Bu yazımı Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara temsilcisi Erdem Gül'ün tutuklanmasına ayırmıştım. Ama bu günümüz dünden daha kötü olmaya başladı, siz bu yazıyı okurken ne yaşanmış olacak bilemiyorum ama bugün çok değer verdiğim ödünsüz insan hakları savunucu, meslektaşım, sevgili dostum Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi'yi vurdular. O yüzden onunla başlayayım.
Tahir Elçi'yi Diyarbakır'da çatışmalarda hasar gören kentin simgelerinden 4 Ayaklı Minare'de baro üyeleri avukatlarla birlikte basın açıklaması yaptığı sırada vurdular. Saldırıda iki polis memuru da yaşamını yitirdi. Tahir hep barış için, insan hakları için, hukukun üstünlüğü ve adalet için çırpındı durdu; hep Kürt meselesinin silahsız, demokratik siyasetle çözümünü savundu; bu yolda söylediği sözden dolayı suçlandı, hedef gösterildi; terörle mücadele timleri tarafından Baro'da odasında gözaltına alındı, tutuklanması için olağanüstü çaba harcandı, bir baro başkanı olmasına rağmen Türkiye Barolar Birliği ve diğer barolar ve meslektaşları tarafından da gerektiği gibi sahiplenilmedi. Bu şekilde savunmasız bırakılan Elçi, insanlığın kültür mirasını korumak için yaptığı basın açıklaması sırasında öldürüldü.
Merak ediyorum; acaba onu itibarsızlaştıran, hedef gösterenlerin şimdi vicdanları sızlıyor mu, yoksa timsah gözyaşı dökmeyi mi tercih ediyorlar?

Hep başkalarının hakları için, barış için mücadele eden Tahir Elçi'yi yaşatamadık, onu korumayan devleti suçluyorum, çok üzgünüm, duygumu, üzüntümü anlatabilecek söz bulamıyorum.
Tahir'in vurulmadan önceki son sözleri bize ders veriyor: "İnsanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz. Savaşlar, çatışmalar, silahlar, operasyonlar bu alandan uzak olsun. Tarihimize değerlerimize sahip çıkalım". Aynı zamanda görev yüklüyor, savaştan medet umanlara inat, bu ülkede Tahir gibi eşitliği, özgürlüğü, barışı, onurlu biçimde bir arada yaşamayı savunmaya devam edeceğiz.

Gazetecilik suçu?

Perşembe günü iş yoğunluğu nedeniyle öğle saatlerinden akşam saatlerine kadar gelişen haberleri izleyemedim, akşam saatlerinde telefonla konuştuğum bir arkadaşımın "Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklama istemiyle hakime sevk edildiğini" söylemesi üzerine, şaşırdım ama "tutuklanmazlar" dedim. Öyle ya soruşturmaya konu MİT TIR'ları haberleri Mayıs, Haziran ayında yapıldı, o günden bu yana süren soruşturma aşamasında, şüphelilerin kaçacakları ya da delilleri karartacakları yönünde somut hiçbir olay yaşanmadı, ifadeye çağrılmaları üzerine kendiliğinden ifadeye gittiler, niye tutuklansınlar ki? Ama içime bir kuşku düştü, haberleri izlemeye başladım. Can Dündar'a ait @candundaradasi twitter adresinden saat tam 21.21'de tek kelimelik bir paylaşım: "Tutuklandık".
Yanılmıştım, gazeteciler yaptıkları haber nedeniyle yine tutuklanmışlardı. Tutuklamaya yol açan haberler üzerine bu köşede 29 Haziran 2015 tarihinde 'MİT TIR'ları başlıklı bir yazım ( <http://www.haberekspres.com.tr/mit-tirlari-makale,3753.html> ) yayınlanmıştı. O yazıda; bir yandan haber konusu olayın uluslararası ve ulusal hukuka göre değerlendirilmesi yapılmış, diğer yandan, "Cumhurbaşkanının haber yapan gazeteciye suç ithamında bulunması, şahsı ile ilgili olmayan olayla ilgili bireysel suç duyurusunda bulunması" sorgulanmıştı. Yazıyı şu şekilde bitirmişim: "Cumhuriyet Gazetesi ve Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar hakkında başlatılan soruşturmanın davaya dönüşmesi halinde olayın kendisi tartışılmaya devam edilecek, dava toplumsallaşabilirse silah sevkiyatının yargılanmasına dönüşecektir, umarım öyle de olur. 7 Haziran Seçimi sonucunda seçmenin verdiği mesaj da bunu gerektiriyor, umudu kaybetmemek gerek." Yazının üzerinden geçen beş aylık süre içinde Türkiye'de çok şey değişti, ülke şiddet sarmalına sürüklendi, 1 Kasım'da tekrar seçim yapıldı ve AKP 7 Haziran'da kaybettiği "tek başına iktidar"ına yine kavuştu ama gazetecilerin tutuklanacağını hiç akıl edememişim.

Basına yansıyan haberlere göre suçlama olarak "FETÖ adı verilen terör örgütüne üye olmadan bilerek ve isteyerek yardım etmek", "siyasi ve askeri casusluk" ile "gizli kalması gereken bilgileri açıklama" gösterilmiş.

Silahlı birimi olmayan cemaat örgütlenmesi nasıl terör örgütü olur? Can Dündar ve Erdem Gül casusluk yaparak mı haberdeki bilgilere ulaştılar? Gizlenen bilgiler nelerdir? Gazetecinin kendisine gelen bilgileri yazması mı yoksa gizlemesi mi gerekir? gibi soruları çoğaltabiliriz, eminim ki soruşturma ve yargılamada çok sayıda benzer sorular sorulacak ve cevap aranacaktır. Şimdi daha basit sorular soralım:
Ø Basın Kanunu'nda basılmış eserler yoluyla işlenen suçlarda, suç yayım tarihinde oluştuğu ve günlük gazetelerde en geç dört ay içinde dava açılması halinde yargılama yapılabileceği düzenlenmiş olmasına karşın Dündar ve Gül'e bu yasa hükmü neden uygulanmıyor?
Ø Aradan geçen dört-beş aydan bu zamana kadar soruşturma sessiz sedasız yürürken şimdi neden önemli bir soruşturma halini aldı ve suçlanan gazeteciler tutuklandı?
Ø Kimsede olmayan yetkilerle donatılmış, dokunulmazlığı ve sorumsuzluğu olan Cumhurbaşkanının bir yönetilen hakkında Savcılığa şikayet başvurusu yapması bir hak mıdır yoksa hakkın kötüye kullanılması mıdır?
Ø Cumhurbaşkanının hedef gösterdiği, suçladığı ve şikayetçi olduğu gazetecinin soruşturulması ve yargılanması adil ve tarafsız yapılabilir mi?
Ø Gazetecilerin tutuklandığı yerde basın özgür olabilir mi? Basının özgür olmadığı yerde halkın gerçekleri, öğrenmesi sağlanabilir mi?
Ø Tanınmış gazetecilerin gazetecilik faaliyetleri nedeniyle tutuklandığı yerde kişi hürriyeti ve hukuk güvenliğinden söz edilebilir mi?
Son bir soru; bir baro başkanı öldürülürken siz kendinizi güvende hissediyor musunuz?
Gazeteciler tutuklanıyor, baro başkanı öldürülüyor, 12-13 güne varan kanunsuz sokağa çıkma yasakları uygulanıyor, sokağa çıkma yasakları sırasında faili meçhul cinayetler işleniyor. Ne yapacağız? Ne yapıp edip sessiz kalmayın...