Hacır köşe yazısında şu ifadeleri kullandı: 1948 Londra Oyunları'nda tam 12 madalya almıştık. Güreşçilerimizin tükenmeyen enerjilerinin kaynağıysa basit bir yemekti. Tarhana çorbası onlara göre 'kudret iksiri'ydi. Bundan 64 sene önce yine Londra'da yine Olimpiyat Oyunları'ndaydık. 1948 Londra Oyunları'nda tam 12 madalya almıştık. Oysa şimdi bırakın madalyayı finallere bile tek sporcumuzun kalmasını başarı sayacak haldeyiz. Üstelik tam 9 'devşirme' sporcuyu kadromuza kattığımız halde.
Peki neden sporda yere çakıldık? Futbolun görece başarılarıyla gözümüz kamaşırken neden Olimpiyat sporlarında varlık gösteremez olduk?
***
1948 Olimpiyat Oyunları bizim tam bir kafile olarak katıldığımız ilk Olimpiyat Oyunuydu. Kafilemiz 55 kişilikti. İlk kez bir bayan sporcu da kafilede yer almıştı. Üner Teoman! Atletizmde 100 metrede bizi temsil edecekti. Ruhi Sarıalp, atletizmde sürpriz beklediğimiz atletimizdi.
Ama asıl tüm dünya basını güreşçilerimizi merak ediyordu. Girdikleri tüm turnuvalarda fırtına gibi esen güreş takımımız Londra'da ne yapacaktı?

Yüzyılın güreş takımı

1948 Londra Oyunları'na giden güreş takımımız yüzyılın takımıydı. Tam bir dream team!
Nasuh Akar, Celal Atik, Gazanfer Bilge, Mehmet Oktay, Mersinli Ahmet!
Takım kaptanlığımızı ise Yaşar Doğu yapıyordu. Doğu, o güne kadar tek maç kaybetmemişti. (Yaşar Doğu, spor hayatının sonuna kadar tek maç kaybetti. O da 2-1 sayı ile. Yaptığı maçların büyük bir çoğunluğunu tuşla kazandı.)
Takımın tamamı köy çocuğuydu. Hemen hepsi karakucakla güreşe başlamış, acı kol kuvveti olan teknikten çok fiziki güce dayanan üstünlüğü kullanan güreşçilerimizdi.
Güreşmek onlar için hayatın öbür adı gibiydi. Antrenman veya maç önemli değildi. Her boş zamanda her yerde güreş tutabiliyorlardı. Bu bitmek tükenmek bilmeyen güreş tutkusunu, yabancı spor adamları anlamakta güçlük çekiyordu.
Güreşçilerimiz ise tükenmeyen bu enerjilerinin kaynağı olarak basit bir yemeği görüyorlardı. Tarhana çorbası!
Evet tarhana çorbası onlara göre'kudret iksiri'ydi. Hemen hepsi doğdukları günden beri sabaha çorbayla başlıyorlardı. Sonra öğlen tekrar tarhana çorbası, akşam yemek öncesi yine...
Bu yüzden kampta da tarhana çorbası pişirtiyorlardı. Doğuştan gelen güçlerini, saf ve doğal beslenmelerinden kaynaklanan acı kuvvetlerini tek kap yemekle formüle etmişlerdi.
Tarhana çorbası!
Onun karşısında kim durabilirdi?
(Londra'da malzemeciye tarhana çorbası pişirttirdiler.)

Doğu-Atik-bilge efsanesi

Londra olimpiyatlarının efsanevi sahnesi 3 güreşçimizin aynı anda mindere çıktığı sahnedir. Yaşar Doğu, Celal Atik ve Gazanfer Bilge yan yana üç minderde maça çıktılar. O kadar rahat ve yeneceklerinden o kadar emindiler ki güreşirken yan mindere bakmaya ve birbirlerine laf atmayı da ihmal etmiyorlardı.
Maçın son dakikalarına doğru, Celal Atik arkadaşlarına 'hadi sizi bekliyorum' dedi. Sonra inanılmaz bir şey oldu. Üç minderde de arka arkaya tuşlar gelmeye başladı. Üç arkadaş aynı anda tuş yapmak için önceden sözleşmişlerdi.
Türk güreşçiler tarhananın gücüyle Olimpiyatları eğlenceye çevirmişlerdi.
1948 Londra Olimpiyatlarında tablo şudur.
Güreş takımımızın tamamı madalya aldı. Serbest ve greko-romen stilde tam 10 sporcumuz final maçına çıktı. 6'sı altın madalya kazandı.4 güreşçimiz finalde yenilip gümüş madalya aldı. (Güreşte tek bronz madalyayı kazanan 56 kg. daki Halil Kaya'nın günlerce ağladığı konuşulur.)
Ayrıca bir başka mucize de atletizmden geldi. Ruhi Sarıalp atletizmdeki ilk madalyamızı getirdi. Uzun atlamada bronz madalya aldı. Biz ise toplam 12 madalya ile takım halinde Olimpiyat 7.si olduk.

Tarhananın gücüne bir başka örnekle devam edeyim mi?

Hüseyin Akbaş, Tokat'ın Almus İlçesi'nde köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçüklüğünden beri yaylalarında yapılan karakucak güreşlerine meraklıydı. Ama güreşmek için büyük bir engeli vardı. Tek ayağı kısaydı, topallayarak yürüyordu. Ama yine de köylülerin hoşgörüsüne sığınarak karakucak güreşlerine katıldı. Sonuç inanılmazdı. Hüseyin Akbaş, sakat olan bacağını rakibe uzatıyor, rakibi sevinerek onun bacağına dalıyordu. Akbaş (bugün bile anlaşılamayan bir teknikle) sakat ayağını adeta rakibe teslim edip incecik gövdesini bir anda rakibin üzerine fırlatıp onun üstüne çıkıyordu. Bu numarayı yemeyen yoktu.

TEK BACAK TAKTİĞİYLE TUŞ

Karakucak birincilikleri onun şöhretini Tokat dışına taşıdı. Ulusal güreş seçmelerine katılmak üzere Ankara'ya geldi. Tartıyı yapan antrenör Hüseyin Akbaş'ı uyardı. 'Evladım senin durumun pek müsait değil, üzülürsün!'
'Bir şans verin' dedi Hüseyin Akbaş.
Seçmelerde fırtına gibiydi. Tek bacağını ikram gibi uzatan bu cılız genç rakiplerinin tamamını tuş etti. Önce kulüp takımında yer buldu sonra da 51 kilonun yenilmez ismi oldu. Uluslararası turnuvalarda bacağını uzattığı rakibinin tuzağa düşmemek için ondan kaçan fotoğraf kareleri haber ajanslarından flaş olarak geçildi. Tam 4 kez dünya şampiyonu bir kez Olimpiyat 2'ncisi bir kez de olimpiyat 3'üncüsü oldu.
Dünya Güreşine 51 kiloluk bir Tokatlı kısa bacağı ve acı kuvvetiyle damga vurmuştu.
***
Evet tam 64 yıl sonra yine Londra'dayız. Devşirme takviyeli kafilemizden henüz tek madalya haberi bile gelmedi. (Belki şampiyon atletimiz Nevin Yanıt'tan belki basketbol veya voleybol takımımızdan küçük bir teselli gelebilir. Bekliyoruz.)
Oysa 64 yıl önce fırtına gibi esmiştik... Olimpiyat tarihimizin en fazla madalya aldığımız oyunlardan biri olmuştu. Ama şimdi çok şey değişti.
Spor büyük bir endüstrinin ve teknolojinin beslediği bir uğraş halini aldı. Doğal yetenekler, doğuştan gelen güç ve çeviklik eğer işlenmezse bir anlam ifade etmiyor artık.
Çünkü aklın ve disiplinli bilimsel çalışmanın karşısında durabilecek doğal bir güç yok!
Artık tarhananın gücü, bilim tekniğe yetmiyor!