıyor. Ancak bu yarışmanın çok dikkat çekici bir  özelliği daha var o da şu:  Yarışmaya avukatların, politikacıların, satış elemanı, emlakçı ve gazetecilerin katılmasına izin verilmiyor. Eyvah, gazeteciler mi? Biz gazeteci değil miyiz ?Öyle ise biz basın çalışanlarıyız diyelim. Nedenine gelince, bu meslek grubundakilerin haksız bir avantaj  sağlayacakları  düşüncesiymiş. Ne de olsa bu alanda çalışan insanlarının yalan söyleme sanatını  belirli bir seviyeye taşıdıkları  varsayılıyor. Öyle mi gerçekten? Ben bazılarının diğerlerinden daha fazla yalan söylemeye eğilimli olduklarına inanıyorum yani uygun bir  zemin varsa ve yalan söylemeye ve aldatmaya uygun bir karakteriniz varsa ve karşınıza çıkan  uygun bir fırsat yakalarsanız  bunu akla uygun hale getirmenin de yolunu bulursunuz.Görüldüğü gibi her şeyin en uygun olduğu anda gerçekleşiyor  bazı şeyler. Ne tesadüf. Bu kişilere daha sonra neden böyle davrandıklarını sorarsanız size  “Öyle sandım” diyeceklerdir. Sanmak..İşte sihirli kelimemiz bu. Sizi aklayacak olan kelime.Bunu hiç unutmasanız iyi olur.

 Bu noktada en basit hali ile aşı olmak bile aslında vücudumuzda virüslere karşı  bir bağışıklık sistemi oluşturmak için  bir kandırmaca değil midir diye sormanın zamanıdır,  üstelik  sadece kendi vücudumuzda değil doğada hayvanlar arasında bile yalanın bini bir para. 2009 yılında Turin ünivesitesinde Francesko Barbero tarafından  yapılan bir araştırmada meraklı bir tırtıl karıncaların yuvasına dadanmış, bakmış ki karıncalar tarafından iyi ağırlanıyor yani daha fazla yemek ve ilgi ve koruma görünce işçi ve kraliçe karıncanın çıkardığı farklı sesleri taklit ederek karıncaların kraliçesi gibi davranmaya başlamış ve böylece rahat bir hayatın sürmenin yolunu bulmuş ve işe bakın ki kelebekler bile doğada aynı numarayı yapıyorlarmış.

Şimdi bu noktada yalan kelimesine karşı biraz daha nazik bir biçimde gerçekleri çarpıtma dediğimizde bunun insanoğlunun hayatta kalmasının ilk koşullarından biri olduğuna da inanmıyor da değilim belki de bu yüzden Türkçede bile “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” sözü söylenmiştir. Yani anlamı; doğruyu her zaman söylemek saflıktır, söylemesiniz iyi olur. Bununla birlikte doğruyu eninde sonunda söyleyeceğinizi asla aklımızdan çıkarmamız gerektiğini biliriz, nitekim bu yüzden bir Çin atasözünde şöyle der: Doğruyu söyleyin ve tabanları yağlayın. Tabi kaçın ama nereye kaçtığınızın da çok önemli olduğunu unutmadan.

Bizler elimize bir fırsat geçtiğinde nasıl bir yalancı olurduk diye sorarsanız eğer şöyle bir test yapacağız  birlikte. İşaret parmağınızı alnınıza götürün, bir Q harfi çizin. Şimdi bakın Q harfi hangi yöne bakıyor? Kuyruğu sağda mı yoksa solda mı? Psikolog Richard Wiseman’ın yaptığı detaylı açıklamaya göre bu test “ öz izleme” eğiliminizi ölçmek için yapılıyor. Eğer Q harfini kuyruğunu sol tarafa gelecek şekilde çizerseniz -ki bu durumda başkaları da okuyabilir buna kendinizi izleme oranınız yüksek deniyor. Buna göre siz başkalarının sizi nasıl gördüğünü önemsiyorsunuz. Öyle ise onların üzerinde iyi bir etki bırakmak için gerçekleri manipüle edecek bir yapıda olabilirsiniz. Şimdi kuyruğu sağ tarafa doğru çizdiğinizi görmek sizi temize çıkarır mı ondan emin değilim ama en azından Q harfinin kuyruğunu sağa doğru çizmekten dolayı küçük bir mutluluk duyabilirsiniz.

Birisini ya da kendinizi, gerçeği söylemek için zorlarsanız kişi susuyorsa büyük olasılıkla mahcubiyet içinde bazı şeylerden utanç duyuyor olabilir ama susmasının bir başka anlamı daha vardır. O da yalan söylememek içindir. Susma hakkını kullanmak gerçeği hiçbir şekilde değiştirmese de bazen en iyi yalanı söylemek için bir zaman kazanma amacını taşır. En iyi yalan ya da  tıpkı İngiltere’de Santon Bridge kasabasında yapılan en iyi yalancı yarışmasında olduğu gibi size en iyi yalancı ödülünü kazandırmasa da bazen de çevremizdeki insanları yalan söylemek zorunda bırakmamak için gerekli soruları sormaktan kaçınmanın da  bir başka yalana ortak olmakla  eşdeğer  olduğunu da göz ardı etmemek gerek.

Bilerek  yapmadığımız  veya tüm saflığımızla kendi basit çıkarlarımız doğrultusunda hareket ettiğimiz her durumda  dürüstlüğümüzü sorgulayabiliriz elbette , çünkü dürüst insanlar daha çok güvenirler ve böylece daha çok aldatılırlar  ancak  bu koşullar altında tıpkı yalancılar ya da sahtekarlar gibi kötü şartlar altında yakalanan iyi insanlar olup olmadığımız  gerçeği  ise  hepimizin geçmişinde saklıdır.